Sayfa Yükleniyor...
İlk insan Hz. Adem ve Hz. Havvanın dünyaya gelmesi ile yeryüzünde insanın eğitim süreci başlamıştır. Ancak bu süreç yazının bulunmasına kadar yavaş ilerlemiştir. Fakat yazının bulunması ile eğitim alanındaki gelişmeler hızlanmış ve nihayetinde bu süreç günümüze kadar gelmiştir.
Dünyadaki insan sayısı arttıkça ve toplumsal hayat yaygınlaştıkça insanın eğitim ihtiyacı daha da artmıştır. Bu anlamda insan sayısının artması ile köyden kente göçler artmış ve günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde binlerce insanı içinde barındıran devasa şehirler ortaya çıkmıştır. Sonuçta gerek kırsalda ve gerekse şehirde yaşayan insan sayısındaki hızlı artış beraberinde pek çok sorunu da getirmiştir. Hiç şüphe yok ki, bu sorunların en önemlilerinden birisi çocukların eğitimi ile ilgilidir.
Günümüzde dünyanın değişik ülkelerinde bulunan okullarda değişik eğitim ve öğretim biçimleri uygulanmaktadır. Daha doğrusu her ülke kendi toplumsal ve sosyal yapısına uygun bir eğitim biçimi geliştirmektedir. Geliştirilen eğitim biçimlerine bakıldığında da gelişmemiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki eğitimin istenen düzeyde olmadığı, sürekli olarak daha doğru bir eğitim biçimini bulma noktasında büyük bir mücadeleler verildiği görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde eğitim alanında yaşanan sorunlar gelişmemiş ülkelere göre daha azdır. Ayrıca gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların dünya nüfusu içindeki oranları az iken bu kategorinin dışında kalan insanlar dünya nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Eğitime bu açıdan bakıldığında bu kategorideki ülkeler kendi insanlarının eğitimlerini geliştirmek için bazen gelişmiş ülkelerden örnekler alırken bazen de kendi toplumsal yapılarından esinlenerek sağlam bir eğitim biçimi bulma mücadelelerini sürekli olarak devam ettirmektedirler. Fakat ifade etmek gerekir ki, daha iyi bir eğitim biçimi bulma ve eğitim seviyelerini geliştirme noktasında mücadele eden ülkelerin işi kolay değildir. Uygulamaya bakıldığında bu ülkelerde yaşayan eğitimcilerin pek çok sorunla karşı karşıya oldukları bilinmektedir. Şüphesiz ki bu sorunlardan birisi de çocukların eğitimlerinde istenen hedefe ulaşmak için öğretmenlerin işe nereden ve nasıl başlamaları ile ilgili olduğu noktasında karşımıza çıkmaktadır.
Günümüze kadar süregelen eğitim biçimlerinde pek çok öğretmenin; eti senin kemiği benim felsefesine dayandırdığı eğitim sürecini öğrencisi olan çocukla başlatıp çocukla bitirdiğini görüyoruz. Bu eğitim biçimini uygulayan öğretmenlere göre eğitim ve öğretimin bir tek odak noktası vardır, o da öğrencidir. Öğretmen; öğrenciyi toplumdan, ailesinden ve diğer çevresel etkenlerden bağımsız olarak ele alarak öğrencinin eğitim sürecini sürdürmektedir. Ancak bu güne kadar yapılan pek çok bilimsel araştırma bu eğitim biçimini uygulayan öğretmenlerin oldukça fazla efor harcamalarına rağmen istedikleri hedeflere ulaşamadıklarını açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca bu eğitim biçimini uygulayan öğretmenlerin eğittikleri öğrencilerde ciddi anlamda moral ve motivasyon düşüklüğü olduğu tespit edilmiştir. Peki öğretmenler bu sorunları aşmak için ne yapmaları gerekir? Öğretmenler eğitime nereden başlamaları gerekir?
Şimdi konuyu bir örnekle somutlaştırmaya çalışalım. Bir ağaç düşünelim. Bu ağacın toprağın üzerindeki görünen kısmı öğrenciyi ifade etsin. Ağacın toprağın altında kalan ve gözükmeyen kökleri de öğrencinin; annesini, babasını, dedesini, ninesini ve öğrencinin ailesindeki diğer bireyleri ifade etsin. Bu eğitim biçiminde öğretmen öğrencinin eğitim sürecini planlayıp araç-gereç, yol ve yöntem belirlerken sadece öğrenciyi değil ağacın kökü gibi öğrencinin de kökünü oluşturan özellikle annesini, babasını, ninesini, babaannesini ve ailedeki diğer bireyleri de eğitim çemberinin içine alarak geniş bakış açılı bir çalışma içine girmektedir. Dolayısıyla bu eğitim biçimini uygulayan bir öğretmen; eğiteceği öğrenci ile birlikte öğrencinin ailesini (buradaki aile öğrencinin; annesini, babasını, ninesini, babaannesini ve ailedeki diğer bireyleri kapsayan bir anlamda kullanılmıştır) de dikkate alarak eğitim sürecini buna göre hazırlamakta az efor harcayarak, öğrenciyi sıkmadan ve bıktırmadan hedeflediği noktaya daha rahat bir şekilde ulaşabilmektedir.
Şimdi ailenin eğitimdeki yeri ve önemini biraz daha somutlaştırmaya çalışalım. Örneğin ülkemizde okula giden bir öğrenci günde ortalama 6 ders görmektedir. Bu altı ders süresini saate çevirdiğimizde de 5 saate tekabül ettiğini görüyoruz. Bir gün 24 saattir. 24 saatlik süreden 5 saati çıkardığımızda geriye 19 saat kalmaktadır. Bunun anlamı şudur: Bir öğrenci normal bir günün 5 saatini öğretmeni ile geçirirken geriye kalan 19 saatini ailesi ile geçirmektedir. Ayrıca bu işi haftalık olarak düşündüğümüzde de bir haftada toplam 7*24=168 saatlik bir zaman diliminin olduğunu; öğrencinin okulda geçirdiği haftalık sürenin de 5*5=25 saat olduğunu ve haftalık süre olan 168 saatten 25 saati çıkardığımızda da geriye 143 saatlik bir süre kaldığını görüyoruz. Bu da şu anlama geliyor: Bir öğrenci haftanın 25 saatini öğretmeni ile geçirmekte ve geriye kalan 143 saatini de ailesi ile geçirmektedir. Bir ders yılı olarak hesap ettiğimizde de bir ders yılında 8760 saat olduğunu ve öğrencinin azami olarak bu sürenin sadece 900 saatini öğretmeni ile geçirdiğini ve geriye kalan 7860 saatlik süreyi ailesi ile geçirdiğini görüyoruz.
Yukarıda da görüldüğü üzere ülkemizde okula giden bir öğrenci zamanının sadece az bir kısmını okulda geçirirken geriye kalan zamanının büyük bir kısmını ise ailesinin yanında geçirmektedir. Dolayısıyla öğrenci, öğretmeninin yanında bulunduğunu varsaydığımız bu kısa sürede öğretmeninin ona vereceği eğitimin ölçüsü ne kadar fazla olursa olsun öğrenci ailesinin yanına döndüğünde eğer ailesinin öğrenciye yaklaşımı, ailenin yaşantısı, ailenin değerleri v.b durumlar ile öğretmenin öğrenciye verdiği eğitim arasında bir bütünlük yoksa o zaman öğrenci bir ikilem içerisine girmekte ve sonuçta öğretmenin verdiği formal eğitimden uzaklaşarak ailesinin verdiği informal eğitimi tercih etmektedir. Bu da açıkça gösteriyor ki, zamanının çoğunu ailesinin yanında geçiren bir öğrencinin ailesinden aldığı informal eğitim, öğretmeninden aldığı formal eğitimden daha baskın gelebilmektedir. Eğitim sürecindeki hal ve gidişat böyle olunca öğrenciyi eğitim sürecine alan bir öğretmenin işe salt öğrenci ile başlamasının eğitimde istenen sonucu vermeyeceği aşikardır. O halde bir öğretmenin eğitim sürecini planlarken öncelikle öğrencinin ailesinden işe başlaması ve öğrenciyi de eğitim çemberinin içerisine alarak eğitim sürecini devam ettirmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.
Şimdi akla şu soru gelmektedir: Öğretmen, eğiteceği öğrencinin ailesini eğitim sürecine nasıl dahil edecektir? Bu durum teorik ve pratik açıdan mümkün müdür? Şimdi bu sorulara cevap vermeye çalışalım. İdealist bir öğretmen için bu mümkündür. Çünkü idealist bir öğretmen işe salt öğrenci ile başlamaz; öğrencinin ailesini de işin içine katarak eğitim sürecini ona göre hazırlar. Bu anlamda öğretmen resmiyette var olan veli toplantıları, veli görüşme günleri gibi enstrümanlara kendi yaratıcı gücünü kullanarak ilave edeceği ev ziyaretleri, piknik, tiyatro, halk oyunları v.b sosyal aktivitelerle öğrencinin yanı sıra aileyi de eğitim sürecine katarak ve eğitim sürecinin içeriğini aile ile paylaşarak öncelikle eğitim programını aileye içselleştirmeye çalışmalı ve bunu mutlaka başarmalıdır. Böylelikle aileye eğitim programını içselleştiren bir öğretmenin öğrenciye vereceği eğitimin daha sağlıklı, daha başarılı ve daha kalıcı olacağını vurgulamak gerekir. Tabi ki bu iş kolay değildir. Ancak idealist bir öğretmen için de bu iş kesinlikle zor değildir. Çünkü idealist bir öğretmen için sonuç önemlidir ve sonuca ulaşmak için fedakârlıktan kaçınmak yoktur. Bu anlamdaki idealist öğretmen hazırladığı eğitim sürecine hem öğrencisini hem de öğrencinin ailesini de dahil ederek var gücü ile çalışır.
Sonuç itibariyle bir çocuğun eğitiminde izlenecek yolu bir ağaca benzetebiliriz. Ağacın toprak üzerinde görülen kısmı öğrenciyi, ağacın toprak altında kalan kökleri de öğrencinin ailesini ifade etmektedir. Nasıl ki bir ağaç sadece gövdesinden ibaret değilse ve kökleri ile bir bütünlük arz ediyorsa aynı şekilde bir çocuğun eğitimi de ailesinin eğitim sürecine katılması ile bir bütünlük arz etmektedir. Bu bakımdan eğitimde istenen hedefe ulaşmak için ideal bir öğretmenin eğitim sürecini, eğitim programını, eğitim araç-gereçlerini, eğitimde kullanacağı yol ve yöntemleri buna göre hazırlaması, öğrenciyi ailesi ile bir bütün olarak ele alıp eğitim sürecini buna göre başlatması gerekir. İster kırsalda ister kentte, ister az gelişmiş ister çok gelişmiş bir toplumda, ister normal ayküye sahip öğrencide ister normalin altında bir ayküye sahip öğrencide, her durum ve şartta bu eğitim yöntemini kendisine şiar edinen ve bu yöntemi yaşadığı şartlara göre yeniden uyarlayabilen bir öğretmenin başarısız olma olasılığı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle öğrencilerin eğitiminde arzu edilen hedefe ulaşabilmek; bedensel ve ruhsal yönden sağlıklı ve başarılı öğrenciler yetiştirebilmek için öğretmenlerin öğrencileri aileleri ile bir bütün olarak ele alıp eğitim sürecini buna göre planlayıp hayata geçirmeleri gerekmektedir.
Son söz şudur ki, ülkelerin refah ve bekasının güçlü bir devlet yaratmaya bağlı olduğu, güçlü devlet yaratmanın da ancak ve ancak güçlü bir eğitimle sağlanabileceği ve güçlü bir eğitimi sağlamanın da idealist öğretmenlere bağlı olduğu unutulmamalıdır.