Sayfa Yükleniyor...
Pandemi öncesi dönemde çocuklarımız da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu sık karşılaştığımız bir rahatsızlıktı. Buna bir de pandemi süresince artan ekran süreleri ve sosyal izolasyon eklenince çocuklarımızda dikkat eksikliği şikayetleri çok daha fazla görünür hale geldi. Ders başarısında azalma, konsantre olamama, unutkanlık ve bellek problemleri çocuklarımızın gündelik ve akademik hayatlarını olumsuz olarak etkilemektedir.
Bir yıldır devam eden ve birkaç yıl daha etkilerini hissedeceğimiz Kovid-19 pandemisi maalesef bütün hızı ile sürüyor. Peki, bir yıl da hayatımızda neler değişti? Bunun cevabı belki de hayatımızın her alanında her şey olabilir. İş, ev, sosyal hayatlarımız, çocuklarımızın eğitim şekli başta olmak üzere bütün yaşam şeklimiz bir şeklide etkilendi ve belki de kalıcı olarak değişti. Bu değişiklilere uyum sağlamak elbette ki kolay olmadı. Arkadaşlık ilişkilerimiz daha mesafeli ve dijital ağırlıklı iletişime dayalı hale geldi, okul hayatlarımız online olarak sürüyor, meslek kolu uygun olanlar evden çalışmaya geçtiler, sosyal hayatlarımız çekirdek ailemiz ile sınırlı olarak dört duvar arasına sıkıştı. Bu değişkenliklerin erken dönem etkileri bizleri ve çocuklarımızı son derece zorlarken, bir de bu durumun gelecekteki olası etkilerini düşünmemiz gerekiyor.
dr.erhanbayram@yahoo.com
Çocukluk döneminde baş ağrısı şikayetine çok sık rastlanmaktadır. Çocukların yaklaşık yarıya yakınında aralıklı baş ağrısı yakınması olduğu görülmektedir. Bu oran ergenlik döneminde daha da artmaktadır. Geçirilen enfeksiyonlar, migren, kafa travmaları, hipertansiyon, kafa içi yer kaplayan kitleler, psikojenik durumlar, görme bozuklukları, beslenme ve sıvı alımında yetersizlikler gibi birçok neden çocuklarda baş ağrısına neden olabilmektedir. Migren tipi baş ağrıları erken çocukluk döneminde başlayabilir ve görülme sıklığı ergenliğe doğru artar. Yapılan çalışmalarda ergenlerde migren sıklığının erişkin oranlarına yakın olduğu tespit edilmiştir. Eğer yakın akrabalarda migren varsa bu oran daha da artmaktadır.
Baş ağrısı ani ve şiddetli ise, özellikle ense kısmında ve şiddeti giderek artıyorsa, hapşırma, öksürme ve ıkınma ile şiddeti artıyorsa, kusma ve ateş eşlik ediyorsa, çift görme varsa ya da travma sonrası gelişmişse en kısa sürede çocuk nöroloji hekimine başvurmak gerekir. Böyle durumlarda genellikle beyin görüntülemesi (tomografi veya MR) yapılarak baş ağrısında altta yatan neden saptanmaya çalışılmaktadır, ancak tanıda esas olan fizik muayenedir. Çocuklarımızın genel, bütün sistem muayeneleri detaylı olarak yapılmalıdır.
Uzun süreli, sık baş ağrıları çocuklarımızın hayat kalitelerini düşürmekte, sosyal ortam ve akademik performanslarında kötüleşmeye neden olabilmektedir. Baş ağrısı nedeninin ortaya çıkarılması ve tedavisi
Bugün köşemi değerli Uzm. Klinik Psikolog Ece Ayyürek’e emanet edeceğim. Ayyürek, sizlere pandemide doğru ebeveynlik konusunda yardımcı olacak. Keyifli okumalar.
Hepimiz daha önce benzerini yaşamadığımız belirsiz ve oldukça zorlu bir dönemden geçiyoruz. Salgın nedeniyle evlerimize kapanmak zorunda kaldık ve hiç de alışık olmadığımız bir yaşam tarzı ile tanıştık. Bu durumdan en çok etkilenen de genç kesim ve çocuklar oldu. Bu dönemde yaşanan korku, endişe, tolerans düşüklüğü ya da üzüntü son derece doğal tepkilerdir. Bu dönemde verdiğimiz en belirgin tepki kaygı oldu. Aslında bizler nasıl normal yaşamda belirli bir seviyede yaşanan kaygının olumlu olduğunu savunuyorsak, şuanda yaşanan kontrollü kaygının da olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni duygular olumsuz olsa bile bize gerekeni yapmamızı söylediği için eğer kaygı hissedilmezse önlem de alınmayacağındandır. Pandemi sürecinde yaşanan kaygının en temel nedeni ‘belirsizlik’. Hem virüs hakkında çok fazla bilgi sahibi olmamamız hem de izolasyon sürecinin ne kadar süreceğinin bilinmezliği yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da kaygıya neden oluyor. Bunun önüne geçmek için aileler çocuklara neden dışarı çıkmamaları gerektiğini ve sosyal izolasyonu anlatmalı. Tabii ki anlatım şekli yaş grubuna göre farklılık gösterecektir. Okul öncesi yaştaki çocuklarda somutlaştırma gelişmediği için normal bir şekilde
Epilepsi hastalığı en sık görülen nörolojik hastalıklardan birisidir. Türkiye’de yaklaşık olarak 800 bin epilepsi tanılı olgu bulunmakta ve bu kişilerin yarısı çocuk hastalardan oluşmaktadır.
Beyindeki anormal elektriksel aktivitenin oluşturduğu bilinç kaybı, vücudumuzun herhangi bir yerinde görülebilen istemsiz hareketler, gerçekte var olmayan görsel ya da işitsel olayların algılanması gibi çok farklı bulgular epilepsi hastalığı belirtisi olabilmektedir.
Epilepsi tanısı konulan ve ilaç tedavisi başlanılan olguların, düzenli yaşam sürmeleri, beslenme ve uyku düzenine dikkat etmeleri, yeterli sıvı alımının sağlanması nöbetlerin kontrol altına alınmasında çok önemlidir.
Son günlerde ülkemizde görülen ve rekor düzeylerde artan hava sıcaklıkları epilepsi tanılı olgularımızın nöbetlerinin kontrolünde zorlanılmasına neden olmaktadır.
Aşırı sıcaklara bağlı gelişen uyku düzensizlikleri, fazla terleme sonucu gelişen vücutta sıvı ve elektrolitlerin kaybı ve yoğun güneş ışığına maruziyet nöbetlerin artması ile sonuçlanabilmektedir.
Sadece epilepsi tanısı bulunan çocuklarımızın değil bütün insanlarımızın bu güneşli ve aşırı sıcak günlerde serin ortamları tercih etmeleri, sıvı alımlarını artırmaları gerekmektedir.
Özellikle öğle saatleri gibi güneş ışınlarının dik olarak geldiği dönemlerde gölge ve kapalı ortamlarda bulunmaları yaşam kaliteleri açısından çok önemlidir.
Epilepsi hastalığında sadece ilaç tedavisi yeterli değildir. İlaçların düzenli kullanımı ile birlikte, beslenme ve sıvı alımının optimize edilmesi, uyku düzenine dikkat edilmesi de ilaçlar kadar nöbet kontrolünde etkili olmaktadır.
Sağlıklı günler dilerim!
Son aylarda tek gündemimiz maalesef coronavirüs oldu. Virüsün hızlı bulaşması ve ölümcül olabilen etkileri nedeniyle alınan tedbirler kapsamında 65 yaş üstü ve 20 yaş altı çocuklarımızın karantina günleri devam etmekte. Çocuklarımızın eğitim hayatlarının sürdürülebilmesi maksadıyla hem devlet hem de özel okullarımız eğitim programlarına evde online olarak devam etmekteler.
Çocuklarımızın salgın öncesi gündelik hayatlarında okuldan kalan vakitlerinde zaten fazlasıyla uzun olan ekran süreleri, hem online eğitim hem de evde geçirdikleri sürenin uzaması nedeniyle çok ama çok artmış durumda. Daha önceleri de tekrar tekrar vurguladığımız gibi çocuklarımızın telefon, tablet, televizyon (3T) karşısında uzun süreler geçirmesi birçok nörolojik ve psikiyatrik hastalığın gelişmesine neden olabilmektedir.
Epilepsi (sara) hastalığı, dikkat eksikliği hiperaktivite, migren, otizm gibi rahatsızlıklar çocuklarımızın arasında belirli oranlarda görülmektedir. Ancak ekran süreleri uzun olan çocuklarımızda hem hastalık görülme sıklığı artmakta hem de tanı almış olgularda şikayetler belirginleşmektedir. Örneğin epilepsi tanısı ile ilaç tedavisi altında olan çocuklarımızın ekran sürelerinin uzaması nöbet sıklığını ve sürelerini artırmaktadır. Son zamanlarda çocuk nöroloji kliniklerine nöbet şikayeti ile başvuran olgular artmaktadır.
Coronavirüs korkusu yaşadığımız bugünlerde tedbir almamız, izolasyona dikkat etmemiz tabii ki önemlidir. Ancak bu kurallara
2020 yılı daha üç ayını bile doldurmadan depremler, savaşlar, şehit haberleri, ekonomik sıkıntılar derken bir de küresel bir salgınla mücadele etmemiz gereken bir dönemde bulduk kendimizi. Çin’in Wuhan kentinden başlayan koronavirüs salgını çok kısa bir sürede bütün Dünya’yı etkisi altına aldı. Hastalık bulguları gelişen ve kaybedilen insan sayısı günden güne artıyor ve daha da artacak gibi görünüyor.
Koronavirüs enfeksiyonunun özellikle yaşça ileri insanları etkilediği ve ölümlere sebebiyet verebildiğini görüyoruz. Ancak Çin, İtalya ve diğer ülkelerden tüm dünyaya ilan edilen verilere bakıldığında orta yaş grubu ve çocuklarımızın da bu hastalıktan etkilenebildiğini ancak ölüm oranlarının yaşlı gruptan daha düşük olduğunu söyleyebiliriz. Çocuklarımız ve orta yaş grubu insanlarımız bu enfeksiyonu taşıyarak, yaşlı grup ile temasları halinde onlara bu enfeksiyonu bulaştırmakta ve onların kaybedilmesine neden olabilmektedir.
Koronavirüs enfeksiyonunun çocuklarda oluşturduğu etkilere bakıldığında henüz 9 yaş altında bu hastalığa bağlı kaybedilen olgu yok ancak, hafif gribal enfeksiyon bulgularından, ağır solunum sıkıntısına kadar farklı tablolar gelişebilmektedir. Şiddetli baş ağrısı, kusma, ishal, karın ağrısı ve ateş rapor edilmektedir. Tabi bu bulgular hastalığın erken dönem bulgularıdır, geç dönemde bu hastalığa yakalanan bireylerde ne gibi bulgular gelişeceğini zaman gösterecek.
Özellikle kalp, akciğer, böbrek ve sinir sistemi ile ilgili kronik hastalığı olan çocuklarımızda Koronavirüs enfeksiyonunun ağır bir
Bireylerin zeka potansiyeli, anne ve babalarımızdan aldığımız genler, bebeklikten itibaren beslenme, genel vücut sağlığımız ve büyüdüğümüz çevre ile yakından ilişkilidir. Zeka potansiyelinin yarısına yakını genetik mirasımız ile ilgili iken, kalan yarısı da hastalıklarımız, beslenmemiz, uyku düzenimiz ve erken yaşlardaki çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Çocukluk dönemi zekanın geliştirilebildiği ve yeteneklerin artırılabildiği çok değerli bir dönemdir.
Dengeli beslenme ve yaş grubu için uygun egzersizlerin yapılması ve beyin gelişimi arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır. Biz erişkinler için belki önemsiz gibi görünen oyun oynamak, çocukların beyin gelişiminde hele bir de akranları ile yapılıyorsa mucizeler yaratabilir. Çocuklarımız ile şarkılar söylemek, eğlenceli oyunlar oynayarak onlar ile iletişimimizi artırmak zeka gelişimini olumlu etkileyecektir.
Anne sütünün zeka gelişimi üzerindeki etkisi tartışılmaz. Özellikle okul dönemi çocuklarımıza bakıldığında anne sütü alan çocuklarımızın belirgin bir biçimde zeka potansiyellerinin daha iyi olduğunu görebiliyoruz. Bununla birlikte emzirme anında anne ile kurulan göz teması ve bedensel temas beyin hücreleri arasındaki bağlantıların sayısını artırmaktadır. Çocuklarımızı anne sütünden mahrum bırakmamalıyız.
Bebeklikten itibaren her dönemde uykunun kalite ve süresi, beyin gelişimi için son derece önemlidir. Bu nedenle çocukların uyku kalitelerini artırmaya çalışmak için gerekli koşulları sağlamak gerekmektedir.
Zekayı gelişimini olumsuz
Çocuklarımız, en değerli varlıklarımız. Annelerimizin gebelik sürecinde bile çocuklarımızın gelecekleri ile ilgili planlar yaptığını, onları en iyi koşullarda yetiştirebilmek için imkanlarını zorladığını biliriz. Doğum sonrası bebeklik döneminde yürüme, konuşma gibi yeteneklerimiz henüz gelişmemiştir, ebeveynlerimizin bakımı ve temel ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekmektedir. Temel ihtiyaçlarımız sadece bebeğin beslenmesi, bezinin değiştirilmesi değildir. Anne ve babalarımızın gerek dokunuşlar ile gerekse de göz teması ile gösterdikleri ilgi ve sevgi çocuk gelişiminin vazgeçilmezlerindendir.
İhmal edilen, sevgiden yoksun büyüyen çocukların beyin gelişimi geri kalabilmektedir. Bu tarz yetişen çocuklarda konuşma gerilikleri, göz teması kuramama, yaşıtları ile oyun kuramama gibi nöropsikiyatrik birçok rahatsızlıklar gelişebilmektedir. Aile içi sorunların yaşandığı, çocukların ilgiden mahrum kaldığı ortamlarda büyüyen çocukların boy ve kilo gelişimlerinin bile geri kalabildiği bilimsel çalışmalar ile gösterilmiştir.
Günümüz dünyasının kargaşası içinde iş ve aile hayatlarımız hep bir koşuşturma içinde yaşanmaktadır. Bu kaosun sonucunda en çok etkilenen yine her zamanki gibi çocuklarımız olmaktadır. Sevgi birçok durumda iyileştirici unsurdur. Çocuklarımız ile doğdukları ilk günden itibaren sevgi köprüleri kurmak, onlara hem ellerimiz ile hem de gözlerimiz ile dokunmak beden ve ruh sağlıkları için çok önemlidir. Unutmayalım ki sevgi bulaşıcıdır, paylaştıkça çoğalır ve iyileştiricidir. Sevgiyle
Çocukluk çağı, doğduğumuz günden itibaren hızlı bir beyin gelişimi ile şekillenmektedir. Bu hızlı gelişim sürecinde, beyin ile ilgili birçok hastalık tablosu ile karşılaşılabilmektedir. Epilepsi hastalığı da çocukluk çağında en sık görülen nörolojik hastalıklardan birisidir. Gerek nöbetin oluş şekli gerekse de yapılan tetkikler sonucunda epilepsi tanısı konulmaktadır. Ancak bebeklik döneminden, erişkinliğe kadar birçok epilepsi dışı rahatsızlıklarda, çocuklarımız yanlışlıkla epilepsi tanısı almakta ve uzun yıllar gereksiz tedavilere maruz kalabilmektedirler. Epilepsi ile karışan bu hastalıklar içerisinde bebeklik döneminde uykuda görülen istemsiz kol ve bacak atımları, vücutta görülen titreme atakları ya da ağlarken katılma ve kaskatı kesilme sayılabilir. Oyun çocukluğu ve ergenlik döneminde ise bazı bayılma türleri, tik bozukluğu, uyurgezerlik ve gece terörü gibi uyku bozuklukları, baş dönmesi veistemsiz kasılmalar gibi aslında çocuğumuzun gelişimsel sürecinde tedavi vermeden geçebilecek rahatsızlılarda epilepsi tanısı konulabilmektedir. Bebeklikten erişkinliğe kadar görülebilen epilepsi benzeri bu durumlarda, detaylı bir nörolojik değerlendirme ve elektroensefalografi (EEG) tetkiki ile iyice emin olmadan epilepsi tanısı konulması uygun olmamaktadır. Gerek epilepsi tanısının aile ve çocuklarımız üzerinde oluşturduğu psikolojik baskı, gerekse de kullanılan ilaçların vücudumuzda oluşturabileceği olumsuzluklar önem arz etmektedir. Bu nedenle çocuklarımızda epilepsiden kuşkulanılması durumunda mutlaka çocuk nöroloji hekimlerine başvurulması, detaylı bir muayene ve gerekli tetkikler yapıldıktan sonra epilepsi tanısına karar verilmesi gereklidir.
Son yıllarda tıp alanında yaşanan olumlu gelişmeler neticesinde prematüre (erken doğum) ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerin yaşama, hayata tutunma oranlarında belirgin artış görülmektedir. Prematüre doğumlar tüm doğumların % 10-15’ini kapsayacak kadar sıktır. Tıp alanında yaşanan olumlu ilerlemelere rağmen, prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebek doğum sıklığı azaltılamamaktadır.
Doğum ve doğum sonrası çocuklarımızın yaşayabileceği sağlık sorunları, prematüre doğan bebeklerde daha sık görülmektedir. Solunum sistemi hastalıkları, görme problemleri, beyin kanamaları, nöbetler ve özürlülük gelişmesi, zamanında doğan bebeklere göre çok daha sıktır. Prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerin bir kısmı doğum esnasında, bir kısmı da doğum sonrasında çeşitli sağlık sorunları nedeniyle kaybedilmektedir.
Yaşayan prematüre bebekler serebral palsi ve mental retardasyon gibi nörogelişimsel hastalıklar için önemli bir risk grubudur. Çocukluk döneminde, okul başarısını etkileyen dil, dikkat ve davranış alanlarında sorunlar ve epilepsi sık görülmektedir. Prematürelik düzeyi arttıkça yani doğum haftası düştükçe de bu sorunların görülme oranları artmaktadır. Bu tip hastalıkların erken saptanması ve erken dönemde gerekli olan özel eğitime yönlendirilmesi ile oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir.
Prematüre doğan bebeklerde, sağlıklı çocuk izleminin yanı sıra yakın çocuk nöroloji
Çocuklarda beyin gelişimi gebelikde anne karnında başlamakta ve 20’li yaşlara kadar devam etmektedir. Beyin ve zeka gelişimi, anne ve babadan alınan genetik özelliklerin yanı sıra çocuklarımızın gebelik süreci ve sonrasındaki yaşamlarındakarşılaştıkları çevresel faktörlerinde etkisi ile şekillenmektedir. Bu çevresel faktörler arasında uzun soluklu sağlık sorunlarının varlığı, düzensiz uyku, ekran zamanının uzun olması, kapalı aile yapısı ve düzensiz beslenme beyin ve zeka gelişimine olumsuz etki etmektedir.
Düzenli ve sağlıklı beslenmenin beyin fonksiyonlarını artırdığı ve algıyı açtığı binlerce yıldır bilinmektedir. Ancak son yıllarda beslenme içeriklerinin özellikle uzun raf ömürlü, hazır gıdalardan oluşması, ev yapımı organik ürünlerin yeterince tüketilmemesi, sebze ve proteinden fakir karbonhidrata dayalı beslenme modelinin benimsenmesi beyin performansını olumsuz etkilemektedir.
Çocuklarımızın doğumundan 6.aylarını doldurana kadar, mucizevi beslenme modeli olan anne sütü, bebeklerimizin bütün ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak 6. aydan sonra anne sütüne ek gıdalara geçilmektedir. 6. ay ve sonraki dönemde yapılan yanlış gıda seçimleri çocuklarımızın genel sağlık koşulları ile birlikte beyin fonksiyonlarını da bozabilmektedir.
Özellikle balık, yumurta, kara buğday, mısır ve pirinç unu, sebzeler, yeterince meyve ve protein içeriği yüksek kırmızı etin dengeli olarak, çocuklarımızın ihtiyacı kadar tüketilmesi gerekmektedir.
Geçtiğimiz yüzyılda, toplum sağlığı konusunda tıp alanındaki en önemli gelişme aşıların kullanılmaya başlanması olarak kabul edilmektedir. Birçok farklı türdeki aşıların ortak amacı, enfeksiyonlara bağlı gelişebilen sakatlık ve ölüm gibi ciddi komplikasyonlara karşı bireyleri korumak, salgınları önlemek ve sonuçta hastalık etkeni olan ajanı tamamen yeryüzünden ortadan kaldırabilmektir. Yani bütün toplumun daha sağlıklı olabilmesi amacıyla uygulanmaktadırlar. Dünya’da uygulanan aşılama programları sayesinde 1970’lerde çiçek hastalığı yeryüzünden silinmiştir. Çocuk felci gelişmiş, aşı programlarını iyi uygulayan toplumlarda artık görülmemektedir. Toplum sağlığımızı geliştirmek, aşılama ile enfeksiyonlara bağlı erken çocuk ölümlerinin önüne geçebilmek amacıyla ülkemizde de Sağlık Bakanlığı’mız aracılığı ile aşılama programlarına önem verilmekte ve yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Boğmaca, tetanoz, tüberküloz, menejit, kızamık gibi bir çok enfeksiyon ajanına karşı geliştirilen ve rutin kullanıma alınan aşılar sayesinde dünya üzerinde milyonlarca çocuk sakatlıklardan ve ölümden korunmuştur. Aşılama programlarını eksiksiz ve bütün topluma uygulayabilen ülkelerde de erken çocuk ölümlerinde ciddi azalmalar görülmektedir.
Ancak son yıllarda ülkemizde ve bütün dünya genelinde aşı karşıtı kampanyalar geliştirildiğini ve bu durumun giderek yaygınlaştığını üzülerek izliyoruz. Aşı karşıtlarının söylemlerine baktığımızda ise bilimsellikten uzak, toplum sağlığından ziyade bireysel endişeleri kapsayan ve sosyal medya da bilim insanlarının dışında, aşı konusunda en ufak bir bilgisi olmadan, kulaktan dolma
İnsanlar arasında iletişim kurmanın en temel yolu konuşmadır. Bebekler doğdukları günden itibaren ağlayarak, yüz ifadeleri ya da bedensel hareketleri ile ebeveyn ve çevresindeki insanlarla sözel olmayan bir iletişim kurarlar. Çocuklar 12 ila 18 aralığında ilk kelimelerini söyleyerek başladıkları dil gelişim yolculuğunda her geçen zaman yeni kelimeler ve sonrasında yeni cümleler kurarak çevresi ile sözel iletişimini artırır ve toplumda bir birey olma yolunda önemli adımlar atarlar. 5 yaşına kadar çocuklarımız anadillerinde yaklaşık olarak 2000 kelimeyi kullanır hale gelmektedirler.
Çocuklar çevresinde olup bitenleri önce taklit ederek sonrasında ise taklit ettikleri durumu benimseyerek yeteneklerini geliştirmektedirler. Bu nedenle çocuklarımız ile bebek taklidi yaparak konuşmak yerine, anadilimizde kurallarına uygun konuşulmalıdır. Her yaşta, çocuklarımız ile karşılıklı sohbet edilmesi onların dil gelişimine katkıda bulunacaktır. Özellikle bir yaş sonrası çocuklarımızın yaşlarına uygun sosyal çevre içinde bulunmasının sağlanması, yaşıtı diğer çocuklar ile iletişiminin artırılması hem dil gelişimini artıracak hem de toplum içindeki yerlerini sağlamlaştıracaktır. Kreş ve anaokulu gibi ortamlar dil gelişimine çok fazla katkı sağlayabilmektedir.
Çocuklarda dil gelişiminde en önemli unsur işitmedir. Normal koşullarda bebeklerde doğdukları günden itibaren işitme tamdır. Yenidoğan tarama programları ile birlikte bütün çocuklar işitme açısından değerlendirilmektedir. Konuşma geriliği olan bütün çocuklarımızın işitme fonksiyonları tekrar