2

Ölüye rahmet diriye hizmet… Vakıf


  • Oluşturulma Tarihi : 09.07.2015 06:47
  • Güncelleme Tarihi :

Vakıf, insanlığın çok eski devirlerine dayanmakla beraber İslam dini ile zirve yaparak kendine yaşam içinde önemli bir yer edinmiştir.

     Yüce dinimiz İslam, vakfa ve vakıfçılığa ayrı bir önem vermiş imkan sahiplerini vakıf yapmaya fevkalade teşvik etmiştir.

      Kişiyi vakıfçılığa sevk etmek için de istediği şartlarla vakıf yapma salahiyeti tanımış bu şartın da kıyamete kadar değiştirilemeyeceği garantisini vermiştir. Tabi dini çerçeve içerisinde.

      Örnek olması babından İslam' da ilk vakfı Hazreti Peygamber yapmıştır. O, Medine' de yedi ayrı akarını Allah yolunda vakfetmiştir.

      Hazreti Peygamberin bu örnek davranışını gören ashap Allah yolunda mallarını vakıf ederek bu müessesenin yaygınlaşmasına vesile olmuşlardır.

     Öyle ki Cabir: "Muhacir ve Ensardan imkan sahibi olup da vakıfta bulunmayan tek kişi bilmiyorum" der.

      Bu güzel davranışın temelinde Allah rızası, Allah'a manevi anlamda yaklaşma ve insanlara hizmet etme aşkı yatmaktadır. Bu amaç ile vakf edilmeyen ya da kurulmayan vakıf vakfedene dinen bir sevap getirmez.

      İslam tarihinde insanlara hizmet etmek için çeşitli vakıflar kurulmuş devlet ve millet te bunları yaşatmak için bizzat yardımcı olmuştur.

      Bu anlamda birçok mescid, cami, okul, medrese çeşme, aş evi, hastahane… kurulmuş ve insanların hizmetine sunulmuştur.

      Yine İslam inancında ölümün ötesinde amel defterinin kapanmaması için Müslümanların, sadaka-i cariyeye yani vakıf kurma, kurulmuş vakfa bağış yapma… gibi hayır işlerine yöneldiğini görmekteyiz

       Ölümün bize şahdamarımızdan yakın olduğu bu dünyada her ferdin amel defterinin kapanmaması için ecdad gibi imkanlar dahilinde malından vakf etmeli ya da kurulmuş vakıf ve derneklere sahip çıkıp malını zamanını harcamalı. Nitekim sevgili peygamberimiz bir hadisi şerifinde:

 "Kim Allah rızası için bir kuş yuvası kadar bir mescid inşa ederse Allah onun için cennette bir köşk inşa eder." buyurarak bize bu konuda yol göstermektedir.

         Tabi bunu yaparken de sadece vakfın genel amacını, Allah rızasını, insanlara hizmeti düşünmeli gayesi de sadece bu olmalıdır. Makam, mevki, çıkar, yağmalama… Gibi düşüncelerden uzak kalarak bu işlere girişmelidir.

      Zira inancımızda "İnsanların hayırlısı insanlara Allah için hizmet eden" anlayışı vardır." Bunun dışındaki anlayış ve inanç ne Allah'ın sevgisine ulaştırır ne de sevap kazandırır.

       Onun için vakıf, dernek ve benzeri sivil toplum kuruluşlarında görev alan her Müslümanın bu anlayışı kendi vicdanında tekrar gözden geçirmesi gerekir. Genel anlamda insanlara hizmet etmek için kurulan, yolda kalmışa, okuyan öğrenciye, hastaya, fakire, düşküne… yardım için bina edilmiş bu müesseseleri korumak ve kollamak lazım. Bu güzel amaca zarar verecek insanlara da engel olmak her Müslümanın vazifesidir.  Çünkü dinimizin genel bir ilkesidir ki Kur'an-ı Kerim’de de bu şöyle ifade edilmektedir: "İyilik ve takva üzere birbiriniz ile yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın."  Bu müesseseler de hayra ve iyiliğe vesile olduğuna göre bu ayette işaret edildiği gibi bunları kuran ve yaşatanlara yardımcı olmak, bozanları, hizmetlerini istismar eden veya bozanlara da karşı durmak dinimizin bize bir tavsiyesidir.

      Sonuç olarak şeyh Edebali'nin dediği gibi:

Gidenin değil, bırakmayanın arkasından ağlamalı.

Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.

      Zira,  "kamil odur ki, koya her yerde bir eser, eseri olmayanın yerinde yerler eser."

Soru ve Cevaplar

Ramazanda Televizyondan Kur’an-ı Kerimi abdestsiz okumak caiz mi?

     Abdest başlı başına amaç olan bir ibadet değildir. Belli ibadetleri yerine getirmeyi mubah kılan, kulun bu ibadetlere manen ve ruhen hazırlanmasına ve bu ibadetlerden azami verim elde etmesine yardımcı olan vasıta bir ibadettir.

      Abdestsiz olan kimsenin Kabeyi tavaf etmesi, Kur’an’a dokunması, onu elle tutması caiz görülmez.( Beyhaki, Sünen, I, 87-88) Abdestsiz kimsenin mushafa sadece bakarak yada ezberden Kur’an okuması caiz görülmüştür. Ancak mümin’in Kur’an okurken abdestli olması, hatta hayatının her safhasında abdestli olması hem Kur’an’ın bereketinden istifade etmesi, hem de maddeten ve ruhen kötülüklerden arınıp, yapmış olduğu güzel amellerden azami ölçüde verim elde etmesi açısından önemlidir.   

      Dolayısıyla Televizyondan Kur’an okurken abdestli olmak güzel ve hayırlı bir davranıştır. Ancak abdest olmadan da televizyondan Kur’an-ı okumak ya da dinlemek caizdir. Çünkü abdestsiz de olsa kişi televizyonda Kur’ana dokunamıyor. Onun için Kur’ana dokunulmadığından televizyondan kuran okumak caizdir.

 Vakfedilen malın zekatı var mıdır?

      Fakir, yetim ve kimsesizlerin doyurulması, okutulması, cami, mescid, yol, köprü yapımı gibi amaçlarla hayır kuruluşlarına vakfedilen mallar zekata tabi değildir. Ancak oğluna, ailesine veya falanın oğullarına gibi belirli bir kişi veya kişilere yapılan vakıflar böyle değildir.

      Böyle vakfedilen mallar zekata tabidir. Çünkü bu durumda vakfedilen malların mülkiyeti vakfedenden vakfedilene geçmekte ve onda sürekli kalmaktadır.

 Teravihte Rükûdu ve secdede ne kadar beklemek namazı geçerli kılar?    

    Fıkıh dilinde, rüku ve secdede beklemeye tadili erkan denir. Tadili erkan,  rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli olarak yapmak demektir. Namaz, müminin miracı ve İslam'ın ana direklerinden bir direk olduğundan kılındığında belli bir hassasiyet, önem ve düzgünlük içerisinde kılınması lazım.

          Tadili erkana uyularak kılınan namaz, şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böyle bir ehemmiyet içinde kılınan namaz "üstün körü" kılınmadığından bilakis tabiri caizse "dört başı mamur" kılınmadığından Allah indinde makbul olur. Böylece namazdan beklenen ibadet amacı da hasıl olmuş olur.

          Tadili erkan, Şafii, Hanbeli, Maliki ve Hanefi fıkıhçısı Ebu Yusuf'a göre farzdır. Bu fıkıhçılara göre namazda tadili erkan mutlaka yerine getirilmesi gerekir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre ise tadili erkan vaciptir.

          İslam fıkıhçılarından anlaşılan şudur ki namazda tadili erkan farzdır. Namazda dinin temel direklerinden bir direk olduğundan, namaz kılarken özellikle rükuda, rükudan doğrulmada secdede ve iki secde arasındaki oturuşta dikkat edilmesi gerekir. Yoksa namaz eksik kaldığından fasit olur.

 Bayanlar Ramazan ayında tutamadığı oruçlarını neden kaza ediyor da namazı kaza etmiyor?

     Kadınlar doğum ay hali gibi durumlarda namaz kılması, oruç tutması, Kur-an'ı tutması okuması dinen caiz görülmemiştir. Bu özürleri geçtiği zamanda namazı kaza etmekte sorumlu değil, ama orucu kaza etmesi kendisine farzdır.

Bu durum öncelikle Bu durum öncelikle taabbudi yani Allah'ın bildiripte bizim hikmetini bilmediğimiz bir meseledir.

     Fakat İslam fıkıhçıları bunu şöyle yorumluyorlardır: Namaz ibadeti her gün, her hafta, her ay ve her yıl kesintisiz bir şekilde vardır. Kadının da bu özrü hemen her ay vuku bulmaktadır. Dolayısıyla bu namazı onlara kaza ettirmek biraz zor gelebilir diye kaza farz kılınmamıştır. Ama oruç ibadeti senede bir ay olduğundan ve her zaman erişme imkanı olmayabileceğinden kazası kadınlara farz kılınmıştır.

 Günün Ayeti

Sevdiğiniz mallardan infak etmedikçe gerçek iyiliğe erişemezsiniz.

 Günün Hadisi

Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez

 Günün Sözü

Dünyaya gönül verme (zahid ol) ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikme ki, insanlar seni sevsin.

Hz. Muhammed

 Günün Duası

Allah’ım bugün nefsimizi oruçla temizle Kur’anla terbiye et.

 Ramazan Kavramları?

Nefs-i Mutmaine nedir?

İman eden, İslâm'ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiçbir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefis demektir.

 Günün Nüktesi

Bu paralar bana verilen maaştan kalanlardır…

      İslam Halifesi Hz. Ebu Bekir gayet sade ve fakirane bir hayat yaşıyordu. Halife iken uzun zaman başkalarının koyunlarını sağarak ailesinin nafakasını temin etmeye çalıştı. Neden sonra kendisine maaş bağlandı ama bu defa da verileni çok buldu. O, Medine’nin en fakir insanının geçimini kendine ölçü kabul etmişti. Bu itibarla da artan parayı bir testiye atıyor ve orada biriktiriyordu.

      İki buçuk senelik hilafeti süresince, aldıklarını hep böyle biriktirmişti. Vefat edeceği zaman da, kendisinden sonra gelecek halifeye teslim edilmek üzere, bu testiyi vasiyet ediyordu. Hz. Ömer, halife olup da testiyi kırdırınca içinden küçük küçük paracıklar çıktı ve bir de mektup vardı. Bu mektupta, yeni halifeye hitaben şöyle deniyordu:

      “Bu paralar, bana verilen maaştan arta kalanlardır. Ben Medine’nin en fakirini kendime ölçü kabul etmiştim. Artan miktarı bu testiye koydum. Binaenaleyh, bu paralar hazineye aittir ve oraya konulmalıdır.”

       Hz. Ömer mektubu okuyunca ağladı ve: “Kendinden sonrakilere çok ağır bir yük bıraktın, ya Eba Bekir” dedi.

 Bir Konu Bir yorum

Zulüm:

"Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et."

Bir adam:

-Ya Resulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse ona nasıl yardım edeyim, söyler misin? dedi. Peygamberimiz:

"Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir" buyurdu.  (Buhari, Mezalim 4)

      İslam yeryüzünün tamamında rahmet ve adaleti ayakta tutma, zulmün karanlığını hakikat ışığıyla aydınlatma misyonunu yükler Müslüman’ın omuzlarına. Müslüman olmak, kendi hayatı ve toplum hayatı hakkında sorumluluk taşımaktır. Bu misyondan kaçma, görevi çeşitli gerekçelerle erteleme lüksü yoktur. Müslüman’ın cehalet ve düşüncesizliğin, güvenli bir sığınak değil, felaketin ilk habercileri olduğu bilinecektir. İslam'da bilgisizliğe adeta savaş açılması da bu yüzdendir belki de. Bilmek, düşünmek ise sancılıdır; insanı rahat uyutmaz. Yeryüzünde rahmet ve adaletin ibkası için atılacak ilk adım da zulmün ne olduğunu, hangi maskelerle insanlığın önüne çıkabildiğini fark edip bütün peygamberlerin benimsedikleri onurlu duruşa sahip çıkabilmek, görünürdeki değerlendirmelere aldanmadan, zulmün payidar olamayacağını bilerek dinin ve vicdanın sesine kulak verebilmek olmalıdır.

        Haksızlık kim tarafından kime karşı yapılmış olursa olsun dinin yasakladığı bir kavram. İster ebeveyn-evlat ilişkisinde, ister amir-memur, ister yöneten-yönetilen, hiç fark etmez, haksızlığa ses çıkarmamak da, karşı tarafın sınırlarını belirlemesinde sorun oluşturacaktır. "Ses çıkarma"nın sayısız yöntemleri arasından Müslümana yakışan, "İncitmeyen Peygamber"in ümmeti olduğunun şuuruyla, en doğru sonuca en sağlıklı yöntemle nasıl ulaşılacağı sorusunun cevabına uygun hareket etmek olacaktır kuşkusuz. "Bir insanın hayatını kurtarmanın bütün insanlığı kurtarmakla eşdeğer" tutulduğu dinin bilinçli müntesipleri, duygu-akıl dengesini iyi kuracak, Hudeybiye örneğinde olduğu gibi kısa zamanın kârını uzun vadede elde edilebilecek kalıcı menfaat için feda edebilecektir.

"Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir" hadisinde toplumdaki maddi ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlılık beklenirken bu hadiste sorumluluğun bir başka alana, bilgisizlik, adaletsizlik gibi toplumu içten çökerten manevi mahrumiyetlere yönlendirilmesi isteniyor. Böylece İslamın, hayatı her cepheden kuşattığına bir kez daha şahit oluyoruz.

     Dinde, ahlakta, eğitimde, ekonomi, siyasette, felsefede... düşünen, araştıran, bilgi ve erdem peşinde koşan, öğrendikleri kendisinde, M.Akif'in dediği gibi "Hakkı tutup kaldırma" cesareti oluşturan nesiller yetiştirmek de yine bu ümmetin Cahiliyye taassubundan kurtulduğunun nişanesi olacaktır.

Ölüye rahmet diriye hizmet… Vakıf
Doç. Dr. Zeki Uyanık
Yazarımız Kim ?

Doç. Dr. Zeki Uyanık