1
İlhan Soytürk
İlkses Gazetesi Yazarımız

Yazar İlhan Soytürk

Yazarın Köşe Yazıları

Anılarda kalanlardan 2

Sıcak bir bahar günü telefon çaldı. Telefonumun ekranında görünen isim Zeki Büyüktanır...


Mobbing (Psikolojik Taciz)

Eskiye nazaran iş bulmanın daha da zorlaştığını anlatmak için kullanılan “ekmek aslanın ağzında” atasözü günümüzde anlamını yitirmiş. Yaşamını idame ettirebilecek bir iş bulmanın kolay olmadığı globalleşen dünyada işsizlik, günden güne çığ gibi çoğaldığını göz önüne alacak olursak ekmek aslanın ağzından aşağıya midesine inmiştir.


Aç Köpek Fırın Deler

Birileri tarafından söylenmiş ve günümüze kadar gelmiş belirli bir yargıyı içeren anonim sözlerin atasözleri olduğunu biliyoruz. Atasözleri insanların deneyimleri ve onların sonuçlarından doğmuştur. Çoğunda mecaz vardır.

“Aç köpek fırın deler” sözü ilk gün gibi tazeliğini korumakta. Eminim ki bu söz söylenmeden önce de sosyal yaşam, ekonomik sorunlar, eğitim-öğretim, kuşak çatışması o zamanda vardı.

Canlıların yaşamları süresince karşılaşabileceği en zor koşul açlıktır. Aç kalan canlı, insan, hayvan fark etmez, yaşamını devam ettirebilmek için beslenmek zorunda. Birey, gereksinimlerini doğal yollardan karşılayamıyorsa mevcut yasalarca suç unsuru olarak görülen her şeyi yapabilir, denemeyeceği yol yoktur.

Zaman zaman gazetelerin üçüncü sayfalarında benzer haberlerle karşılaşırız. Elbette yasalarca koruma altına alınanlar korunmalı, cezasız kalmamalı, teşebbüs edenlere ceza müeyyideleri uygulanmalı. Yargıçlığa soyunmak gibi bir düşüncede olmak haddim değil. İç sesimi dillendirmekte başka bir şey değil yaptığım.

Birey suça adım adım itilirken, sosyal devlet anlayışında yasa koyucuların, ekonomik, politik, eğitim ve öğretim şekli ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesi gibi alanlardaki yasalarla birey, güvence altında mıdır, değil midir? Bireyin olmazsa olmazlarından barınmak, beslenmek, sağlık, eğitim hakkı yeterince korunuyor mu, bunlar yasalarca güvence altına alındı mı sorgulanmalıdır.

Önemli olan sosyal devlet anlayışına yakışır önlemleri, birey yasaları çiğnemeden alabilmek. Yasa koyucuların, sosyal statülere yön verenlerin, sosyal devlet anlayışının gereklerini yeterince yerine


Dünden Bugüne Kıbrıs

Osmanlı İmparatorluğu 1878’de Padişah Abdülhamit’le İngiltere yönetimi arasında yaptığı elli yıllık kiralama antlaşmasıyla Kıbrıs’ı İngiltere’ye bıraktı. Aynı yıl 12 Temmuz’da İngilizlerin Kıbrıs’ı işgal etmesiyle Kıbrıs, yıllarca sürecek bir bilinmezliğin içine atıldı. Bu antlaşma gereğince İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki ülkelerinin bütünlüğünü Rusya’ya karşı korumayı üstleniyordu. Kıbrıs Antlaşmasıyla Kıbrıs’ın işgali İngilizlerin amacı etki ve yetkilerini Türk toprakları üzerinde sürdürmek, adayı bir üs olarak kullanmaktı. 1920’den 1950’lerin sonuna kadar Rumların Yunanistan’a bağlanmak istediğini belirtmesi ve bunu bahane ederek oyalama taktiği ile süren bağımsızlık hareketi, 16 Ağustos 1960 yılında uluslararası anlaşmalara dayanarak Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Kıbrıs’ta 1960-1963 yıllarında Kıbrıs Cumhuriyeti hukuken var olsa da adadaki sıkıntılar devam etti. Rumlar en başından beri, Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sadık kalmadı, kurulan düzeni Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) için bir basamak olarak gördü. Rumlar, Kıbrıs’ın tüm yönetimine el koyma yoluna gittiler. Uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar. Hazırladıkları planı Kıbrıs Türklerin kabul etmemeleri durumunda onları şiddetle bastırmaya yönelikti. Cumhuriyetin yapısı tek taraflı olarak Makarios tarafından değiştirildi. Türklerin seyahatleri ve temel ihtiyaçlara erişimi Rum kuvvetleri tarafından daha da kısıtlandı. Kıbrıs’ta darbe yapıldığı, Lefkoşa’daki Türk Büyükelçiliğinin gönderdiği şifreli mesajla 15 Temmuz 1974 sabahı Türk Dışişlerine bildirildi. Türk Hükûmeti, 17-18


Ego ve hiç

Özgül değeri sıfır olan ve ona aşama verip önemsediklerimiz aslında hiç; onlar hiç olduklarının farkında bile değiller. Yaşam içinde sosyal statüyü yönlendiren, yönlendirdiğini sanan, bulundukları zirveden yere çakıldığında belki kendi gerçekliğine dönebilir insan. Yaşamda hiçbir şey gerçek değildir, sadece çıkışların inişleri gerçektir. Hiçlik, dünyanın, yaşamın gerçek olmadığını savunan bir felsefe… Bu felsefeye göre insan dünyanın içinde değil dünya insanın içinde. Aslında hiçlik beynimizin oluşturduğu bir kavram… Hiç olana beynimizde ne kadar yer verirsek yer verdiğimiz kadar değerlenir ve o kadar hiç olmaz. Bir başkasında ise bu değer yargısı farklı olabilir. Dolaysıyla mutlak anlamda hiç, yoktur. Toplum içindeki sosyal statüsü ne olursa olsun fark etmez. Yaşamda kalıcı olan mutlak var olanlardır, hiç değil. Birey olan hiç, aynı zamanda egoludur, onlarda benlik çok yüksektir. Freud göre; “Ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir” der. Bu insanların dürtüleri, iç istekleri, tutkuları, içsel enerji kaynaklarıyla adeta çok boyutlu ve karmaşıktır. Ego, içinde bulunduğunuz ortamı, anı, durumu, olguyu, ne derseniz deyin; sizi öyle bir inandırır ki onun dışında, başka bir olasılık olmadığına inanırsınız, bazen eliniz kolunuz bağlı yıllarca aynı olgu içinde kalırsınız. İnsanların her biri, farklı ego ve kişiliklere sahiptir. Ego düşünceyi oluşturur, düşünce sonunda eylemleri oluşturur. O yaptıklarımız ben olur, biz oluruz.


Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim

Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim”

Mustafa Kemal Atatürk

Düzenli yapılan spor insan ruhunda olumlu gelişmeler, beden sağlığı üzerinde pozitif etkiler yaptığı araştırmalar ile belgelendirilmiş. Her toplumda insanlar şu ya da bu biçimde spor yapar. Spor her yaştaki insan için hekimler tarafından da önerilir.

Spor yapan insanların kendine göre nedenleri var. Mutlu olmak, güvende olmak, sağlıklı yaşamak zayıflamak… Boş zamanı değerlendirmek için spor yapıyorum diyenler bile var. Sağlık amaçlı ya da fiziksel görünüm kazanmak amacıyla spora başlayan biri, bir süre sonra daha profesyonelce yapmaya başlar. O zamanda kendi performansını görmek ister.

Sanayi devrimiyle birlikte hızlı ve düzensiz kentleşmenin olduğu yerlerde gürültü kirliliği, sıkıntılı yaşam, ekonomik güçlükler, çeşitli hastalıkları da beraberinde getirmiştir. Kentlerde yaşayan nüfusun büyük bir bölümü sıkıntılı ve öfke içinde... Sporun gerçek amacı ve toplumsal işlevi, bir bakıma bireyi sıkıntılardan arındırarak onun enerjisini başka kanallara aktarmaktır. İnsan yaşamında oldukça önemli bir yeri var sporun.

Sporun gerilimi azaltıcı özelliği biliniyor. İşyerleri sporun bu özelliğinden yararlanarak çalışanlara spor yaptırtırlar. Üretimin artması, kalitenin yükselmesine katkıda bulunmak için beş yüz kişiden fazla eleman çalıştıran kuruluşlarda spor ortamı hazırlama zorunluluğu var.

Tüm dünyada olduğu gibi bizde Basketbol, Voleybol, Futbol, Hentbol, Yüzme, Atletizm, Bisiklet, Güreş, Jimnastik, Boks, Judo, Tekvando, Kayak, gibi spor yapan


Saygı mı Karakter mi?

Yaşamda birine selam vermeniz ya da günaydın demeniz size bir şey kaybettirmez ama çok şey kazandırır. Bir selamımız ya da günaydınımızla karşı tarafın bakışı değişir. Ne de güzel söylemiş söz söyleten… ““İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.”“ Kendimiz için yapılmasını istemediğimizi karşı tarafa yapmamalıyız. Karşı pencereden, başka açıdan bakmasını bilmeliyiz, bilmiyorsak bir şekilde bunu öğrenmeliyiz. Sevdiğimiz, bizi mutlu eden eylemeleri saygı olarak değerlendiririz. Birine karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya neden olan sevgi, bazen de kişilikten kaynaklanan davranışları saygı olarak adlandırırız. Ahlaki bir değer olan saygı, bireyin sahip olduğu taktir veya düşünceyi ifade eder. Yaşamda birini ya da bir şeyi onurlandırmaktır saygı. Ayrıca, hoşgörüyü, ayrımcılık yapmamayı, başkalarını rencide edecek eylemlerden kaçmayı öğreniriz, öğretiriz saygıyla. Bireye saygı, sosyal normlara saygı, doğaya saygı, değerlere saygı, kültüre saygı, ulusal sembollere saygı, insan hayatına saygı, yasalara saygı, çocuğa saygı, kadına saygı, aileye saygı… daha da çoğaltabiliriz ...l


Mom’da

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dünya edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında yazar ve sanatçıların gittiği, edebiyat, sanat konuştukları meyhaneler, mekanlar vardı. Bu mekanlar zamana yenik düşüp kapansa da onların yerine yenileri yaşamaya devam edecek. İstanbul’da Nisuaz pastanesi 1930-1950 yılları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Ayel, “Garip” akımının isim babası Cavit Yamaç, Sabahattin Kudret Aksal, Asaf Hâlet Çelebi, Abidin Dino, Arif Dino, Orhon Murat Arıburnu ve Sabahattin Ali’nin uğrak yeriydi. Küllük kıraathanesi 1950′lerde adeta bir ilim irfan yuvası. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Fuat Köprülü, Ahmet Muhip Dıranas, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Reşat Nuri Güntekin ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın uğrak yeri. Hatta Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın 10. Yıl Marşı’nı Küllük’te yazdığı rivayet edildi. Mekânın adını yaşatmak için Küllük dergisi bile çıkarıldı. 1967’de açılan Hatay Restoran Cemal Süreyya’nın öncülüğünde edebiyat sohbetlerinin Anadolu Yakası’ndaki adresi. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan, Salah Birsel, Adnan Özyalçıner, Sennur Sezer, Can Yücel ve Behzat Ay gibi isimler var.

Cemal Süreyya burada anı defter tutmaya başlayınca, defteri olan meyhane diye tarihe adını yazdırdı. 11 Ciltlik defterden seçmeler yapıldı, Hatay Meyhanesi Defteri” adıyla kitaplaştırıldı. Bu kitapta Türk edebiyatına adını yazdıran edebiyatçılardan Feyyaz Kayacan’ın şiirleri Arif Damar’ın


İzmir’de, Bir Kitap Baba Vardı

Baba, bir çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek, bu anlamının dışında birçok anlamı var baba sözcüğünün. Türk Dil Kurumu’nda arama yaptım baba ile ilgili on dört açıklama çıktı karşıma. Bu açıklamalardan bazısı, “Çok kaliteli, üstün nitelikli. Tarikatların bazısında tekke büyüğü… Bazı kimselere verilen unvan. Örnek, Gül Baba. Nur Baba. Baba İlyas, gibi…

Yazının devamı İLKSES Gazetesi'nde...


Kırkyama Gibi

Kırkyama büyük annelerimizin elinde gelişen bir sanattır. Adına kırkyama, kırkpare veya yamalı bohça da denilen sanat dalı günümüzde yeniden ve eskisine nazaran daha fazla ilgi görmektedir. Kırkyama günümüzde hiç kullanılmamış kumaşlarla yapılan, yaşam standardına ve son gelişmelere ayak uyduran modern bir sanat görünümündedir. Çeşitli kumaş parçalarının belli motifler oluşturacak şekilde dikilmesi veya aplike edilmesidir. Günümüzde gerek Anadolu’da gerekse birçok şehirde uygulanmaktadır. Başta Amerika olmak üzere birçok Avrupa ülkeleri bunu bir tür sanayi hâline getirmiştir.


Belediyelerde neler oluyor?

Demokrasinin olmazsa olmazı seçimler, kanunların ön gördüğü sıklıkta ya da koşulların uygun olduğu tarihlerde yapılır. Son yerel seçim de 31 Mart 2024 de yapıldı. Ülke genelinde siyasi partilerin oy

oranlarında değişiklikler oldu. Partilere farklı yansıdı, bunun sonucu olarak da yerel yönetim kadrolarında köklü değişiklikler yaşandı. Bir kent ya da beldedeki yönetici değişse de orada siyasi parti değişmedi. Birçok yerde siyasi parti, o partiye mensup siyasetçi değişti. Sonuç olarak ülke genelinde siyasi atmosferde olan depremle birlikte siyaset planları alt üst oldu. Belde ya da kentlerde siyasi düşünceler gibi siyasetçilerin değişmesi önemliydi. Oluşan yeni siyasi anlayış ve onun mensubu olduğu siyasetçiler ne getirecek, halka ne sunacaklar, önemli olan sonrası… Bir kent ya da belde, farklı bir siyasi partiye geçmesi durumunda, oradaki siyasi yönetici doğal olarak çalışacağı kadroyu kurmak ister, elbette kendi kadrosunu kuracaktır. Bu da gayet doğal…Çünkü kuracağı kadroyla başarılı olacağını düşünür. Seçimlerin üzerinden kısa bir zaman geçmesine rağmen yerel yönetimlerde kadrolar oluşturulmaya başlandı. Aynı siyasi düşünceden gelen, siyasi partinin adayı seçimi kazanarak aynı belediyede kendi kadrosunu kurarken ne yapmalı ya da ne yapmamalı?

13.7.2005 tarih ve 25874 sayılı resmi gazete de 5393 sayılı belediye kanununa göre Norm kadro ve personel istihdamı. Madde 49- Norm kadro ilke ve standartları Çevre ve Şehircilik


Kadınlarımız

Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız

….( Nâzım Hikmet Ran)

Tarihte, Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır. Rivayet odur ki Cengiz Han’ın Türk olduğu söylenir. Cengiz Han, “Ben hepinizin hanı Cengiz Han’ım. Bu da benim Han’ım Börte!” diyerek eşinin devlet yönetimindeki yerini vurgulamıştır.

Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde, hakanların yanında yer alan, hatun diye adlandırılan eşler alınan kararlarda eşleri kadar söz sahibiydi.

Selçuklular’da hatun unvanıyla anılan hükümdar eşleri saray toplantılarına katılmasalar da eşlerinin üzerinde çok etkindiler.

Kadınalar devlet yönetiminde ve sosyal hayatta bu kadar söz sahibiyken zamanla haklarının birçoğunu kaybetti.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileme Dönemi, Türk kadınının statüsünü olumsuz yönde etkilemiş, kadın için ev, bir hapishane hâline gelmiş, miras hukuku ve mahkemelerde tanıklık konularındaki geleneksel haklar yok edilmiştir (Doğramacı, 1989, s. 133-135).”

Cumhuriyetin kazanımlarından biri de kadınlara verilen değer. Yüzyılın lideri Mustafa Kemal Atatürk sosyal hayatta yaptığı devrimlerden biri


Anneler Günü

Birçok insan bu özel günde, anneler gününde, annesine hediyeler alır, onlara olan sevgi bağını gösterir.

 Anneler günü aslında saygı, sevgi ve değerin simgesidir. Asıl amaç, annelere olan saygının gösterilmesidir. Bizi doğurup büyüten, yaşama hazırlayan annelerimizi yılda bir gün değil de her gün ansak, onlara sevgimizi, saygımızı sunsak az.

1905 yılında annesini kaybeden Anna Jarvis’in annesini anma isteğiyle ortaya çıktı. İlk kez 1908 yılında 407 çocuk annesiyle birlikte bu özel bir günü kutladı. O dönem, bu kutlama çok fazla ilgi gördü. 1914 yılında anneler günü resmiyet kazandı ve kutlanmaya başlandı. Ülkemizde ilk kez 1955 yılında kutlanmaya başlanan anneler günü zamanla daha da etkin bir biçimde kutlanır oldu.

Anneler günü için diğer bir hikâye de mitolojide Tanrıça Kibele ve Rhea’yla  karşımıza çıkar. Hikâyeye göre pek çok tanrı ve tanrıça anne Rhea için her yıl düzenli olarak kutlama yapar. Kutlamaların bahar şenlikleri olarak gerçekleştiği söylenir.

Antik çağda Romalılar ise ana Tanrıça Kibele için kutlamalar yapar. İki tanrı da bereketiyle ve şefkatiyle tanınır. Bahar geldiğinde bu iki ana tanrıça, bereket getirir. Yani, annenin bir eve bereket getirdiği de düşünülür. Bu durum, annelerin ne kadar özel olduğunu gösterir.

Anneler günü genel olarak her yıl mayıs ayının ikinci haftasında birçok ülkede aynı tarihte kutlanır. Hristiyan inancına göre


İZKİTAP’ın Ardından-3

İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde İZFAŞ ve SNS fuarcılığın Kültürpark’ta yaptığı kitap fuarı organizasyonu İZKİTAPFEST, 28 Nisan’da kapılarını kapattı. İzmir fuar alanındaki sıkıntıların kaldırılması düşüncesiyle Kültürpark’ta yapılan bu organizasyon ilk olmanın güzelliğini yanında taşırken çözülebilecek basit olumsuzlukları da beraberinde getirdi. Sorunlardan en önemlisi de tuvaletler, tuvaletlerin yetersizliği ve sağlık bilgisi olmayışı katılımcılarda sıkıntı yarattı. Büyük yönlendirme yazılarıyla okuyucular sergililere yönlendirilebilirdi. Söyleşilerdeki düzensizlik, sahnelerin nerelerde olduğunun bilinmeyişi, ilk günlerde broşür azlığı ve bazı panelistlerin isimlerinin olmayışı… Umarım, daha sonraki organizasyonlarda basit olumsuzluklar gözden kaçmaz, dikkate alınır, İzmir’e yaraşır bir organizasyon yapılır. İzmir bir kültür merkezi, İzmirli aydın, bu ülkenin yüz akı. Bu ve benzeri organizasyonları yapanlar İzmirlinin beğenisini dikkate alırlar.

SADIK UYGUN YAYINLARI, YUNUS BEKİR YURDAKUL (Yazar, Editör)

Açık havada olması herkesin hoşuna gitti ama dikkatlerden kaçan bir şey var. Kültürpark çok yaşlı, 90 yaşında bir park burası, bu park için bu kadar yük çok ağır. Ama mekân olarak burada olması iyi... Niye iyi? Yukarısı (Gaziemir) İzmir'in hayatına girmedi. Fuar İzmir'i, İzmir'in hayatına yazık ki sokamadık. Neden, ulaşım sorunları nedeniyle... Fuarın burada oluşumunun başka nedenleri de var. Açık hava oluşuyla, başka etkinlik alanları oluşuyor. Çocuklara yönelik, dostlara yönelik, okullara yönelik çok sayıda etkinlik var. Atölye çalışmaları gibi çok sayıda etkinlik


İZKİTAP’ın Ardından-2

İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde İZFAŞ ve SNS fuarcılığın Kültürpark’ ta yaptığı kitap fuarı organizasyonu İZKİTAPFEST, baharın coşkusunu Kültürpark’a taşıdı. Fuarda artılar kadar eksiler de vardı. Yazar, çizer, yayıncıların birbirini görebileceği, konuşabileceği yerin olmayışı büyük eksiklik. Şu unutulmamalı ki kitap fuarları, kitap satışlarının olduğu yerler olsa da asıl amacı kültür alışverişinin yapıldığı, sanatın, sanatçının, görüş alışverişinin yapıldığı, yayıncının yayın sorunlarının konuşulduğu yerler. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, mevsimin de izin verdiği ölçüde baharın coşkusuyla güneşli günlerde yapılan okur, yazar buluşmaları yüz güldürdü. Umarım, daha sonraki organizasyonlarda basit olumsuzluklar gözden kaçmaz, dikkate alınır.

KANGURU YAYINLARI, AYDIN ŞİMŞEK (Yazar, Yayıncı, Editör)

Hiç şüphesiz bir kentin en önemli marka değerlerinden bir tanesi kültür hareketleri ve İzmir için de kitap fuarı denilebilir. Dolayısıyla kitap fuarından beklentimiz kentin kendi fiziksel değeri kadar marka değerini yüceltmek ve yükseltmek olmalı. Bu bağlamda çok umutlu olarak uzun bir aradan sonra Kültür Park'ta, açık havada ilki gerçekleştiren bu etkinliği, beklediğimiz büyük dışa vurumu ne yazık ki yeterince güçlü olarak göremedik. Bunun birkaç nedeni var. Aslında kültür alanlarını fonlaması gereken sivil toplum etkinliklerini toplumlaşması gereken o kentin yönetsel erkidir ve bu bağlamda belediyelerin bu işe öncülük yapması gerekir. Hele de ileri demokratik bir mevzi savunan ve bunun temsilcisi olduğu söyleyen


İZKİTAP’ın Ardından

İZKİTAP’ın düzenlediği İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde İZFAŞ ve SNS fuarcılığın Kültürpark’ta yaptığı kitap fuarı organizasyonu İZKİTAPFEST 28 Nisan’da kapılarını kapattı. İzmir Fuar alanındaki sıkıntıların kaldırılması düşüncesiyle Kültürpark’ta yapılan bu organizasyon ilk olmanın güzelliğini yanında taşırken çözülebilecek basit olumsuzlukları da beraberinde getirdi.

Baharın coşkusunu Kültürpark’a taşımak olan bu kitap fuarının ana teması çocuk edebiyatı. Çocuk bayramı olması nedeniyle birtakım sosyal faaliyetler (çim konserleri ve açılışlar) için bütçe ayıran İzmir Büyükşehir Belediyesi her yayınevinden belirli miktarda çocuk kitabı alarak çocuk okuyuculara dağıtılabilirdi. Duyurunun yeterince yapılmadığı görülüyor. Tatil günleri hariç okullardan gelen öğrenci sayısının azlığı dikkatlerden kaçmadı. Kent merkezine uzak okullara servisler konulabilirdi. Sergilikler, işi bilen, işinin uzmanı olan kişilerce farklı tasarlanarak panayır havasından kurtarılıp çağdaş bir görüntüyle kitapseverler karşılanabilirdi. Sorunlardan en önemlisi de tuvaletler, tuvaletlerin yetersizliği ve sağlık bilgisi olmayışı katılımcılarda sıkıntı yarattı. Büyük yönlendirme yazılarıyla okuyucular sergililere yönlendirilebilirdi. Söyleşilerdeki düzensizlik, sahnelerin nerelerde olduğunun bilinmeyişi, ilk günlerde broşür azlığı ve bazı panelistlerin isimlerinin olmayışı…

Yazar, çizer, yayıncıların birbirini görebileceği, konuşabileceği yerin olmayışı büyük eksiklik. Şu unutulmamalı ki kitap fuarları, kitap satışlarının olduğu yerler olsa da asıl amacı kültür alış verişinin yapıldığı, sanatın, sanatçının, görüş alışverişinin yapıldığı, yayıncının yayın sorunlarının konuşulduğu yerler. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, mevsimin de izin verdiği ölçüde


Kültür Panayırında IŞIK Topu Gibi FEST'imiz Var

İzmir Kitap Fuarı, 19-28 Nisan tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde İZFAŞ ve SNS Fuarcılığın yaptığı organizasyonla Kültürpark’ta da yapılıyor. Bu yıl ki ana tema “Çocuk Edebiyatı.” 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı da içine alan bir zaman diliminde baharın coşkusuyla yapılıyor olması İzmirliler adına sevindirici … Yazarlar, festival gibi bir organizasyonla Kültürpark’ta da okuyucuyla buluşacağı, yüzlerce yayınevi, sahaf, plakçı ve farklı kurumların katılacağı; Lozan’dan 26 Ağustos’a, Kaskatlı Havuz’dan Montrö’ye Kültürpark’ın tüm açık alanlarına yayılarak doğayla iç içe bir edebiyat buluşmasına ev sahipliği yapılacağının haberi basında yer aldı.


Öner yağcı yılmaz bir devrimci

Öner Yağcı,1 Nisan 1951, Zile / Tokat doğumlu. Yerköy Atatürk İlkokulu, Yerköy Ortaokulu, Tokat Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 1975 yılında mezun oldu. Öner Yağcı editör, deneme, roman, araştırmacı, çok yönlü bir yazar. Romanlarının yanında düşünce kitapları, çeşitli dergilerde yayınlanan düşünce yazıları ve şiirleri var. Öğrencilik yıllarında Dev-Genç’li (Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu) öğrenci önderi olarak 12 Mart 1971 tutuklandı. Tutuklu kaldığı bu dönemde yaşamını önemli ölçüde değiştirdi. Yerli ve yabancı klasikleri okuyarak kendini zenginleştirdi, geliştirdi. 1974 affıyla çıkıp okulunu bitirdikten sonra öğretmen oldu. İlk şiirlerini Yeni Adımlar, Töb-DerTürkiye YazılarıYeni Toplum dergilerinde yayımladı. Ağrı-Taşlıçay’daki birkaç aylık öğretmenliği, Sarıkamış’taki bir yıllık askerliği sonrası Ankara’da öğretmenlik yaparken 1978’de Töb-Der (Tüm Eğitim Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği) yöneticiliğine seçildi. 12 Eylül 1980 tutuklandı, beş yıl hapis yattı.

Çanakkale ve İmralı günleri öğretmenlikten uzaklaştığı, yazarlığa adım adım gittiği yılardır. Bu süreçte sürekli okuyup yazdı. Bilim ve SanatÖğretmen Dünyası, Türkiye Yazıları, Yarın, Yeni Düşün, Yeni Olgu dergilerinde ürünleri yayımlandı. Cezaevindeyken, Kardelen ve Turnalar romanlarını yazdı. Kardelen “1986 Akademi Kitabevi Roman Başarı Ödülü”nü aldı, 1987 yayımlandı. Kardelen çok sevildi, hakkında çok şey yazıldı. Turnalar, ikinci romanı, o da 1987 de yayımlandı. Turnalar romanı, “1988 Madaralı Roman Ödülü” nü aldı. Öner Yağcı hapisten çıktıktan sonra


Bayramınız Kutlu Osun

Çok mutlu olduğumuz, beklemediğimiz bir şeyle karşılaştığımız zaman bugün benim bayramım der seviniriz.


Siyaset ve Objektiflik

“Her siyasi parti, kendi yalanını yutarken ölür.” JOHN ARBUTHNOT

Demokratik ülkelerde, belirli zaman dilimlerinde yerel ya da merkezi seçimler yapılır. Bu demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.14 Mayıs 2023’de merkezi hükümet- Cumhurbaşkanlığı seçimi, 31 Mart 2024’de yerel yönetici seçimi yapıldı.

Tarafsız olmak ya da nesnel olmak birbirinden farklı anlamlar içeren sözcüklerdir. Tarafsız, yan tutmayan, yansız, bitaraf, nötr olmak, olası değil, çünkü görüş belirtmemek o gerçekliğe razı olmak, dolaylı olarak taraf tutmak anlamına gelir.

 Objektif olmaksa kendi değerlerini, düşüncesini değerlendirmelerin dışında tutmak, yorumlamak ya da hiçbir görüşün altında kalmadan olması gerektiği gibi değerlendirebilmektir.

Yaşamın her anında objektif olabildik mi olabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum olduğumuzu. Her ne oluyorsa, yaşanılıyorsa objektif olamama yüzünden, empati kuramamaktan olmuyor mu?

Profesyonellikle, amatörlüğü birbirinden ayırmak gerekir. Amatörlerde tarafsızlık, objektiflikten uzak çalışmalar gözlemlenebilir, bu onlar için doğal. Burada insani duygular, kan bağı, siyasi görüş, birtakım etkenler ağır basar.

Profesyonellik ise daha farklı, hitap ettiğiniz kitlenin karar alabilmesi, kendi doğrularını bulabilmesi için beklentileri var. İnsanlar profesyonellere, profesyonel kurumlara saygı duyar, güvenir.

Az gelişmiş, ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde henüz amatörlükten kurtulamamış, profesyonel varsayılan kurumlar görebiliriz.

 Mahalli seçimler yapıldı. Herkes coşkuyla sandık başına gitti, yurttaşlık görevini yapmak için. Bir yurttaş olarak benim gönlümde elbette


Okumamak İçin

Ne yazacaksın, nasıl yazacaksın, neyi, niçin, kimin için yazacaksın. Bir şekilde başlamak gerekir. Başlamak bitirmenin yarısıdır. Yazmak için, okumak için o kadar konu, o kadar çok neden var ki, saymakla bitmez. Diplomalı olup da okur yazar olmayanların her gün arttığı bir ülkede gazete çıkarmak takdire şayandır. Çünkü diplomalıların, diplomasız okur yazarların büyük bir kesimi okumaz. Böyle bir genelleme yapmak ne derece doğru onu tartışmak istemiyorum. Bunları söylemek için araştırma yapmaya gerek yok. Birkaç örnek vermek gerekirse; ülkemizde kitap dergi okuma oranı yüzde 4, gazete okuma yüzde 22, televizyon seyretme oranı yüzde 95’tir. Ders kitapları hariç dünyada basılan kitap sayıları ABD 72 bin, Almanya 65 bin, Rusya 58 bin, İngiltere 48 bin, Brezilya 13 bin, bizde 6 bin 31. EĞİTİM-SEN’in bir araştırmasına göre de öğretmenlerin yüzde 8’i hiç kitap okumuyor, yüzde 28’i ayda bir kitap okuyor, yüzde 39’u bilgi vermiyor.

Ülke çapında gazetelerin baskı sayısı, kitap, dergi sayısı ortada… Bu güçlükleri bile bile gazete çıkaranları, kitap, dergi yayımlayanları, bu işe soyunanları kutlamak gerekir. Niçin az okuyoruz, ya da okumuyoruz sorusu hayatımızda sık karşılaştıklarımızdan. Herkes farklı şeyler söyleyebilir. Bunun için size yüzlerce bahane üretebilirim. Eminim ki siz de üretirsiniz. Ekonomik anlamada her gün bir gazete alabilecek güçte olmadığınızı söyleyebilirsiniz. Kitapların pahalı


Politikada “Ceğiz, Cağız”ın alıcısı hep var

Türk Dil Kurumu sözlüklerinde politika, devletin etkinliklerini amaç, yöntem, içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü; siyaset, olarak açıklanmış.


Cılkı Çıkmış Yayıncılık ve Sorunları

Matbaadan önce elle yazdırılan kitapların azlığı, matbaanın bulunuşuyla ivme kazandı. Bilgisayarın yayıncılıkta kullanılmaya başlanmasıyla her şey daha da kolaylaştı. Türkiye’de yayıncılık sektörü 1980’lerin sonlarında tipo baskıdan ofset baskıya geçti. Masaüstü yayıncılık ile ilk kez 1989 yılında tanıştı. Birçok yayınevi masaüstü yayıncılık adı altında bilgisayarda dizgi ve sayfa düzeni yapmaya başladı. Masaüstü yayıncılık; yazım işleminin tamamlanmasının ardından grafik çalışması, eklenecek çizim veya resimlerin tamamlanması, verilerin tümünün bilgisayar ortamında bir araya getirilerek birleştirilmesiyle oluşan bir yayıncılık tanımı. Tipo yayıncılık unutulmaya yüz tutunca daha önce kitaplarda rastlanan dizgi ve sayfa düzeni acemilikleri yavaş yavaş ortadan kalktı.

Günümüzde dijital ortamla birlikte bilgisayar destekli yayıncılık da ön plana çıkınca bilginin önemi bir kez daha gözler önüne serildi. Bunun nedeni, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle üretilen bilginin paylaşımı ve kullanımının artmasıdır. Yayıncılık hızlı bir şekilde gelişirken kitapların ucuzlayacağı yerde daha da pahalılaşmaya başladı. Buna neden, yayıncılar kâğıdı döviz kuru üzerinden aldığı için dövizdeki hareketlilik, onları ciddi olarak etkiliyor. Buna ek olarak kira, elektrik, baskı, selofan, renk, demirbaş makinelerin yıllık bakım ve onarımları, işçilik maliyetleri giderlerini de eklediğinizde maliyeti yükseliyor bu maliyet okuyucuya yansıyor. Kurumlaşmış yayınevlerine her gün yetişkinler ve çocuklar için yazılmış şiir, öykü, makale, roman, anı gibi dosyalar gönderiliyor. Yayınevlerinin yayın kurulları bu dosyaların bazılarını okuyor,


Her Gün Çürüyoruz

Çürüme geniş kapsamlı bir sözcük. Doğada oluşan kimyasal, fiziksel bozulmadan tutun da maddelerin bozulup dağılması, sağlamlığını, dayanıklılığını yitirip yıpranması gibi…