2

Sadaka Taşı ve Zimen Defteri


  • Oluşturulma Tarihi : 15.06.2016 08:25
  • Güncelleme Tarihi :

İslam dini yardımlaşmaya ve dayanışmaya çok önem vermiş bir dindir. Bunun da en güzel örneklerinden biri sadakadır. Riyakarlıktan ve gösterişten uzak rıza-i ilahi için verilen, sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek vecihte verilen sadaka, veren kimseyi ahiret gününde hiçbir gölgenin olmadığı günde arşın gölgesinde hesap sahasına gitmesine vesile olur.

Dinimiz hali-vakti yerinde olanların fakirlere yardım yapmalarını emreder. Bu yardımların da gizlice verilmesini, alanların rencide edilmemesi ister. Çünkü şüphesiz ki en makbul yardım gizliden gizliye yapılan yardımdır. Atalarımız da bunu çok güzel becermiş. Atalarımız bu iş için  “sadaka taşını ve zimen defterini” icat etmişlerdir.

Peki, eskilerin icat ettiği sadaka taşları ve zimen defterlerinin özelliği ve işleyişi nasıl oluyordu?

Sadaka taşları, bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu.

İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblâğın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. 17. yüzyıl İstanbul'unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşa tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazar.

Bu sadaka taşlarının en büyük özelliği yardımı alanlarının küçük düşmediği, verenlerin de kibirlenmediğidir. Çünkü sadaka vermek isteyenler gecenin bir kısmında gelir karanlıkta kimsenin olmadığı bir ortamda sadakalarını bırakır giderlerdi. İhtiyaç sahibi olup da kimseden isteyemeyen kimseler de bu taşlardan yardım almak için gecenin ilerleyen bir saatinde kimsenin olmadığı ve görmediği bir vakitte ve bu taşların olduğu yere gelir, ihtiyacı olduğu kadar bir meblağ alır gerisini bir başka ihtiyaç sahibine taşın içinde bırakırdı. Veren de alan da belli değil. Halk tarafından alan da veren de bilinmiyor.

Zimen Defteri ise, “Esnaftan veresiye mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteridir. Yani borçlu ile borcunun miktarı yazılı olan defterdir."Ramazan ayında hali vakti yerinde olan kişiler kılık-kıyafet değiştirerek hiç tanımadıkları mıntıkalara gidip, bakkalın, manavın tenha zamanlarını seçerek: "Zimen defteriniz var mı?" diye sorarlardı,

Esnaf evet var deyip bu defteri çıkarınca, gelen şöyle derdi: "Lütfen baştan, sondan ve ortadan şu kadar sayfanın yekûnunu siliniz."

Esnaf da bu kadar sayfanın toplamını hesaplar ve gelen de kesesini çıkartarak öderdi.   Böylelikle, borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu, borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmez, bu işte hiçbir maddi çıkar düşüncesi gözetmeksizin, sırf Allah'ın rızasını kazanmak ve ihtiyacı olanın sıkıntısını gidermek amacıyla; karşılıksız, riyasız, gösterişsiz olarak verdiklerini unutur ve bu şuurla verebilmenin de bir mazhariyet, Allah'ın bir lütfu olduğunu bilerek buna şükrederlerdi.

Evet, nerden nereye gelmişiz geçmişte insanlar sadece ihtiyacı kadar alır gerisini taşın içinde bırakırlardı. Düşünüyorum da acaba bugün böyle bir taş olsa kaçımız için de para bırakırız. Değil parayı bırakmak taşı bile alır götürürüz diye düşünüyorum.

Demek ki toplum olarak ümmeti İslam olarak ne kadar bozulmuş ve değişmişiz. Eskiden sadaka taşında parayı bırakan toplum şimdi insanların çantalarını çalmakta, sokağın ortasında kapkaççılık yapmaktadır.

Soru ve Cevaplar

Teravihte Rükûdu ve secdede ne kadar beklemek namazı geçerli kılar?    

Fıkıh dilinde, rüku ve secdede beklemeye tadili erkan denir. Tadili erkan,  rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli olarak yapmak demektir. Namaz, müminin miracı ve İslam'ın ana direklerinden bir direk olduğundan kılındığında belli bir hassasiyet, önem ve düzgünlük içerisinde kılınması lazım.

Tadili erkana uyularak kılınan namaz, şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böyle bir ehemmiyet içinde kılınan namaz "üstün körü" kılınmadığından bilakis tabiri caizse "dört başı mamur" kılınmadığından Allah indinde makbul olur. Böylece namazdan beklenen ibadet amacı da hasıl olmuş olur.

Tadili erkan, Şafii, Hanbeli, Maliki ve Hanefi fıkıhçısı Ebu Yusuf'a göre farzdır. Bu fıkıhçılara göre namazda tadili erkan mutlaka yerine getirilmesi gerekir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre ise tadili erkan vaciptir.

İslam fıkıhçılarından anlaşılan şudur ki namazda tadili erkan farzdır. Namazda dinin temel direklerinden bir direk olduğundan, namaz kılarken özellikle rükuda, rükudan doğrulmada secdede ve iki secde arasındaki oturuşta dikkat edilmesi gerekir. Yoksa namaz eksik kaldığından fasit olur.

Ramazan ayında kaza namazı borcu olan teravih namazı kılabilir mi?

Bu konuda Hanefi ile Şafii mezhep imamları farklı görüşlerde bulunmuşlardır.

Hanefilere göre: Kaza namazı borcu olanlar beş vakit namaz öncesi ve sonrası sünnetleri kılmalı, kaza namazı kılmak için bu sünnetleri terk etmemelidir. Ayrıca, kılınması için hakkında hadis bulunan diğer kuşluk, tesbih, evvabin, teheccüd namazları da kılınmalı, kaza namazı için bunlar da terk edilmemelidir. Bunların dışında kendiliğinden kılınan nafile namazlar olacaksa, işte bunların yerine kaza namazı kılınması uygun olur. Ama namaz öncesi sonrası sünnetlerle, kılınması için Efendimizin tavsiyeleri bulunan sünnetler kaza namazı için terk edilmemelidir. Peki, kaza namazı için Sünnetler terk edilirse ne olur? Hiçbir şey olmaz. Sadece bir farz kılınmış, bir sünnet de terk edilmiş olur.

Şafiilere göre ise: Farz namazı borcu olanların sünnet kılması caiz değildir. Kazası olan  bir an evvel farzları kılıp borçlarından kurtulmalı, ondan sonra sünnetleri kılma imkanı elde etmiş olmalıdır.

Şafiilere göre kişi ahiret gününde sünnet namazlarından sorulmayacaktır. Ama farz namazlarından sorulacaktır. Öyleyse kul sorumlu olduğu farz ibadeti yerine getirmelidir. Ondan sonra sorumlu olmadığı sünnet ibadeti ifa etmelidir.

Oruçlu iken boy abdesti almak caiz midir?

Ağız veya burundan su girip yutulmadıkça yıkanmakla oruç bozulmaz. Bu itibarla ağız ve burundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun (ihtiyarî veya zarurî olarak) boy abdesti alması caizdir.

Nitekim Hz. Aişe ile Ümmî Seleme validelerimiz Peygamberimizin Ramazan’da imsaktan sonra boy abdesti almış olduğunu haber vermişlerdir. Buna göre geceden cünüp olarak imsak vaktine girmek oruca zarar vermediği gibi, oruçlu iken boy abdesti almak da orucu bozmaz.

Yolculuğa çıkıldığında orucu bozmak caiz mi?

Yolculuk hali genellikle sıkıntı ve meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda kolaylıklar getirilmiştir.

Yolcu olanlar için namazın terkine değil kısaltılmasına veya ileri vakti bir arada kılma ruhsatı verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun terk edilmesine ruhsat verilmiştir.

Bunun için geceden niyetlendiği orucu tutarken gündüz yola çıkmak durumunda kalan kimse Hanefilere göre bu orucunu tamamlasa daha iyi olur, fakat bozması durumunda kefaret gerekmez.

Şafii mezhebine göre ise Ramazan ayında geceden niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söylemişlerdir. Tabi yolcu dilemesi halinde orucunu da tutabilir. Hatta tutması daha hayırlıdır.

 Günün Ayeti

Siz Allah için verirseniz, Allah onun yerine daha iyisini verir.

 Günün Hadisi

Kim iman edip düzgünce Ramazan ayı orucunu tutarsa geçmiş günahları affedilir.

 Günün Sözü

Zekat malı temizler.

Kuran-ı Kerim

 Günün Duası

Allah’ım bize haramsız bir mal, günahsız bir yaşayış, imanlı bir hayat nasip et.

 Ramazan Kavramları

Salvele nedir?

Hz. Peygambere salâvat okumak demektir. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra Hz. Peygamber hakkında "... Ve's-Salatü ve's-selâmu alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain" şeklinde yapılan dua demektir.

 Günün nüktesi

Köle çocuk…

Peygamber Efendimizin sevgili torunu Hz. Hasan Medine’de dört tarafı duvarla çevrili bir bahçenin yanından geçiyordu. Gözü, orada oturan küçük bir zenci çocuğa ilişti. Çocuğun elinde bir ekmek, önünde de bir köpek vardı. Yavrucak, ekmekten bir parça kendisi yiyor, bir lokma da köpeğe veriyordu. Bu şekilde yaparak bütün ekmeği bitirdi.

Hz. Hasan ona neden böyle yaptığını sordu. Çocuk; “Gözlerim o köpeğin gözlerine bakarken daha fazlasını yemekten utandım” diye cevap verdi.

Hz. Hasan bu sözden çok etkilendi ve kölenin ve bahçenin sahibi olan İbban bin Osman’dan hem bahçeyi, hem de çocuğu satın aldı.

Kölenin yanına giderek; “Ben seni satın aldım” deyince o tatlı çocuk ayağa fırladı; “Allah’ın ve O’nun peygamberinin, sonra sizin emirlerinizi dinleyip itaat edeceğim” dedi. Hz. Hasan ise; “Benim tarafından azad edildin ve bu bahçeyi de sana bağışladım” buyurdu. 

Esmaü’l Hüsna ve Anlamları

(Allah’ın İsimleri)

Vehhab:

Kullarına hiçbir karşılık gözetmeksizin tekrar tekrar ve çok çok bağışlarda bulunan demektir.

Bu isim Allah hakkında, kapsamlı ve geniş bağışa; hiçbir karşılık beklemeksizin ve hiçbir amaç gütmeksizin zorlanmadan daima vermek anlamına gelir. Oysa O'nun dışında bağışta bulunan herkesin dünyevi veya ührevi, er veya geç bir amacı ve çıkarı vardır. Bu yüzden mutlak hibe, yalnız Allah için geçerli olup, bu sıfatın O'ndan başkası için kullanılması doğru değildir. Vehhâb ismi Allah'ın bütün fazlını, ihsanını, keremini, geniş mülkünü ve adaletini kapsar.

 

Büyük Tasavvufçular

Mevlana Celaleddin-i Rumi

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" unvanını almış olan Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır.

Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti.

Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.

Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu.

Tasavvufun büyük kollarından birisi olan Mevlevilik tarikatı da Hz. Pire dayanmaktadır.

Sadaka Taşı ve Zimen Defteri
Doç. Dr. Zeki Uyanık
Yazarımız Kim ?

Doç. Dr. Zeki Uyanık