Yarın tekrar sandık başına gideceğiz. Aslında son 2 yıl içinde sürekli seçim atmosferinde olmamız ve seçim öncesi, seçim sonrası o politik ortamdan kurtulamamış olmamız toplumu gereğinden fazla gerginleştirdi. Aynı toplumun artık en ufak bir olay karşısında bile tahammül ve anlayış hali kalmadı. 7 Hazirandan 1 gün sonra koalisyon görüşmeleri bile konuşulmamışken yeni bir seçimi konuştuk ve yarın sözünü ettiğimiz o yeni seçim günü.
Gerek partiler gerekse seçmen açısından çok gergin ve her an pimi çekilmiş patlamaya hazır bir bomba gibi geçen 5 ay geride kaldı. Yarınki seçimin sonuçları ne olursa olsun her şeyi yatıştıracağını temenni etmek düşer bize. Gerçekten Türkiyenin artık düzlüğe girmesi ve asıl meselelerle, asıl projelerle uğraşması ve içerden dışardan net bir şekilde ülke olarak kendini ifade etmesi gerekiyor. Bu nedenle 1 Kasım seçimleri neticesi itibariyle çok önemli.
Peki, seçim sonuçları nasıl olacak? 7 Hazirandan farksız olacaksa 1 Kasımın bir manası olacak mı? Aslında 1 Kasımın en büyük manası, sonuçları 7 Hazirandan farksız olma ihtimaline rağmen tek parti iktidarı için milletin de yeni bir seçime evet demiş olmasıdır. Çünkü parti tabanları hiçbir şekilde koalisyon istemiyordu. Zaten 18 milletvekili ile iktidarı kaybeden AK Parti seçmeni için yeniden sandığa gitmek büyük önem arz ediyordu. Bu da zaten gerçekleşti.
Fakat şu soruyu herhalde artık sormak gerekiyor: AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan her seçime neden büyük bir önem ve varlık-yokluk meselesi üzerinden girer? Özellikle son 4-5 yıl içinde girdiğimiz her seçim AK Parti ve seçmeni açısından bir önceki seçime göre çok daha kritik ve hayati olmuştur. 7 Haziran son 13 yılın en önemli ve kazanılması gereken seçimiyken 1 Kasım artık Türkiye için içerden ve dışardan ölüm-kalım seçimi halini aldı. Öyle tahmin ediyorum ki, sadece bir oyun bu kadar kıymet kazandığı ve o oyu almak için bu kadar uğraş verildiği başka bir seçim yaşanmamıştır. Özellikle AK Parti ve kitlesi tarafından bu hayati mücadeleyi görmekteyiz. Peki, bu salt bir iktidar mücadelesi mi? AK Partinin ve Erdoğanın kendi geleceklerini düşünme ve varlıklarını devam ettirme arayışı mı? Belki birçoğunuza göre cevap evettir ya da sadece hiç sanmam da olabilir. Ama bence ve benim gibi düşünenlerce ise o sorunun cevabı kesinlikle hayır.
Çünkü Türkiyede soldan sağa tüm muhalif duruşlarını ve söylemlerini AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı ve bu karşıtlığın yarattığı nefret üzerine inşa eden ve bunun için zaman-mekân gözetmeksizin Türkiye aleyhinde propaganda yürüten bir birleşim karşısında, Türkiye lehine bir duruş sergilemek bugün sadece AK Partinin omuzlarında bir yük ve sorumluluk oldu. İdeolojileri, ilkeleri, felsefeleri ve geçmişleri birbirinden çok farklı olmasına rağmen bunların hepsini bir kenara bırakıp AK Parti karşıtı bir blokta yer almak muhalefetin en büyük hayali ve hedefi oldu. Bunu Etyen Mahçupyanın ağzından dinlediğimizde olay daha da net anlaşılacaktır. Toplumsal ayrışma sürecinin tarihselliğini, Kemalizmin ideolojik çeper yaratma stratejisinin geri tepmesini anlayamayanlar bir süre kendilerini AK Parti karşıtı blok hayaliyle oyaladılar. Oysa CHP/HDP türü solculuğun MHPnin genetiğine aykırı olduğunu biliyor olmak için okula gitmeye gerek yok. Mesele söz konusu solculuğun AK Partinin bizzat varlığına karşı bir ideolojik konumu ifade etmesidir. Oysa MHP yönetimi iktidarın birçok uygulamasını eleştirse bile, varlığını sürdürmesinin milliyetçilere sağladığı hayat alanının ve dönüşüm imkânının farkında. AK Partiye ontolojik karşıtlığın bir adım ötesinin MHPye ontolojik karşıtlık olduğu ortada. Dolayısıyla solun MHPyi araç olarak kullanma yönünde gayri ahlaki bir hayal peşinde olduğu belliydi ( AK Partisiz Hükumet Ne Zaman? Başlıklı yazısında, 29.10.2015)
Evet, bugün Türkiyede solculuk demek AK Parti karşıtı olmak demektir, Türkiyede MHP milliyetçiliği kendilerini bile yok edebilecek sol ile AK Parti karşıtı blokta yer alabilmektir. Kürt siyasi hareketi iddiasında olan HDPnin 90 yıllık Kürt düşmanlığıyla kendilerini tatmin eden Kemalist rejim ile kol kola girmesi sadece bu rejimin Kürtlere karşı baskı ve asimilasyonunu kıran, Kürtleri yokluktan maddi ve demokratik varlık sahasına dâhil ve davet eden AK Parti karşıtlığından kaynaklanıyor.
Daha düne kadar imam ve ordusu diyerek düşman belledikleri ve bugün ülkenin tüm kurumlarına sızmış, bürokrasiyi rehin almış, iç ve dış medyası ile Türkiyenin başına adeta çorap örme derdinde olan paralel yapı ile CHP, MHP, HDP ve dahi Saadet Partisi sadece AK Parti ve Erdoğan nefreti üzerinden bir araya gelebildiler.
Tek Türkiye ve Ölümsüz Kahramanlar gibi Kürtleri çamurlaştıran, kart-kurtlaştıran paralel yapı dizilerinden sonra HDP eş başkanlarının o dizilerde rol alabilecek kadar cemaat sever hale gelmeleri ve gidip dost cemaatlerini ziyaret etmeleri, karşılıklı sırt sıvazlamaları demokrasi ya da özgürlükler ile değil ancak AK Parti nefreti ile izahı mümkün olur.
Doğal olarak böylesi kirli bir nefret ve intikam ordusu karşısında AK Partinin 1 Kasıma da bu kadar önemle hazırlanmış olması ve 1 Kasımı son 13 yılın en önemli seçimi olarak anlatması da sadece bir propaganda ya da kendi geleceğini garantiye alma söylemi değil, bizatihi Türkiye için de bu ölümcül konjonktürde yaşam mücadelesi vermektir. AK Partinin birçok hata ve kusuruna rağmen ben de hakkaniyetperver duygularla 1 Kasımı bu derece önemli ve hayati görüyorum. Yanılmayı umarak, yarınki seçimlerde sonuçların 7 Hazirandan çok da farksız olmayacağını düşünme ümitsizliğine rağmen