Zekâtın farz olmasının temelinde her ibadette olduğu gibi iman şartı vardır. Yani zekâtı verecek kimsenin Müslüman olması şartı vardır. İmandan sonraki şart kişinin hür, akıllı, tabi ihtiyaçlarından fazla artıcı vasıftaki mala tam bir mülkiyetle sahip olup ve bu mülkiyetinin üzerinden bir sene geçmesi halinde kendisine zekât farz olur.
Ticaret malları zekâta tabidir. Emlakçıların ticari amaçlı olarak alıp sattıkları daireler de ticaret malı kapsamında yer alır. Buna göre, büro, ikamet gibi kullanım amaçlı olmayıp alıp satmak amacı ile Emlakçıların ellerinde bulundurdukları dairelerin, borçları çıktıktan sonra değeri nisap miktarına ulaşmış ve üzerinden bir yıl geçmiş ise kırkta bir oranında zekâtının verilmesi gerekir.
Satın alınıp teslim alınmamış mallar zekâta tabidir. Çünkü alıcı, satım akdi sonucu bu mala tam mülkiyetle sahibi olmuştur. Malın elinde olmaması zekâtın alıcıya farz olmasına mâni değildir.
İtikâf fıkıhta bir mescitte belirli kurallara uyarak ibadet niyetiyle kalmak demektir. Buradaki kalma zaruri ihtiyaçlar olmadıkça dışarıya çıkılmayacak şekilde olmaktadır. İtikâfın meşruiyeti Kur’an ve sünnetle sabittir. Nitekim Allah’u Teala bu hususta Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır: “… Mescitlerde itikâf halinde iken eşlerinizle birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar.” (Bakara, 2/187) Ayetten de anlaşıldığı gibi itikâf, Allah Teala tarafından uygun görülmüş ve belli kurallara uyarak bu itikafın yerine getirilmesi istenmiştir. Hz. Peygamber de Medine’ye hicret ettikten sonra vefat edinceye kadar her yıl Ramazan ayının son on gününde itikâfa çekilirdi. Bu delillerden hareketle bir Müslüman’ın Ramazan ayının son gününde itikâfa girmesi, sünnet-i müekkede olarak kabul edilmiştir. İmkân bulabilenler Peygamberimizin bu güzel sünnetini yaşatırlarsa büyük bir ecre nail olurlar.
Zekât ibadeti. İslam’ın beş temel esası arasında yer alan bir ibadet olması sebebiyle namaz ve oruçla mükellefiyetle söz konusu olan şartlar ilke olarak zekâtta da aranır. Ancak zekât, sosyal yardımlaşma ve dayanışma içeriği de taşıyan mali bir mükellefiyet olması ve üçüncü şahısların haklarını da ilgilendirmesi sebebiyle, diğer ibadetlerde aranan akıl ve buluğ bunda aranıp aranmayacağı fıkıhçılar arasında tartışma konuşu olmuştur. Ebu Hanefi akıllı ve baliğ olmayanları zekâtta mükellef tutmamıştır. Yani ergenlik çağında olmayan zengin kimse zekât çıkarması gerekmiyor. Şafii ve diğer fıkıhçılar ise akıl hastalarının ve buluğa erişmemiş çocuğun malları zekâta tabidir. Bu borçlarını da veli vasileri çocuğun malından öder. Bu iki farklı görüşten, çoğunluğun yani Şafii ve diğerlerinin görüşü daha güçlü ve tercihe şayan görünmektedir. Çünkü zekât netice itibariyle zenginliğin borcudur, topluma karşı bir yükümlülük mahiyetindedir ve sosyal adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektedir.
Onların mallarından zekât al. Onunla kendilerini temizlemiş ve arıtıp geliştirmiş olursun.
Tevbe, 9/103.
“Âdemoğlunun iki deve dolu altını olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun bu muhteris gönlünü topraktan başka hiçbir şey doldurmaz”
(Müslim, “Zekât”, 39.)
“Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.”
İbn Mübarek
Allah’ım elimizi, ayağımız, gözümüzü, bütün organlarımızı haramdan, oruçlarımızı da riyakârlıktan koru.
Fecr-i Sâdık
Gece karanlığının kaybolmaya başlayıp güneş ışığının belirtilerinin görünmeye başladığı, ufuktaki aydınlığın enlemesine, uzunlamasına ufka yayıldığı vakit. Gündüzün başlangıcı olan fecr-i sâdıkla, sabah namazının vakti girer ve imsak vakti başlar.
Anne Baba Rızası…
Ebû Hureyre diyor ki: Hz. Peygamberim:
- Yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun, buyurdu.
Kendisine:
- Kime yazıklar olsun, ey Allah’ın Resûlü, diye soruldu.
Peygamberimiz:
- Anne-babasından birinin veya her ikisinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip de Cennete giremeyene (onları razı ederek cennete girmeyi hak edemeyene), buyurdu.
(Müslim, Birr, 3)