Sayfa Yükleniyor...
Bölümlere ayrılmış iki yanlı tahta üzerinde on beşerden otuz pul ve iki zarla iki kişinin oynadığı oyun olarak açıklanmış.
Ahırdan, atlardan söz etmeyeceğiz; yeri, zamanı geldiğinde ahırdan atlardan da bahsederiz. Davul başkasının omuzunda, tokmak başkasının elinde birileri davul çalarken “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demiş atalarımız.
Tavla, Satranç, Köçürme, (Türkiye’deki adıyla Mangala) zekâ oyunları olarak bilinir. Satranç çok boyutlu düşünme yeteneğini geliştirir, konsantrasyonu güçlendirir, sorun çözmeyi öğretir, düşünce hızını artırır, motivasyonu yükseltir. Tavla Çoklu düşünmeyi sağlamasının yanı sıra öngörü kabiliyetinizi de geliştirir, şans, zekâ ve strateji oyunudur. Strateji ve şansın kombinasyonundan oluşur…Mangala, kurnazlık, direnme, önceden görme ve stratejik çözümlemenin
Tavla oyununda şans faktörü daima vardır ve zara bağlıdır. Zar, bir oyunun sonucunu belirleyebilse de 4500 civarında hamle ihtimalini düşünebilen oyuncu, birçok oyun üzerinden daha çok puan toplayabilir. Taktikler sayesinde çok boyutlu düşünme ve öngörü yetenekleriniz gelişir.
Her oyunun bir tarihi olduğu gibi tavlanın da bir geçmişi var, oldukça gerilere dayanır.
Rivayet olunur ki o dönemdeki Hint İmparatoru, sınırları İran’dan başlayıp ve Mısır ile Hindistan’dan Avrupa’ya kadar uzanan Pers imparatoru İran Şahı Nevşiyan’a satranç oyununu gönderir. Gönderdiği mektupta “Kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. İşte hayat budur.” yazılıdır. Daha önce bu oyunu hiç oynamamış ve bilmeyen Nevşiyan, şaşkındır.
Şah, büyücülerini, alimlerini, vezirlerini, aklı eren herkesi toplar. Oyunu çözmesini ister. Vezir, Büzür Merih’i çok akıllıdır. Uzun bir çalışmanın sonucunda satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer. Bunun üzerine Şah, Hint İmparatoru’na hediye etmek için yeni bir oyun icat etmesini de emreder vezirine. Vezir, on gün içinde tavlayı icat ederek imparatora sunar. İmparator Nevşiyan tavlayı, “Evet, kim daha çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa; o kazanır. Ama biraz da şanstır. İşte hayat budur.” iletisiyle Hint İmparatoru’na hediye olarak gönderir.
Bugün hala Türkiye’de Farsça’dan Türkçe’ye geçen isimler kullanılarak oynanır. Yek (1), Dü (2), Se (3), Cehar (4), Penç (5), Şeş (6).
Tavla hayatın kendisidir, hayatın içinde geçen bir oyundur. Felsefedir... Zarı şanslı olanla, hayatta şanslı olan daima aynı kefede yer alır. Tavla ile hayat aynı felsefede el eledir. Doğru zamanda, doğru hamle başarıya götürür. Tavlada yaptığınız yanlış bir hamle daha sonra oyun kurmanızı zorlaştırır.
Tavlayı bir bütün olarak ele alırsak, başarı için yüzde otuzu oyun bilgisi, yüzde otuzu zar faktörü, kalan yüzde kırkın onu tecrübe, geriye kalan yüzde otuzluk faktör de psikolojik. Oynarken çok konuşmak, gülmek bir taktiktir.
Bazı oyuncular tavla oynarken adeta tavlayı ağzıyla oynar, rakibin moralini bozar. Ağzıyla, zar tutan parmakları koordineli çalışır. Dil bir sayı söyler, ne hikmetse zar onu duyar, yuvarlanır, yuvarlanır durur, istenilen sayı gelir. Bir başka taktik de ne kadar konuşursanız rakibi o kadar yorarsınız, onu konsantrasyonunu bozarsınız. Onlar, konsantrasyon bozma konusunda çok başarılıdır. Sevgili dostum, arkadaşım Erhan, bunu çok iyi yapar.
Tavlada şans faktörü ve oyun tecrübesi ön plandadır. Uygun olan, zarı fincanla atmak... Oyunu kaybettiğiniz de o zaman rakibinizden, “Fincanı taştan oyarlar, balam oyarlar / içine de bade koyarlar “şarkısını dinlersiniz.
Şansınız bol osun.