Sayfa Yükleniyor...
İsraf, insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi, lüzumsuz ve gereksiz harcama yapması anlamına gelir.
İslamda israf ayet ve hadislerle yasaklanmıştır. Nitekim: Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma. Zira böyle saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Ayetleri bu yasağı açıkça dile getirmektedir.
Bu ayet-i kerimedeki tebzir kavramı, malı, mülkü saçıp savurmak, akılsızca harcamak, gerektiği yere sarf etmemek anlamındadır. Ayet, saçıp savurmayı nankörlükle, bu davranışı sergileyenleri ise şeytanın kardeşi olmakla nitelemektedir ki bu, israf olayının ve müsrif olmanın ne denli kötü bir şey olduğunu ortay koymaktadır. Kuran-ı Kerimde meşrûiyet sınırını aşanlar için sık sık müsrif, müsrifîn, müsrifûn kelimeleri kullanılmaktadır.
Hazreti Peygamber de: Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, giyiniz ve sadaka veriniz sözü ile israfın yasaklığını ortaya koymuştur.
Yine Rasulullahın hayatından dikkat çekici bulduğumuz şu olay, İslamın israf konusunda ne denli titiz olduğunu ortaya koymaktadır: Bir defasında Hazreti Peygamber Sada uğradı. Sad bu esnada abdest alıyordu. Rasulullah, onun suyu aşırı kullandığını görünce Bu israf nedir? diye sordu. Sad da, abdestte de israf olur mu? dediğinde, Peygamber de: Evet hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile, şeklinde cevap verdi.
Yüce Allah, bütün varlıkları insanların hizmetine sunmuştur. Ve insanoğluna sayamayacağı kadar nimet vermiştir.
Allahın nimetlerini saysanız onları sayamazsınız.
Keza göklerde ve yerde bulunan şeylerin hepsini yine O, sizin emrinize amâde kılmıştır.
İnsanlar, Allahın bu sayısız nimetlerinin bir kısmından emek sarf etmeden yararlansalar da, bir kısmından yararlanabilmeleri için ancak çalışıp çabalamaları gerekmektedir. Çünkü:
İnsan için ancak çalıştıklarının karşılığı vardır.
Allah da, çalışanların, işlerini iyi ve sağlam yapanların, emeklerini zayi etmez, onları mükafatsız bırakmaz.
İman edenler ve iyi amel işleyenlerin mükafatlarını elbete zayi etmeyiz.
Çalışıp servet sahibi olmak kadar serveti doğru bir şekilde harcamak, aile fertlerinin, akrabanın, yoksulların ve toplumun haklarını vermek de önemlidir.
Yüce Allah, her şeyi bir ölçü ve denge ile yaratmıştır. İnsanlar da hayatın her alanında olduğu gibi, harcamalarında da ölçülü ve dengeli olmak durumundadırlar.
İslam, mal, mülk ve para harcamakta ihtiyacı ölçü almış, gereksiz ve faydasız yerlere yapılan lüzumsuz harcamaları yasaklamıştır. Masraf gelire göre değil ihtiyaca göre yapılmalıdır. Gelirimiz artsa bile harcama ihtiyaç hududunu aşmamalıdır.
Her konuda olduğu gibi bu hususta da İslam, israf v e cimriliğe kaçmadan itidali emretmektedir. Dinimizde bu ölçü olgun mümin olabilmenin vasıflarından biri olarak kabul edilmiştir. Kuran-ı Kerimde bu hususta şöyle buyrulmaktadır:
Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma diğer bir ayet-i kerimede:
Onlar ki harcadıkları vakit ne israf ne de sıkılık yapmazlar. (harcamalarında) ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Ayette israf ve cimriliğin yerilmesine karşılık, ölçülü ve dengeli olma övülmekte ve bu tutum Rahmanın kullarının özelliği olarak zikredilmektedir.
Kısacası buraya kadar zikrettiğimiz ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde servetin, mal-mülkün, para ve ekonomik değerlerin, ihtiyaç maddelerinin harcanmasında israf yapılmaması istenmektedir. Ve bu davranışın, olgun müminin davranışları arasında yer aldığı belirtilmektedir.
Soru ve cevaplar
Oruçlu kimseye serum takılsa orucu bozulur mu?
Ramazan ayında gündüz vakti serum takmak, iğne yaptırmak imam-I Azam Ebu Hanifeye göre orucu bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü bu serum ve iğne hem oruçlunun rızası ile yapılmakta hem de vücudun yararına bir davranıştır.
İmam Yusuf ve Muhammed'e göre ise bir şey tabii yoldan içeriye gitmedikçe orucu bozmaz. Çünkü iki imama göre orucun anlamı: "Yaratılışta bir yol ve kanal olan bir uzuvdan bir şeyi içeriye sokmaktan kendini tutmaktır."
Böyle bir imsak ile emr olunduğundan, bu hususta geçici olan yol ve kanallara itibar edilmez. Dolayısıyla serum ve iğne orucu bozmaz.
Ama her halükarda serumu ve iğneyi imkan varsa iftardan sonraya bırakmak daha doğru ve yerinde bir davranış olur.
Ramazanda okuduğumuz hatimleri ölülerimize bağışlayabilir miyiz?
Yapılan ibadetlerin ve hayırların sevaplarını başkasına bağışlamak dinen caizdir. Kişi okuduğu Kur'an'ın, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve istediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir.
İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur. Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de bunlar iyilik ve sevaplarının çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olabilir. Nitekim annesi babası öldükten sonra onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını soran bir kimseye: Evet yapabilirsin diye cevap veren efendimiz. Aynı şekilde annesinin aniden öldüğünü, şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran Sahabeye de: "Evet ulaşır. Onun namına sadaka ver" buyurmuşlardır.
Buna göre, Ramazanda ya da bir başka zamanda okuduğumuz hatimleri, Yasinleri, Fatihaları, duaları ölen akrabalarımızın ruhlarına bağışlayabiliriz. Ayrıca kişi sevabı bağışlarken kendi sevabından da bir şey kaybetmez. Sevap her iki kişiye de aynı şekilde yazılır.
Göze merhem sürmek oruca zarar verir mi?
Oruçlu olan kimse gözüne merhem sürebildiği gibi damla da damlatabilir Bunun için hiç bir mani yoktur. Oruca zarar vermez.
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçarsa orucu bozulur mu?
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçsa; oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa ittifakla orucu bozulmaz.
Oruçlu olduğunu hatırladığı takdirde ağzına su verirse Hanefî mezhebine göre orucu bozulur. Bilahare bir gün kaza etmek zorundadır.
Şafiî mezhebine göre ise oruçlu olduğunu bildiği halde mübalağa yapmadan ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa orucu bozulmaz. Amma mübalağa etmiş ise orucu bozulur
Gusül abdesti olmadan yapılamayan ibadetler nelerdir?
Gusül manevi bir temizliktir. Gusül abdesti alınmadan yapılamayacak ibadetler: Namaz kılmak, Kabeyi tavaf etmek, Kurân-ı Kerim tutmak ve okumak, mescide girmek gibi ibadetlerdir.
Ancak dua, zikir, tespih ve benzeri ibadetler ise gusülsüz olunduğu zamanlarda bile yapılabilir. Aynı zamanda kişi korunmak için Felak, Nas, Fatiha türü kısa süreleri de okuyabilir.
Oruç fidyesi bir yoksula mı, yoksa birkaç yoksula mı verilmelidir?
Tutulamayan oruçların fidyeleri bir yoksula verilebileceği gibi birçok yoksula da pay edilebilir. Önemli olan bu fidyenin hak eden fakire verilmesidir.
Günün Ayeti
And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.
Günün Hadisi
"Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur."
Günün sözü
Oruç tutan müminin susması tespih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.
Deylemi
Günün Duası
Allahım kıldığımız namazları, tuttuğumuz oruçları, verdiğimiz sadakaları, yaptığımız dua ve tövbeleri kabul et ve bizlere ahirette şefaatçı kıl.
Ramazan kavramları
Nisap miktarı nedir?
Zekat vermek için kişinin dinen zengin sayılmanın ölçüsüdür.
Günün Nüktesi
Efendimiz Sordu:
"Hanginiz mirasçısının malını kendi malından çok sever?"
Sahabeler:
"Ey Allah'ın Elçisi! Hepimiz kendi malımızı daha çok severiz" dediler.
Resul-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Hayır. Mirasçısının malını kendi malından daha çok sevmeyen kimse yoktur.
İnsanın kendi malı, ahirete gönderdiğidir; göndermedikleri ise mirasçıların malıdır."
Esmaül Hüsne ve Anlamları
(Allahın İsimleri)
Rahman:
Rahman, Allah'ın hem ismi hem de sıfatıdır.
Rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri ihsan hususunda rahmetini mahlûkatından hiç esirgemeyen anlamında olan Rahman, Rahim isminden daha geniş kapsamlı bir mana ifade eder.
Çünkü Rahman ismi ile Allah, dünyada hem müminlere hem de kafirlere rahmet etmektedir. Allah dünyada hem mümine hem de kafire mal, mülk, makam, rızık veriyor, inanan inanmayan bütün insanlara rahmet ismi gereği nimet veriyor.
Bu isim, Allah lafzına bağlı olarak zikredildiğinde sıfat anlamındadır. Ancak Kuranda bu şekilde değil, özel isim olarak kullanılmıştır. Bu isim sadece Allah'a has özel isimlerden olduğu için daha çok bir isme bağlı olarak değil; yalnız zikredilmesi hoş karşılanmıştır.
Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmeledeki Rahman ve Rahim isimleri arasındaki fark, Allah Teala, dünyanın Rahmanı ve Ahiretin Rahimidir cümlesinde veciz bir şekilde dile getirilmektedir.
Büyük Tasavvufçular
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinin Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" unvanını almış olan Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.
Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.
Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu.
Tasavvufun büyük kollarından birisi olan Mevlevilik tarikatı da Hz. Pire dayanmaktadır.