7 Haziran seçimleri öncesinde Selahattin Demirtaşın bir proje olduğuna yönelik bir tartışma başlamıştı bazı çevrelerce. Ben de seçim öncesinde Demirtaşın değil de HDPnin seçimlere partili olarak girme kararı bir proje mi? sorusunu sormuş ve bunu temellendirmeye çalışmıştım.
Bende hâsıl olan bu düşüncenin gerekçeleri nelerdi? Şöyle anlatmak gerekirse;
Çözüm süreci kapsamında gerek barış adına, gerekse ortak vatan ve ortak millet şuuru adına çok önemli gelişmelere şahit olduk. Kürt meselesinin çözümüne yönelik ciddi gelişmelerin yaşanmasıyla; özerklik, federalizm, bağımsızlık gibi taleplerin süreçle beraber hızla azaldığını görmek mümkündü. Ancak, PKK kadrosu içinde ve HDPde birçok kişinin hala bu düşünceye tabi oldukları da inkâr edilemez. Doğrusu, bu kişiler için barajı aşmama ihtimali ve bunun neticeleri daha memnun edici olacak gibiydi. Elbette bunları bir hayal mahsulü olarak anlatmıyorum.
Baraj altında kaldığımızda bağımsızlığımız için sokakları yıkıp yakarak, yeni bir Kobani benzeri ortamı yaratarak cümlesiyle konuşmaya başlayan, bunun planını yapan ve bunu kapalı kapılar ardından insanlara anlatarak bunun propagandasını yapan HDPli siyasetçiler mevcuttu. Bir kez daha gençleri baraj bahanesiyle sokağa çıkarmak ve o adetlerini güya bağımsızlık adına sürdürmek isteyen Kürt siyasetçiler var-dı. Yine, baraj altında kaldığımızda bunu, AK Partinin bir sorunu olarak görüp sanki barajı HDPye engel olsun diye AK Parti koymuş mantığıyla hareket eden ve bunun hesabını AK Partiye soracaklarını belirten Kürt siyasetçiler var-dı. Süreçle beraber parti içinde ve çevresinde zayıflayan konumlarını, önemsizleşen pozisyonlarını, yeniden ve eski seviyeye çıkarmak için; sokak olaylarıyla ve bir kez daha Kürt halkını sokak ürünü olarak kullanmak isteyen Kürt siyasetçiler var-dı.
Muhtemeldir k; bu plan ve düşünceleri kurgulayanlar, HDPnin barajı aşabileceğine de inanmıyorlardı. Fakat HDP çok yüksek bir oy oranı ile barajı aştı ve özellikle PKKnın ve bazı aykırı HDPlilerin aklından geçen yukarıda sıraladığım plan ve düşüncelerin belli bir süre sözde kalmasını sağladı. Zaten meselenin proje olmasıyla ilgisi tam da burada ortaya çıkıyor. PKK her geçen gün milli irade ile siyaset ve demokrasi sahnesinde yükselen ve Türkiyelileşme aşamasında olduğunu iddia eden bir HDPyi istemiyordu. Millet kararı ile parlamentoda güç sahibi olan bir HDP değil; milletten az yetki almış ve az etkilenmiş, mecliste de sesi kısık çıkan; buna karşın gücünü ve varlığını PKKnın talimat ve yönlendirmesinde alan, PKKnın hâkimiyeti altında olan bir HDP, PKKnın işine daha çok yarayacaktı. Fakat olaylar tam tersi yönde cereyan edince PKK oluşan yeni ortamı yine kendi lehine çevirme gayretinde. Siyaset arenasında yükselen HDPnin meşruiyetini ve demokratik talep gücünü minimize etmek ama özellikle Suriye-Irak (IŞİD) merkezli gelişen olayların dışında kalmamak için siyasi çözümden değil çözümsüzlükten yana bir politikaya çevirdi yüzünü. Yeni bir proje ile halkın ve devletin karşısına çıktı. Bu projenin Türkiye halklarına ama özellikle Kürtlere nelere mal olacağını hesap etmeden ve olacakları umursamadan saldırılarına başladı. Şehir içine ve sivil halkın arasına karışarak devlet ile sivil halkı daha çok karşı karşıya getirme ve kendi savaşını bu yollarla meşrulaştırma ve destek bulma hedefinde.
1 Kasım seçimine yaklaştıkça PKK saldırı ve cinayetlerini artırarak Türkiyeye adeta kâbusu yaşatmak ve Kürt halkını belki de tarihinin en büyük mağduriyet ve dışlanma girişimleriyle karşı karşıya bırakmaya çalışıyor. Aynı zamanda devam edecek olan terör olayları HDPnin önceki seçimde almış olduğu yüksek oy oranının düşmesine ve siyasal anlamda güç kaybetmesine neden olabilir. Doğal olarak şu sonuca varmış olacağız: 7 Haziran seçiminin bir projesi olarak gördüğüm HDPnin parti olarak seçimlere katılımı ve olumsuz bir netice alması 1 Kasım seçimlerinde gerçekleşebilir. Çünkü HDPnin olası bir baraj altında kalma durumu veya ciddi bir oy kaybı sözünü ettiğim proje argümanlarının PKK tarafından gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Bölgesel ve uluslararası siyasi konjoktörün de Kürtlerin bölgedeki gücü adına şartları bu kadar gelişmişken ve güçlenmesinin zemini oluşmuşken PKKnın siyasi çözümsüzlüğe başvurması ve şiddete, silaha ısrar ve tekrar ile sarılmasını anlamak çok da güç olmasa gerek. Bu da bir stratejidir. Ancak ilkeden ve ahlaktan çok uzak, reel dünya ve reel siyaset düzeni ile hiç uyuşmayan bir strateji. Adeta Kürtlerin esaretini yeniden canlandıran ve eski devlet zihniyetini doğurmak üzere olan bir girişim. Artık en doğru çözüm yollarını bile tıkayacak bir sürece doğru gitmekteyiz.
Umutlar Tükeniyor -Mu?
Yollar çoğaldı ve gözler karardı. Acaba sonu gelmeyecek bir gecenin kucağına mı düştük? Hüsran perdesi sımsıkı etrafımızı sarıyor. Kuvvet şeririn, hak kavinin, hüküm gaddarın elinde. Yeni doğan çocuk bile merhametten habersiz. Sabi ecdadına bir nesil kendi kurtarıcısına saldırıyor. Kardeşlik düşmanlığa değiştirildi. Hakkın düşmanları, kurtuluş arayan kardeşlerini kahretmek istiyorlar. Din ile kin, vecd ile zevk hiçbir zaman bu kubbenin altında böylesine boğuşmamışlardı. Hepimiz hakkın yetimi olarak yaşamaya mahkûm gibiyiz. Güneşi arıyoruz. Bizi hakikate götürecek yol hangisidir Büyük müttefikir Nurettin Topçu Var Olmak kitabında yukarıdaki dizeleri aktarıyordu, ben bir taraftan okuduğum bu dizelerde kendini tüm çıplaklığıyla gösteren Müslüman coğrafyasının içler acısı halini idrak etmeye çalışıyordum, diğer taraftan aklımın, kalbimin ve elbette vicdanımın bir köşesinde cansız bedeniyle Bodrum kıyılarına vuran Alan Kûrdî, Dağlıca ve Iğdırda şehit olan onlarca genç insan, evlat, yiğit, asker Gerçekten umutlar tükeniyor mu bu coğrafyanın geleceği için, Yeni Türkiye için artık ümitsiz miyiz? Ya da tekrar ümit var olmanın yolu açık mıdır? Doğrusu bu sorunun cevabı da her geçen an ümitsiz bir hal alıyor.