İslam’a göre din ayrılığı mirasçı olmaya mani hallerdendir. Baba ve oğul birbirine mirasçı olması için ikisinin de aynı inanç ve dinde olması gerekir. Yani ikisinin de Müslüman olması gerekir. Biri kafir diğeri Müslüman olursa ne baba oğula ne de oğul babaya mirasçı olamaz. Buna göre Müslüman çocuk Müslüman olmayan babasından kalan mirası alamaz.
Ölmüşlerimizin ruhuna yaptığımız hayırların ölüye bir faydası olur mu?
Yapılan ibadetlerin ve hayırların sevaplarını başkasına bağışlamak dinen caizdir. Kişi okuduğu Kur’an’ın, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve istediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir.
İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur. Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de bunlar iyilik ve sevaplarının çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olabilir. Annesi babası öldükten sonra onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını soran kimseye peygamber: “Evet onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfar etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmaktır” buyurmuştur. Annesinin aniden öldüğünü, şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran Sahabeye de: “Evet ulaşır. Onun namına sadaka ver” buyurmuşlardır. Buna göre, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere ibadet yapılabileceği gibi, çeşitli vesilelerle dua da edilebilir. Ancak 7, 40 ve 52. gün duası gibi uygulamaların hiçbir dini dayanağı yoktur. Ayrıca kişi sevabı bağışlarken kendi sevabından bir şey kaybetmez. Her iki kişiye de aynı şekilde yazılır.
Ölüm gelmeden kişinin kefenini hazırlaması dinen caiz mi?
Ölüm her faninin tadacağı yegâne hakikattir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Bütün nefisler ölümü tadacaktır.” Dolayısıyla her fani ölüm gerçeğini düşünerek ölümden sonrası için hem maddi hem de manevi hazırlık yapması gerekir. Ölmeden önce kişinin kefenini alıp hazırlaması da bu türden bir hazırlıktır. Buna göre kişi ölmeden önce kefen alıp hazırlayabilir. Bunun da hiçbir dini sakıncası yoktur.
Allah’tan başka gaybı bilen var mı?
Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez bilemez. Nitekim bu hususta Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulmaktadır:” De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez...” (Nemi: 65)
Resul-i Ekrem Efendimiz de: “Kahin ve falcıya (gaybten haber veren kişiye) inanan kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz”, “Ona inanan kişi bana indirileni (kitabı ve vahyi) inkar etmiş olur.” Bu itibarla çeşitli akıl dışı işlemlerle gelecekteki olaylar hakkında olumlu veya olumsuz haber vermek iddiasında bulunmak doğru değildir. Aynı zamanda inanmak da dinen caiz değildir.
Günün Ayeti
Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur. Bakara, 2/197.
Günün Hadisi
“Miskin ve yoksul bir iki lokma bir iki hurma diye kapı kapı dolaşan kimse değildir. Gerçek yoksul miskin ihtiyacını karşılayacak bir şeyi bulunmadığı halde mali durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilmeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen kimsedir.” (Buhârî, “Zekat”, 25; Müslim, “Zekat”, 101)
Günün Sözü
“Gıybet edecek olursam, anamdan başkasının gıybetini etmem. Zira böylece sevaplarım anama yazılmış olur.” (Sadi Şirazi)
Günün Duası
Allah’ım kalbimde kine, nefrete, kıskançlığa ve cimriliğe yer verme.
Bunları biliyor muyuz?
İşrak vakti nedir?
Güneş doğduktan sonra, ufuk hattından 50 yükselmesinden itibaren başlayan zamana işrak vakti denir. Halk arasında güneşin bir mızrak boyu yükselmesi şeklinde tabir edilmektedir.
Günün Nüktesi
Padişah ile İhtiyar.
Çok soğuk bir kış günü, padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, överek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selâmlamış: “Selamünaleyküm ey pir’i fani.” “Aleykümselam ey serdar’i cihan.” Padişah sormuş. “Altılarda ne yaptın?” “Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor.” Padişah gene sormuş. “Geceleri kalkmadın mı?” “Kalktık. Lâkin, ellere yaradı.” Padişah gülmüş. “Bir kaz göndersem yolar mısın?” “Hem de ciyaklatmadan.” Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş, “ Ne konuştuğumuzu anladın mı?” diye sormuş. “Hayır padişahım.” Padişah sinirlenmiş. “Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.” Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telâşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hâlâ orada çalışıyor. “Ne konuştunuz siz padişahla.” Adam, başveziri şöyle bir süzmüş. “Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.” Başvezir, yüz altın vermiş. “Sen padişahı, serdar’i cihan, diye selâmladın. Nasıl anladın padişah olduğunu?” “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” Vezir kafasını kaşımış. “Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?” Adam, bu soruya cevap vermek için de yüz altın almış. “Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, otuz iki dişimize yemek bulamıyoruz dedim.” Vezir bir soru daha sormuş. “Geceleri kalkmadın mı ne demek?” Adam yüz altın daha alarak cevaplamış: “Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim.” Vezir gene kafasını sallamış. “Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek.” Adam gülmüş. “Onu da sen bul.”