Sayfa Yükleniyor...
Sevgili okuyucularım; bu haftaki konumuz ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda en kritik savaşlardan bir tanesi olan ve tek kaybettiğimiz savaş: Kütahya-Eskişehir Muharebeleri. Bu muharebe kaybedilen tek savaş olarak bilinmekte fakat bana göre kaybederken bile kazandığımız bir savaştır. Çünkü bu savaşın ardından Mustafa Kemal Atatürk, Başkomutanlık Kanunu çıkarak ulusal mücadeleyi tek elden yürütmeye karar verdi. Savaş dâhisi ulu komutanımızın bu hamlesi Sakarya ve Büyük Taarruz’da tarih yazmamıza, düşmanı yurttan atmamıza sebep oldu. Şimdi Wikipedia’dan derlediğim savaşa dair bilgileri sizlerle paylaşacağım. Ardından son kısımda yorumlarımı yazacağım.
*****
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, 10 Temmuz 1921 ile 24 Temmuz 1921 tarihleri arasında Yunanistan ile Ankara Hükûmeti ordusu arasında gerçekleşen muharebelerdir. Muharebeleri kaybeden Ankara Hükûmeti kuvvetleri Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek zorunda kaldı. Yunanlar, Aslıhanlar ve Dumlupınar Muharebeleri ile Kütahya-Eskişehir Muharebeleri arasındaki üç aylık zaman içinde, Anadolu’daki kuvvetlerini 11 tümen ve 1 süvari tugayına çıkartarak daha da güçlenmiş bir durumda 10 Temmuz 1921’de Bursa-Eskişehir; Bursa-Tavşanlı-Kütahya; Uşak-Dumlupınar-Seyitgazi istikametlerinde üç ayrı koldan taarruza geçtiler. 1, 3, 4 ve 12. Gruplar ile bir Mürettep Kolordu olmak üzere; 15 piyade tümeni, 4 süvari tümeni ve 1 süvari tugayından oluşan Türk Kuvvetleri ise İnönü-Kütahya-Döğer mevzilerinde savunma için tertiplenmişlerdi. Türk Ordusu’nun imha
Merhaba değerli okuyucularım. Bu hafta Türk Siyasi Tarihini etkileyen olaylar dizilerini anlatmaya başlıyorum. Bu kapsamda ilk olarak 2. İnönü Savaşı ile başlayacağım. 1. İnönü ile de başlayabilirdim nitekim kurtuluş mücadelemizin ilk zaferi ancak 2. İnönü zaferi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği “Bir milletin makus tarihinin sona erdiği savaş”tır. Bilgileri ünlü internet sitesi Wikipedia’dan derleyip, sonunda yorumlarımı aktaracağım.
*******
Birinci İnönü Muharebesi’nden kazanç sağlayamayan ve Türk kuvvetlerinin güçlenmesine imkân vermeden imhasını sağlamak; Eskişehir ve Afyon stratejik bölgesini ele geçirmek, Sevr Antlaşması hükümlerini zorla Millî Hükümete kabul ettirmek maksadıyla 23 Mart 1921 günü ileri harekata geçen Bursa bölgesine çekilen 3. Yunan Kolordusu ve Uşak bölgesinde bulunan 1. Yunan Kolordusu Londra Konferansı’na gitmek için hazırlanan Türk temsilcileri daha yoldayken, tüm barış kapılarını kapayıp, biri Afyonkarahisar diğeri Eskişehir istikametinde iki koldan saldırıyı başlattılar. Mirliva (Tuğgeneral) İsmet Paşa komutasındaki birlikler, karargahı Eskişehir’de olmak üzere, güneyden kuzeye 11, 24 ve 61. Piyade Tümenleri birinci hatta; 3. Piyade Tümeni ve 1. Süvari Tugayı örtme görevini müteakip ihtiyatta olacak şekilde, İnönü mevzilerinde savunma için tertiplendi.
*******
Yunan birlikleri muharebenin ilk dört gününde
Merhaba değerli okuyucularım. Hepiniz iyisinizdir umarım. Bu haftaki konumuz malum yine koronavirüs. Malum tüm dünya kritik bir dönemden geçiyor. Hepimiz bir an önce eski yaşantımıza geri dönmek istiyoruz fakat bu önümüzdeki yıllarda da pek mümkün görünmüyor açıkçası. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) önümüzdeki yılların pandemilerle geçebileceğini ifade ediyor.
Şimdilik bunu bizlerin kestirmesi mümkün değil fakat uzmanların bu konuda öngörüsüne güvenmek gerekir diye düşünüyorum. Sevgili okuyucular, bu konu üzerinde sizler için biraz araştırma yaptım. DSÖ’nün açıklamalarını didik didik ettim. DSÖ bizler için uyarıyı veriyor değerli okuyucularım. Bundan sonraki yıllarda pandemiler dönemi olması öngörülüyor. Bunda en büyük faktör ise dünyanın küreselleşmesi olduğu vurgulanıyor çünkü insanlar küreselleşen dünyada çok uzun mesafeleri kısa sürelerde kat edebiliyor; ekonomik, sosyal vb. nedenlerle dünyanın her yerine kısa sürelerde gidip geri dönebiliyor. Örneğin Madagaskar’da çıkan bir hastalık, o bölgede ticaret yapan bir insanın vasıtasıyla dünyanın diğer bir ucuna rahatça taşınabiliyor. Çok büyük bir tehlikenin insanlığı beklediği açık net bir şekilde görülebiliyor.
Koronavirüs gibi pandemiler bizleri bekliyor belki ama biz insanoğlunun da bu durumda eli kolu bağlı bir şekilde oturması beklenemez herhalde. Sağlık emekçilerinden aldığım bilgilere göre bu pandemi bizlere ‘Koruyucu Hekimlik’ uygulamasının önemini bir
Merhaba değerli okuyucular. Bildiğiniz üzere bu haftaki konumuz yine koronavirüs. Malum salgın ile mücadelemiz sürüyor. Mücadele ederken de birçok dezavantaja sahibiz. Bu dezavantajlardan en önemlisi ise şüphesiz, halen bilinçsiz bir şekilde davranmakta ısrar eden vatandaşlarımız. Aslında sadece bizim ülkemizde değil dünyanın birçok yerinde salgını önemsemeyen birçok insan var. Fakat bizim ülkemizde durum bir başka! Geçtiğimiz günlerde işittiğim ve çok şaşırdığım bir olaydan mütevellit bu kanıya varıyorum. Yapılan bir araştırmaya göre toplumun halen yüzde 10’u koronavirüse inanmıyor.
Tüm dünyanın gündeminde yer almasına rağmen, aylarca evlere kapanmamıza rağmen, bazılarımız sevdiklerini kaybetmesine rağmen, sağlık çalışanlarının astronot kıyafetlerini andıran kıyafetlerle hastanelerde gezmesine rağmen… Durum böyle olunca ben de “Bizim ülkemizde durum bir başka” cümlesini kurabiliyorum. Peki, vatandaşlarımız halen neden bu virüse inanmıyor. Cevap da oldukça basit. Bunun adı virüsün olmadığına inanmak değil, bunun adı toplumun “bana dokunma” demesinden öte geliyor. Yani insanlar kısıtlanmak istemiyor.
Yetkililerin de bu duruma “Oldu paşam” demesini bekliyorlar. Elbette ki böyle bir şey demeleri mümkün değil. Bu yüzden “ciddiyetsiz” olarak nitelendirdiğim bu insanlara buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Lütfen inanmıyorsanız da inanıyor gibi yapınız. Yapınız ki toplum sağlığını tehlikeye atmayınız!
Bu
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta Kovid-19 Salgını için geliştirilen bir aşı çalışmasının detaylarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Türk bilim insanı Prof.Dr. Uğur Şahin’in Almanya merkezli kurduğu BiNTech ilaç şirketi, Koronavirüse karşı son derece etkili ve yan etkisi az olan bir aşı geliştirdiği iddia ediliyor. Öyle ki bu aşının, başımıza bela olan salgını kontrol altına alabilecek gücü insanlığın eline verebileceği konuşuluyor. Hatta büyük bir aksilik çıkmazsa çok kısa bir süre sonra yani ekim ayının sonu kasım ayının başı gibi kullanıma hazır olacak. Medyaya demeç veren Uğur Şahin’de bu konuyu doğruladı ve bir takım umut vadeden açıklamalar yaptı. Şahin yaptığı açıklamada, aşının son derece güvenli olduğunu ve ciddi bir yan etkisi olmadığını söyledi. ABD Hükümeti de BioNTech ilaç şirketi ile koronavirüse karşı ilaç ve aşı geliştirme kapsamında 16 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladığı ifade ediliyor. Trump’ın aşıyı seçim kampanyasında en önemli vaat olarak sunacağı da iddialar arasında. Ben gerçekten Türk bilim insanı Uğur Şahin’i takdir ettim. ‘BNT162’ isimli aşı umarım son testleri de başarıyla geçer ve tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs başımıza daha fazla bela açmadan yok olup gider diye temenni ediyorum.
Basında yer alan bu gelişmelerin ardından
Koronavirüs ile imtihanımız devam ediyor. Ne yazık ki vatandaşlarımızın önemli bir kısmı bu konuda halen özensiz ve bilinçsiz davranıyor. Caddelerde ve parklarda binlerce insan maskesiz bir şekilde dolaştığına şahit oluyoruz. Halbuki mart ayından beridir devletimizin yaptığı uyarıların toplumun tamamında karşılık bulması gerekirdi. Bu özensizliğin ve bilinçsizliğin faturasını ise oldukça ağır bir şekilde ödüyoruz. Vaka sayılarının henüz kış mevsimi gelmeden bin 500’lere yükselmesi durumun vahametini gözler önüne sererken, Bilim Kurulu üyelerinin tavsiye kararlarını dikkate alan Sağlık Bakanlığı, sayının tekrar düşürülmesi için yeni tedbirler belirledi. İç İşleri Bakanlığı da bu tedbirleri daha sık denetlemek amacıyla Valiliklere yeni yönetmelik gönderdi. Bu yönetmeliğe göre denetlemelerin artması bekleniyor. Denetlemelerin artmasını olumlu karşılıyorum fakat devamlı olmak kaydıyla. Çünkü yapılan her denetim kısa süreli ve devamı gelmeyen denetimler oluyor. Bu sebepledir ki vaka sayıları gittikçe artıyor.
Önceki gün, pandemi süreci başladığı günden bu yana canla başla çalışan Sağlık Bakanlımız Fahrettin Koca’nın açıklamalarını dinledim. Vatandaşların özensiz ve bilinçsizce davranışlarından çokça bezmiş olduğu bilinen Koca, tedbirlere riayet etmeyenlere sitem etti. Maske kullanmamanın kişisel hukukun ihlali olduğunu ifade eden bakanımız, sürecin başından beridir maske kullanımını özendirmek için elinden geleni yaptıklarını fakat halen bazı insanları bu konuda ikna edemediklerini gördüklerini söyledi. Gerçekten de halen
Merhaba, bugünkü köşemde sizlere Politico adlı web sitesinden bir yazıyı çeviri olarak paylaşacağım. Yazının konusu dikkatimi çekti, bu nedenle sizin de bu konuyu okumanız gerektiğini düşündüm. Gelecekte robotlar, siyaseti nasıl etkileyecek?
“Otomasyon, iş gücünü dramatik bir şekilde yeniden şekillendiriyor, ancak toplumu nasıl yeniden şekillendireceği konusunda henüz net düşünceler yok. Daha öncelerde nispeten sakin zamanlarda yaşayan bizler için, Amerikan siyasetinin bugün olduğundan daha kaotik hale gelebileceğine inanmak zor. Bir başkanın Twitter’da bitmek bilmeyen realite şovu bizi yeni ve belirsiz bir politika çağına itecek, muhtemelen çok daha yabancı ve muhtemelen hafızadaki her şeyden daha tehlikeli olacak. Güç teknolojidir. Şu anda yıkıcı bir dönemden geçtiğimizi düşünmek kolay, ancak gerçek teknolojik değişimin bir topluma neler yapabileceğinin yalnızca yüzeyini çizebiliriz. 19. yüzyılın sanayileşmesi, üretimi köklü bir şekilde köylerden ve çiftliklerden kömür ve buharla çalışan devasa merkezi fabrikalara kaydırarak insan yaşamını geniş ölçekte yeniden yönlendirdi. Ve siyaset, tıpkı insanların endüstriyel toplumları nasıl işler hale getireceklerini çözdükleri kadar radikal bir şekilde adapte etmek zorundaydı. Köy yaşamı etrafında şekillenen kurumlar, yeni fabrikalarda çalışmak üzere taşınan milyonlarca insanın baskısı altında gerildi ve kırıldı.”
“Şu anda, değişimin ne kadar derinleşeceğini bilmek zor. Ekonomik
Kamuoyu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vereceği müjdeyi bekliyordu. Erdoğan, müjdeyi duyurduğu açıklamasında, Türkiye’de yeni bir dönemin açılacağını belirterek, “Şu anda bu müjdenin biz de hayalleri ve rüyası içerisindeyiz” demişti.
Ve Cumhurbaşkanımız sonunda müjdeyi açıkladı. Zaten hali hazırda müjde verileceği duyurulduğu zaman, birçok konuda tahminler de gelmeye başlamıştı. Tahminler doğru tuttu ve Erdoğan, doğal gaz müjdesini verdi.
Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin tarihinin en büyük ve en önemli doğal gaz keşfini Karadeniz’de gerçekleştirdiğini dile getirdi. Bu keşif, Türkiye için çok önemli olacak. Erdoğan şu açıklamalarda bulundu: “Fatih Sondaj Gemimiz 20 Temmuz 2020’de başladığı Tuna 1 Kuyusu sondajında 320 milyar metroküp doğal gaz rezervi keşfetmiş durumda. Bu operasyonu tamamen milli imkanlarla gerçekleştirdik. Kuyudan elde edilen veriler, aynı bölgede yeni doğal gaz keşiflerinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret ediyor. Hedefimiz, 2023 yılında Karadeniz gazını milletimizin kullanımına sunmaktır. Şimdi hemen tespit kuyuları açmaya başlayacak ardından üretim konseptini belirleyip inşaat ve yapım işlerine geçeceğiz.”
KENDİ İNSAN KAYNAĞIMIZ
Arama ve sondaj çalışmalarımız tamamen kendi kaynaklarımızdı. Bu açıdan bu keşif aslında çok ama çok önemli. Artık bu doğal gaz sayesinde dışa
Teknoloji (Yunanca techne, “sanat, beceri, el kurnazlığı” ve logia’dan üretilmiştir: Zanaat bilimi anlamına gelir) üretimde kullanılan tekniklerin, becerilerin, yöntemlerin ve süreçlerin toplamıdır. Mal veya hizmetlerin; bilimsel araştırma gibi amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılır. Teknoloji, teknikler, süreçler ve benzerleri hakkında bilgi olabilir veya işleyişleri hakkında ayrıntılı bilgi olmadan çalışmaya izin vermek için makinelere gömülebilir. Teknolojiyi bir girdi alarak, onu sistemin kullanımına göre değiştirerek uygulayan ve ardından bir sonuç üreten sistemler (ör. Makineler) teknoloji sistemleri veya teknolojik sistemler olarak adlandırılır.
Teknolojinin en basit şekli, temel araçların geliştirilmesi ve kullanılmasıdır. Yangının nasıl kontrol edileceğine dair tarih öncesi keşif ve sonraki Neolitik Devrim, mevcut yiyecek kaynaklarını arttırdı ve tekerleğin icadı, insanların seyahat etmelerine ve çevrelerini kontrol etmelerine yardımcı oldu. Matbaa, telefon ve İnternet dahil olmak üzere tarihi zamanlardaki gelişmeler, iletişimin önündeki fiziksel engelleri azalttı ve insanların küresel ölçekte özgürce etkileşime girmesine izin verdi.
Teknolojinin birçok etkisi bulunuyor. Daha gelişmiş ekonomilerin (bugünün küresel ekonomisi dahil) geliştirilmesine yardımcı oldu. İnsanların birbiriyle olan iletişimlerini arttırdı, yapılacak işleri kolaylaştırdı. Günümüzde transhümanizm ve tekno-ilerlemecilik gibi ideolojilerin savunucuları, teknolojik ilerlemeyi topluma ve insan durumuna faydalı olarak görüyor. Tabi bunun tam tersi düşünenler de var. Bir sonraki yazımda sizlere birbirinden ayrılan bu 2 farklı görüşten
Son zamanlarda özellikle de yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla beraber tüm dünyanın en büyük sorunu ekonomi oldu. Ben de bu yazımda sizlerle ekonominin temel taşı paranın tarihi hakkında bilgiler paylaşacağım.
Paranın tarihi, paranın işlevlerinden en az birini sağlayan sosyal sistemlerin gelişimi ile ilgilidir. Bu tür sistemler, dolaylı olarak servet ticaretinin araçları olarak anlaşılabilir.
Para, madeni para ve banknotlarda olduğu gibi fiziksel bir biçim alabilir veya yazılı veya elektronik bir hesap olarak mevcut olabilir. İçsel değere (meta parası) sahip olabilir, gerçek değeri olan bir şeyle yasal olarak değiştirilebilir (temsili para) veya yalnızca nominal değeri (fiat para) olabilir.
Paranın icadı yazılı tarihin başlangıcından önce gerçekleşti. Önemli kanıtlar, eski pazarlarda takas aracı olarak tanımlanabilecek birçok şeyin takas edildiğini ortaya koyuyor. Bunlar, hayvancılık ve tahıl - kendi başlarına doğrudan yararlı şeyler - ama aynı zamanda deniz kabukları veya boncuklar [4] gibi yalnızca çekici öğeler, daha yararlı mallarla değiştirildi.
Parayı Kim İcat Etti?
Hepimiz parayı Lidyalıların bulduğunu öğrendik. Fakat ilk atılım tabi ki onlardan gelmedi. Para takas yapmanın zorlaşmasıyla beraber devreye girdi. Para sistemi bazı iddialara
Bugün sizlere Osmanlı’nın önemli sadrazamlarından Çandarlı Halil Paşa’yı yazacağım. Çandarlı Halil Paşa (d.? - ö. 10 Temmuz 1453), 1439-1453 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı. İstanbul’un fethinden hemen sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından idam ettirildiği 10 Temmuz 1453 tarihine kadar 15 yıl süresince Vezir-i azamlık yapmıştır. Osmanlı tarihinde idam edilen ilk sadrazamdır. Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi başvezirlerinden olan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın torunu ve Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğludur. Eğitimi ve ilk görevlerinin ne olduğuna dair elimizde belge yoktur. Fakat ilmiye sınıfından olduğu için iyi derecede medrese eğitimi gördüğü kabul edilebilir. Bir vakfiyede 1436’da kazasker olduğu kaydı bulunmaktadır. Sadrazam olan babası Çandarlı İbrahim Paşa vefat ettikten sonra ilmiye sınıfından ayrıldığı belirtilmektedir.
II. Murat saltanat döneminde 1439’da başvezir olan Osmancıklı (Amasyalı) Koca Mehmed Nizamüddin Paşa vefat ettikten sonra başvezirlik görevine geçmiştir. 1439 ile 1451’e kadar dönemde iki defa devlet işlerinden uzaklaşarak Manisa’ya çekilen II. Murad’ın yerine gelen genç oğlu II. Mehmed’in birinci sultanlık döneminde fiilen Osmanlı Devleti’ni yönetmiştir. Bu dönemde özelikle Anadolu beyliklerine karşı yapılan sert müdahalelerin önüne geçerek büyük bir iç kargașalığı önlemiştir. Edirne-Segedin Antlaşması’nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla Macar komutanı János Hunyadi’yı "Papa’nın
Biliyorsunuz, bugün Ayasofya yeniden ibadete açılıyor. Ben de bu güzel günde Ayasofya’nın tarihiyle ilgili olarak sizleri bilgilendirmek istedim.
Vikipedi’de yer alan bilgilere göre Ayasofya veya resmî adıyla Ayasofya-i Kebir Camii, İstanbul’da tarihî bir cami, eski bazilika, katedral ve eski müzedir. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1935 yılından 2020 yılına kadar müze olarak hizmet vermiştir. 2020 yılında cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle tekrar cami statüsü kazanmıştır. Ayasofya, mimari bakımdan merkezî planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.
Peki Ayasofya’nın adı nereden gelmektedir? Yine Vikipedi’de yer alan bilgilere göre Ayasofya adındaki “aya” sözcüğü “kutsal, azize”, “sofya” sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır. 6. yüzyılın ünlü bilim adamları, fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius’un yönettiği Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık
Önceki günlerde yaşanan Twitter’ın hack’lenmesi (ele geçirilmesi) skandalı hala konuşuluyor. Böylesi bir durumun yaşanması, bir sosyal ağ devinin rahat bir biçimde ele geçirilebilmesi insanların internet ortamında güvende olup olmadığı sorusunu akıllara getirdi. Bildiğiniz gibi mevcut başkan Donald Trump’a rakip olarak ABD başkanlığına aday olan Joe Biden’dan, ünlü girişimci Elon Musk’a kadar birçok ismin hesabı ele geçirilmiş ve dolandırıcılık tweet’leri atılmıştı.
Peki hack nedir? Hack dünyayı nasıl değiştirebilir? Siber saldırılar siyaseti etkiler mi? Önümüzdeki savaşlar artık siber saldırılardan mı oluşacak?
Bilgisayar Korsanlığı Nedir?
Hacker’lık yani bilgisayar korsanlığı, bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler ve hatta tüm ağlar gibi dijital cihazlardan ödün vermeyi amaçlayan etkinlikleri ifade eder. Saldırganlık her zaman kötü amaçlı olmayabilir, ancak günümüzde hack’lemelere ve bilgisayar korsanlarına yapılan göndermelerin çoğu, onları siber suçlular olarak yasadışı bir faaliyet olarak nitelendiriyor. Hacker’lar finansal kazanç, protesto, bilgi toplama (casusluk), yok etme gibi nedenlerle yasa dışı işler yapıyor.
Bilgisayar korsanlığı genellikle teknik niteliktedir (kullanıcı etkileşimi gerektirmeyen kötü amaçlı yazılımı yerleştiren kötü amaçlı reklam oluşturma gibi). Ancak bilgisayar korsanları, kullanıcıyı kötü niyetli bir eke tıklamak veya kişisel veriler sağlamak için kandırmak için psikolojiyi
Bugün sizlere hala büyük bir yara olan bir katliamdan söz edeceğim: Srebrenitsa. Sizlerle Wikipedia’dan aldığım bilgileri detaylı bir biçimde paylaşacağım.
Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa SoykırımI 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)'nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun Srebrenitsa'ya karşı giriştiği Krivaya '95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995'te yaşanan ve en az 8 bin 372 Bosnalı'ın Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır. Sırp Cumhuriyeti Ordusunun dışında katliama "Akrepler" olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önleyememiştir.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası En Büyük Katliam!
“İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'daki en büyük katliam” olarak nitelendirilen Srebrenitsa Katliamı'nın üzerinden tamı tamına 25 yıl geçti. Sadece birkaç gün içinde en az 8 bin 372 Boşnak'ın katledildiği Srebrenitsa'da şu ana kadar 6 bin 500 kurbanın kimlikleri tespit edilebildi. Geçtiğimiz sene kimlikleri henüz yeni tespit edilen 36 kurban daha Potacari Mezarlığı'na defnedilmişti.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bu durum ülkelerin sınır kapılarını geçici olarak kapatmasına neden olmuştu. Fakat yeni normalleşme ile beraber sınır kapıları açıldı artık turistler rahatlıkla ülkemize giriş yapabilecek. Bu konuda Independent gazetesinde bir yazı okudum. Helen Coffey “Everything You Need To Know About Visiting Turkey This Summer” “Bu Yaz Türkiye’yi Ziyaret Edecekseniz bilmeniz Gerekenler” başlıklı yazısında, her şeyi detaylandırmış. Biz de ülke olarak bu tip rehberler hazırlarsak turistlerin normalleşme sürecinde tatillerini daha sağlıklı bir biçimde geçirmelerini sağlayabiliriz. Böylelikle hem ekonomik anlamda rahatlar hem de hastalığın yayılmasına da engel olmuş oluruz. Peki Coffey’in yazısında hangi detaylar vardı? Gelin birlikte bakalım.
Seyahat endüstrisi için belirsiz işaretler ortaya çıkmaya başladığında, aklımız bu yaz potansiyel tatil yerlerine yöneliyor. “Güneş, deniz ve şiş kebabı ile Türkiye, uzun süredir D vitamini ihtiyacı olan İngilizler için popüler bir seyahat noktasıdır” ifadeleri kullanılan yazıda Kovid-19 sürecinde turistlerin bilmesi gereken her şey açıklanıyor.
İngiltere'den Türkiye'ye seyahat etme iznim var mı? Şu anda Dışişleri Bakanlığı, Türkiye dahil olmak üzere tüm zorunlu uluslararası seyahatlere karşı danışmanlık yapıyor. Yasak, yurtdışına seyahatleri “yasadışı” yapmaz ancak seyahat sigortanızı geçersiz kılar ve işler ters gittiğinde
Gündemimizde yeni tip koronavirüs varken maalesef dünyanın dört bir yanında hala çatışmalar ve savaşlar yaşanmaya devam ediyor. Peki nedir savaş? Savaşın tarihi nedir? Gelin birlikte inceleyelim.
Savaş, devletler, hükümetler, toplumlar veya paralı askerler, isyancılar ve milisler gibi paramiliter gruplar arasında yaşanan yoğun bir silahlı çatışmadır. Genellikle düzenli veya düzensiz askeri güçler kullanarak aşırı şiddet, saldırganlık, yıkım ve ölümle karakterizedir. Savaş, savaş türlerinin veya genel olarak savaşların ortak faaliyetlerini ve özelliklerini ifade eder.
Bazı akademisyenler savaşı insan doğasının evrensel ve atadan geçen bir yönü olarak görürken, diğerleri bunun belirli sosyo-kültürel, ekonomik veya ekolojik koşulların bir sonucu olduğunu savunuyorlar.
Savaş Çeşitleri
Asimetrik savaş: Büyük ölçüde farklı askeri kapasite veya büyüklükteki savaşçılar arasında bir çatışmadır.
Biyolojik savaş: Silah olarak biyolojik toksinlerin veya bakteri, virüs ve mantar gibi bulaşıcı ajanların kullanılmasıdır.
Kimyasal savaş: Silah olarak çeşitli kimyasalların savaşta kullanılmasını içerir. Kimyasal bir silah olarak zehirli gaz esas olarak I. Dünya Savaşı sırasında kullanıldı ve 100.000'den fazla sivil dahil olmak üzere bir milyondan fazla
Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Ladakh bölgesinde, Hint ve Çin askerleri arasında çıkan çatışmada yaşamını yitiren Hint askerlerinin sayısı 20’ye yükseldi. Bir yumruklaşma sonucunda başlayan bu gerilimin, dünyayı da ekonomik anlamda etkileyebileceği dile getiriliyor. Peki gerilim süreci nasıl başladı?
Hindistan ve Çin sınırında yumruklaşmayla başlayan gerilim, büyük bir çatışmaya dönüştü. Hindistanlı yetkililer, Hindistan - Çin sınırında bulunan Ladakh bölgesindeki Galwan Vadisi’nde pazartesi gecesi “şiddetli bir çarpışma” yaşandığını ve biri albay olmak üzere en az üç Hindistan askerinin hayatını kaybettiğini açıkladı. İki ülke arasındaki tarihi sınır gerilimi mayıs ayında tırmanmaya başlamıştı. Önceki gece yaşanan çatışmanın, iki Asya ülkesini karşı karşıya getiren Himalayalar’daki tartışmalı sınır bölgesinde 1975 yılından bu yana görülen ilk ölümlü çatışma olduğu belirtiliyor.
Gerilim mayıs ayında başlamıştı…
Hint yetkililer, mayıs başında Çin askerlerinin üç noktadan Ladakh bölgesine girdiğini, burada çadır ve askeri karakollar kurduklarını açıklamıştı. Askerlerin, bölgeden ayrılmaları yönünde defalarca yapılan sözlü uyarılara aldırış etmediği ifade edilmişti. Ladakh bölgesinin Sikkim eyaletinde, iki ülke askerlerinin karşı karşıya gelmesinin ardından gözler bu bölgeye çevrilmişti. Hindistan ve Çin, Ladakh’ta yer alan Demchok, Chumar, Daulat Beg Oldie, Galwan Vadisi ve Pangong Tso Gölü çevresine ek güvenlik gücü
Bilindiği üzere bilim ve teknoloji günümüzde hızla ilerleyerek, hayatımızın en önemli konusu haline gelmiştir. Günlük hayatımızın direkt olarak içerisinde yer alan bilim; artık birçok alanda her hareketimizi kontrol etmeye başlamıştır. Peki bilimle politika arasındaki ilişki ne durumda? Gelin buna Avrupa’dan örnek vererek bakalım. Science Mag Yazarı Ian Boyd, İngiltere Parlamentosu'nun alt yasama meclisinin 650 üyesi var, ancak sadece birinin (yüzde 0.15) bir bilim doktora derecesi olduğunu ifade ediyor. Bu olgun bir demokraside şaşırtıcı derecede küçük bir sayı gibi görünüyor. İngiltere'deki insanların yaklaşık yüzde 0.8'inde bilim doktorası var, bu yüzden bilimin ciddi şekilde temsil edilmediği anlaşılıyor. Hali hazırda bu sadece İngiltere için geçerli değil elbet. Dünyanın her yerinde durumun aynı olduğu aşikar.
Günümüzde çeşitliliğin farklı entelektüel yaklaşımları da benimsemesi gerekir. Yapısal düşünme ve disiplinli bilim metodolojileri çeşitliliğe katkıda bulunur, ancak bunlar kazanılmış çıkarlara meydan okuyabilecek yönlerdir. Gerçeği konuşan ancak sosyal olarak duyarsız bilim adamı kesinlikle bir karikatürdür. Bu nedenle aslında bilimin politika ile iç içe girmesi gerekmektedir. Bu iki alanı birbirinden ayrı tutmak arada büyük mesafelerin oluşmasına neden olacaktır. Halbuki bilim refahı üst düzeye çıkarmak için bir araç olarak kullanılmalıdır. Bu da toplumsal konulardan kaçarak elde edilemez.
Bugün köşemde sizlere bazı yönetim biçimlerinden bahsedeceğim. Hükümet biçimleriyle ilgili ilk çalışmalar Yunanlılar tarafından yapıldı. Nitekim, en eski sınıflandırmalardan biri Aristoteles tarafından yapıldı. İlk grup monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi içeriyordu ve son grup tiranlık, oligarşi ve demagojiyi içeriyordu. Günümüzde hükümetler monarşilere, otokrasilere ve demokrasilere ayrılmıştır.
Monarşi
Devlet başkanının bir kral veya prens olduğu hükümet şeklidir. Yaşam boyu gücün tadını çıkarırlar (yaşam için yönetirler) ve kalıtsaldır (gücü miras alırlar, hanedan veya kraliyet ailesi oluştururlar). Bazı durumlarda diğer hükümet organları yönetime katılır ve işbirliği yapabilir. Bu ikinci tür monarşi oldukça belirgindir, çünkü demokratik bir rejime benzer. Bunun bir örneği Birleşik Krallık'ta gerçekleşmektedir.
Otokrasi:
Hükümet keyfi bir otoritenin elinde ve iktidar küçük bir grup insanda ya da tek bir partide yoğunlaşmaktadır. Otokratik hükümetler şu şekilde sınıflandırılabilir:
Totaliter rejim: Ana özelliği, gücün tamamen Devlet aygıtında yoğunlaşması ve vatandaş faaliyetlerinin tam kontrolüne izin verilmesidir. Başlıca özelliklerinden biri, devletin resmi sesi olan ve emirlerine hiçbir çelişki kabul etmeyen tek bir siyasi partinin varlığıdır. Bu tür bir rejimin birkaç örneği İtalyan faşizmi, Hitler ve eski Sovyetler Birliği liderliğindeki Alman Ulusal Sosyalist Devleti.
Milliyetçilik akımı ortaya çıktıktan sonra dünya düzeninde büyük değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Dünya tarihini bu olgu üzerine yeniden yazılmış sınırlar değişmiş, büklü küçüklü birçok devlet ortaya çıkmıştır. Bugün sizler bu akımın tarihine götüreceğim. Milliyetçilik, ulusçuluk ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür. 19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. Dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Günümüzde Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği düşüncesini savunan çevrelerde olumsuz bir anlam yüklenmiştir. Milliyetçilik konusunda Benedict Anderson, Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Elie Kedourie gibi karşıtların yanı sıra, Anthony Smith’ Nev Nikolayeviç Gumilev gibi tarafsız yazarların teorik çalışmaları olmakla birlikte konu henüz teorik bir dayanağa kavuşturulamamıştır. Bu çalışmalarda vatanseverlik, militarizm, şovenizm, etnik aidiyet, dilsel aidiyet, ulusalcılık, irredantizm, faşizm, militancılık, dinselcilik, otoriterlik, ırkçılık, anti-emperyalizm, asabiyet, hayali cemaatler, tarihsel kimlik, tarih bilinci, kahramanlık, maneviyat, atalar kültü, sadakat, egemenlik, ortak irade, vatan, romantizm, kamusallık, kültürellik kavramları açıklanmaktadır.
“Millet” sözcüğü aslen Arapça olup (Ar: ملة), “din veya mezhep; bir
Yaşadığımız kötü korona günlerinde belki de hepimizin bu süreç sonrası için yeni umutları vardır. bu umut verici gelecek özlemi mükemmelleşmeye başlarsa ve toplumu da sararsa buna Ütopya denir. Bugün Ütopya’yı ele alacağız. Ütopya; aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum. Ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımlarıdır. Köken olarak Yunanca “yok/olmayan” anlamındaki ou, “mükemmel olan” anlamındaki eu ve “yer/toprak/ülke” anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Kullanımı Thomas More’un 1516’da yazdığı De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia veya kısaca Utopia isimli kitabıyla yaygınlaşmıştır. Ütopyalar üzerine görüşler iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bir kısmı özendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu, ürkütücü ütopyalardır. Biz ise sadece olaya olumlu tarafından bakacağız. Eutopya olumlu tasarımdır. Mükemmel ama kurgusal değildir. More’un ütopyası birçok açıdan Platon’un Devlet’ine dayanır. Sefiller ve fakirler toplumdan ayıklanır. Çok az yasa vardır ve avukat yoktur, çok az savaş vardır. Toplum bütün dinlere hoşgörülüdür. Bazı okuyucular bu hayali topluma sıcak bakmazken, bazıları millet için gerçekçi bir plan olarak görmüştür. Bazıları da More’un ütopyasını bir ideal toplum arayışından çok İngiliz toplumu için bir taşlama olarak algılamıştır. Platon’un Ütopyası: Platon, “Devlet” adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (çiftçiler, zanaatkârlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler(bilginler özellikle filozoflar). İşçi sınıfı çalışıp üretimde
Şu koronavirüs günlerinde dünyanın ilerde dönüşebileceği iddia edilen ideolojilerden biri olan Distopya hakkında yazacağım. Distopya, (anti-ütopya Yunanca dystopia çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır.Distopik bir toplum otoriter - totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Kelime ilk defa John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır. Filozofun Yunanca bilgisi göz önüne alınırsa, kelimeyi “ütopyanın tersi” olarak değil, “kötü bir yer” anlamında kullandığı anlaşılır. Yunanca bir ön-takı olan dys/dis, “kötü”, “hastalıklı” ya da “anormal” anlamını taşır. ou takısı ise “yok”, “değil” anlamını taşır ki, ütopya (outopia) Yunanca'da “olmayan yer” demektir. Aslında ütopya, “güzel yer” anlamına gelen Eutopia 'ya bir gönderme yapar (eu öntakısı “iyi, güzel” anlamı katar). Yani distopya ile ütopya, dysphoria ile euphoria 'nın birbiriyle karşıt olduğu gibi karşıt değildir. Distopik toplumlar özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır. Bunlardan en ünlü olanları George Orwell'ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya adlı romanlarıdır. Distopik toplumlar edebiyatın birçok alt türünde görülmektedir ve genellikle toplumdaki politik, ekonomik, teknolojik ve dini problemlere dikkat çekmek için kullanılır.
Bugün 23 Nisan. Maalesef koronavirüs salgını nedeniyle evlerimizden kutlamak zorunda kalacağız. Ama olsun, Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda güzel çalışmalar ortaya koydu. Sırf bu güzel günü unutmayalım, çocuklarla beraber kutlayalım diye birçok online etkinlik de hazırlandı.
İlk defa bir milli bayramda Anıtkabir boş olacak ama Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, bütün çocukların adına Anitkabir’i ziyaret edecek bu sabah. Bugün balkonlardan kutlama yapacağız. Akşam da hep beraber İstiklal Marşı’nı söyleyeceğiz. Birçok öneri geldi 23 Nisan için. Hep birlikte bu zor günlerde bizim için çok önemli olan bayramımızda bir olalım diye. Çünkü milletçe birlikte olursak bu zor süreci yeneriz.
Ben de bu yazımda sizlere TBMM kuruluş sürecinden biraz bahsetmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi (kısaca TBMM), 23 Nisan 1920’de Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’nce işgali sırasında direniş gösteren Türk Milletinin oluşturduğu irade ile kurulan, (asli kurucu iktidar) ve yine bu iradenin sahibi olan Türk Milletinin anayasa ile verdiği yetki ile yasama görevi yapan Türkiye Cumhuriyeti anayasal devlet organıdır. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varoluşunun temel dayanağını oluşturur.
23 Nisan 1920’de parlamento geleneklerine göre, en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (d. 1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve konuşma
Bugün sizlere demokrasinin tanımı ve uygulanışı hakkında bilgi vereceğim. İlk olarak demokrasinin tanımıyla başlayalım. Demokrasi, dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Yunanca Bu ses hakkında dimokratia (yardım·bilgi) (δῆμος, yani dimos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratos, iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilir. Ana yurdu Antik Yunanistan’daki filozoflar Aristo ve Platon (Eflatun) tarafından eleştirilmiş, halk içinde “ayak takımının yönetimi” gibi aşağılayıcı kavramlarla nitelendirilmiştir. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Artık siyaset bilimciler hangi sistemin daha iyi işlediğinden çok hangi demokrasinin daha iyi işlediği tartışmalarına girmişler ve liberal, komünist, sosyalist, muhafazakâr, anarşist ve faşist düşünürler kendi sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu sebeple demokrasinin çok sayıda değişik tanımı ortaya çıkmıştır.
Demokraside halkın konumuna bakalım birazda. Çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun demokrasilerin ortak yönü halka dayanmasıdır. Günlük hayatta halkın, bir ülkede yaşayan tüm insanları kapsadığı düşünülse de pratikte demokrasi tarihinden