Sayfa Yükleniyor...
Çocukluk ve gençlik yılları yoksulluk içinde geçer. Yoksulluk onun ailesine özgü değil; neredeyse o bölgedeki Türkmen köylerine özgü. Belki, her köyde ekonomik yönden kendi yağıyla kavrulabilen bir iki aile vardı ama o, bunun ayrımında değildi.
Yetişkin olunca tutunacak dalının olmayacağını da biliyordu. Bozkırın ortasında, kıraç tarlalar da çalışacaksın. Ya da hasat sonrası yorganı sırtlayıp kışın Mersin’e, Adana’ya portakal bahçelerinde çalışmaya gideceksin. Oraya gitmezsen yazın Kayseri’de inşaatlarda iş bulabilirsen çalışacaksın. Geleceğe yönelik bir ufuk görünmüyordu yani. Her şey boz bulanık, bir belirsizlik… Gelecek için olmazsa olmaz tek çıkar yolun okumak olduğunun bilincinde...
Ne acıdır ki onun yaşadığı köyde, ondan önce ortaokula giden iki çocuk var. O, köyden ortaokula giden üçüncü çocuk…
Güç koşullar altında da olsa ortaokulu bitirir liseye başalar, lisenin de edebiyat kolundan mezun olur.
Köylerde yoksulluğu kırabilmenin tek yolu devlet kapısında bir iş tutmaktan geçer. Kısa yoldan bir mesleğe girme kararlarında babasının etkisi çoktur.
Liseyi bitirdiği yıl öğretmen yetiştiren kurumların (Eğitim Enstitüleri) eğitim süresi iki ve üç yıl. Bu kurumlar ön kayıtla öğrenci alıyorlar. Ekonomik olarak zorlanmamak, ailesine daha fazla yük olmayayım diye üç yıllık olanına değil de iki yıllık Eğitim Enstitüsüne kayıt yaptır. İki yıllığı bile bin bir güçlükle bitir.
Seçtiği öğretmenlik mesleğinin önemini ancak göreve ilk başladığı o dağ köyünde farkına varır. Mesleğin güçlüklerini, sorunlarını orada kavrar.
Zaman içinde kaybolacaksam neden öğretmenlik, dervişler gibi bunca çile çekmek niye, der. Çocuklar için bir şeyler yapmayı düşünür. Edebiyat tutkusu gün ışığına çıkar ve bıçak sırtı bir alanda çocuklar için yazar…
“Edebiyata başlamamda kimsenin etkisi yok. Edebiyat vardı da tür olarak belirli bir şey yoktu. Bazı günler şiir yazardım, (geriye dönüp baktığımda) onlara şiir denirse? Şiiri demlenmeye bıraktığımda öykücükler kıpırdardı içimde. Kitaplara sarılırdım. Çok kitap okudum. Edebiyat dergilerini takip etmeye çalıştım, olanaklarım ölçüsünde.
Ceyhun Atıf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri”nde söylediği gibi öğretmenler çiçek bahçesinin bahçıvanlarıdır. Onların önüne konan hamuru yoğurur, şekillendirir ve onlara ruh verir. Zevk alabilmek, sevebilmek, duyarlılık, toplumsal temel ilkeleri benimseme, görgü kuralları, iş birliği, başarısızlığı kabullenme, bir gruba kabul edilme, liderlik; anne-baba, kardeş, arkadaş, doğa ve hayvan sevgisi kazandırma, çalışmanın önemini kavratma, çocuğun yaratıcılığını ortaya çıkarma, algılama ve yorumlama yeteneğini geliştirme gibi değerler kazandırmak olduğu bilir. Bunlar yapılırken eğitmek, eğlendirmek esastır…
Çocuk edebiyatıyla öğretmenliğin benzerliği var. Çocuk edebiyatı ona dikte etmeden, içinde çocuğun kendini bulduğu, hayallerini süsleyen ve çocuklara yeni ufuklar açan yazılı metinler değil midir? Mesleğe ilk başladığım yıllarda dünya klasiklerini saymazsak çocuk edebiyatı alanında nitelikli ürün veren yazın ustası ancak iki elin parmakları kadar. O dönem eşitlikçi çocuk edebiyatı adına yapılanlar çocuk yazınımıza tam anlamıyla yansıdığı söylenemez. 70’li yıllarda 68 kuşağının etkisi, 80’li yıllardan sonra da çocuğa siyasi görevler yüklenmesi yüzün den klasikler gündemde kalıyordu. Beni çocuk edebiyatına iten düşüncelerin başında bu para- doks gelir. Çocuklar için yazma nedenlerimden biride bu.”
Başka anılara…