Türkiyede yaşanan darbeleri konuşurken bunların oluş saiklerini ve dinamiklerini birbiriyle kıyaslamak olayların özünü daha iyi kavramamızı sağlayacaktır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri çok defa hem doğrudan hem de dolaylı olarak darbe teşebbüslerine maruz kalan bir ülke ve devletiz. Son olarak da FETÖnün 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle karşılaştık.
Bir ayrıntıyı hep akılda tutmak lazım ki o da şudur; 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü Türkiyenin geçmiş dönemlerde yaşamış olduğu veya karşı karşıya kaldığı darbelerin hepsinden çok farklıydı. Hem yapanlar açısından, hem yapılma gaye ve hedefleri açısından, hem de yapılma şekli, dinamikleri ve elde edilen sonuçları itibariyle 15 Temmuz kendine has bir darbe olarak tarihe geçti.
Hem Türkiyede hem de başka ülkelerde yaşanan tüm darbelerin ortak olan iki dinamiği vardır. İç dinamikler ve dış dinamikler. Öncelikle iç dinamiklerin çoğalmış ve azmış olması lazım. İç dinamik dediğimiz; ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlık, yönetim ve güvenlik zaafiyeti, sosyal problemler vs. Bunların hepsi artırılmakla beraber darbelerin iç dinamikleri olarak her tarihte yerlerini alırlar. Bu iç dinamiklerin vücud bulması darbeciler açısından darbe yapmayı meşru, yasal ve ahlaki bir konuma getirir. Aynı zamanda bunların bu etkinliği dış dinamikleri yani dış güçleri de uyandırır ve darbeyi destekleyip yönlendirmelerine, darbeye taraf olmaların ya da en azından darbe karşısında sessiz kalmalarına, darbeye darbe diyememelerine ortam hazırlar. Mısır örneğinde olduğu gibi.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde bu kural ve sistem tam olmasa da kısmi olarak bu şekilde işledi. Önce iç dinamikler daha sonra dış dinamikler devreye girdi. Burada şunu da atlamamak lazım; iç dinamikler her zaman kendiliğinden, darbe yapılacak ülkenin iç şartlarından oluşmayabilir. İç dinamiklerin oluşmasında zaman zaman dış dinamiklerin de etkisi kendini gösterir ve darbe için iç sorunların çıkmasında etkin rol alabilir.
İşte bunların hepsini yan yana koyduğumuzda 15 Temmuzun farkı ve özgünlüğü ortaya çıkmış oluyor. Yani darbeci cunta açısından darbeyi meşru kılacak hiçbir iç dinamik mevcut değildi. Mesela bir ekonomik kriz veya sorun bile yoktu. Tüm risk ve tehditlere rağmen işleyen, ileriye dönük çarkları dönen bir ekonomimiz vardı. Devlet, hükümet ve muhalefet açısından bir siyasi istikrarsızlık söz konusu bile değildir. Çünkü yüzde 50 ile seçilen bir hükumet ve karşısında 3 muhalefet partisi görevinin başında idi. Aynı şekilde yüzde 52 ile seçilmiş olan Cumhurbaşkanı da çok aktif ve dinamik bir şekilde liderlik vasfını yürütüyordu. Halk arasında bir çatışma, çakışma ve kavga söz konusu değildi. Terörün sebep olduğu ayrılıklar da yine terörle mücadele kapsamında devlet tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu.
O zaman şu netleşmiş oluyor; 15 Temmuz kalkışması iç dinamiklerden uzak ve tamamen dış dinamiklerce kurgulanmış, hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş bir olaydır. Arkasında kimin, hangi güçlerin olduğu kısmen belli olmakla beraber detaylı analiz ve okumalarla daha net anlaşılacaktır. FETÖ kendisinin 17-25 Aralık süreçlerinden beri devlet içinden tasfiye ediliyor olmasını darbe için gerekli bir iç dinamik olarak görüyor olsa da bunun aslının böyle olmadığı aşikâr. Çünkü 17-25 Aralıkın bizatihi kendisi de dış dinamikle ortaya çıkmış bir operasyondu.
Ayrıca 15 Temmuz olayının sadece teşebbüsten ibaret kalmış olması ve tüm halkın yekvücut direnmesi de bu kalkışmanın iç dinamiklerinin olmadığını bize gösteriyor. Çünkü önceki darbelerde az da olsa darbeyi destekleyen, darbeyi gerekli gören hatta darbecilerden yana olan halk kitleleri mevcuttu. 27 Mayıs, 12 Eylülde bunları Türkiye olarak tecrübe ettik. Fakat 15 Temmuz için böyle bir şeyden söz edemiyor olmamız yine bunun farkını ve özgünlüğünü göstermektedir.
Ezcümle; darbe, iç savaş ve işgal aşamalarıyla planlanan 15 Temmuz darbe teşebbüsü beraberinde FETÖ eliyle uzun vadede şekillenecek olan bir toplum ve devlet yapısını getirecekti. Kendine, ailesine, milletine ve Müslümanlar açısından ümmetine olan aidiyetini yitirmiş, kendi değerlerine aykırı davranan ve kendi iradesini satmış bir toplum ve özellikle bu sıfatlara sahip bir gençlik inşa edilecekti. Bu da 3 aşamalı planın ilk etapta zihinlerde gerçekleşmiş olacağına anlamına gelirdi. Sonrası da malum zaten. İşte şuan adına varlık-yokluk mücadelesi denilen süreç bunun için önemli ve yeniden kurtuluş yeniden kuruluş söylemi bu sebeplerden dolayı mana kazanıyor.