Birbirimizle Konuşmayı Öğrenmeliyiz!


  • Oluşturulma Tarihi : 02.01.2016 09:25
  • Güncelleme Tarihi :
Birbirimizle Konuşmayı Öğrenmeliyiz! yazının resmi

     Koca bir 2015 de geride kaldı. Koca diyorum, çünkü son zamanların en “dolu” yılı oldu. Gerek Türkiye açısından, gerek bölge ve dünya açısından acı hadiselerle, göçlerle, yasaklarla, ölümlerle dolu geçen bir 2015. Çok insan öldü ve çok hayat karardı/karartıldı. Allah’ın lütfettiği hayat kullar tarafından esir alındı. Kullar tarafından kimi yerde denizler, kimi yerde hendekler mezar haline getirildi.

     Bunca iç parçalayan olaylar içinde en çok hangisi yüreğini yaktı ve hangisinin acısı hala sıcak diye soranlara, Bodrum sahiline cansız bedeniyle vuran dalgaların med-cezirleri arasında yüzükoyun yerde yatan Aylan KÛRDİ oldu.  O, bambaşka bir acıydı ve Allah tekrarını yaşatmasın, tek dileğimiz bu olsa gerek bundan sonrası için.

     Biliyorum ve farkındayım ki, ters giden bir şeyler var. Hatta insanı derin bir ümitsizliğe ve büyük bir çaresizliğe sevk eden bir terslik. Yine toplumun kahiri de bunun farkında aslında. Peki, ne yapmalı? Çözüme bu kez nasıl başlamalı? Galiba, konuşabilmeyi ve tartışabilmeyi öğrenmek ve bunun faziletini idrak edebilmek lazım. Evvela bakışmaya yani göz göze gelmeye cesaret etmeliyiz. Çıkarsız, beklentisiz ve tanımadan, dilini bilmeden bunu yapmalıyız. Bakışarak daha sonra konuşarak anlaşmayı denemeliyiz. Ne de olsa bugüne kadar şiddet ve silah çözüm getirmedi belki konuşmak ve konuşmayı öğrenmek işe yarar! Çünkü susmak insanı köreltiyor ve susturmak, yasaklamak bizi bizden ediyor. Ne biz kendimizi yazabiliyoruz ne başkası bizi okuyabiliyor. 2016’dan bir dileğimiz olacaksa o da birbirimizle konuşmayı öğrenmek olmalı.

    Konuşma öyle bir nimet ki, bunu başarabildiğimiz zaman evvela tüm kötü duygu ve düşüncelerden arınmaya başlıyoruz zamanla. Daha sonra karşımızdakini dinlemeye başlamanızı sağlar ve sonraki adım onu anlamanız olur. Empati takip eder ve devamında onlar ile kim olursa olsun onlar ile hemhal olma şuurunu elde edersiniz. Ama önce birbirimizle konuşmayı öğrenmeliyiz.

    Mesela Türkiye on yıllardır dünyada olduğu gibi kendi içinde de “Doğu ve Batı” diye ayrılmış durumda. Tüm sorun ve mes’eleler Doğu’da iken güzelliklerin, refahın, asayişini mutluluğun büyük bir ziyadesi Batı’da olur. Bu, Doğu’nun kaderi midir, kara bahtı mıdır, talihsizliği midir anlamış değilim. Türkiye’de küçük Doğu ve dünyada büyük Doğu.. Acılar diyarı, sürgünlerin ve sürgün yemişlerin coğrafyası. Ya da Doğu’nun pek kimselerin anlamadığı büyüklüğünün ve asaletinin kavgası mı? Asıl zenginliğin, asıl güzelliklerin ve maneviyatın diyarı olduğu için mi bunca acı ve keder? Galiba bunun için de konuşabilmek lazım. Ama önce konuşmaya cesaret etmek ve konuşmanın dilini öğrenmek şart.

     Türkiye’de ya da Batı dünyasının ürettiği ve bizim de ithal ettiğimiz tabirle Ortadoğu’da bize konuşmanın dilini ve konuşabilme yetisini öğretecek çok vaka var. Ne acıdır ki asırlardır bu coğrafyada bu acılar hiç bitmezken biz hala konuşmayı öğrenemedik ve hala dilimiz ahraz hala kulağımız sağır vaziyette.  Mesela büyük bir medeniyet ülkesi olan Suriye yıkılmanın eşiğinde ve emperyalistlerin kirli savaşına sahne olmuşken, bizi dinlemek ve bize konuşmak üzere ülkemize akın eden mağdur ve masum insanları tam anlamıyla anlayamadık. Çünkü konuşmayı denemedik. Onların neler hissettiğini ve neler yaşadıklarını bilmek ve dinlemek galiba nefsimize ağır geldi.

    Bakın, şimdi ülkemizin Doğu’su bir yangın yeri. Sokaklara çıkamamak ile çıktıklarında mezarları olabilecek hendekler arasındaki evlerin bodrum katlarına mahkûm edilmiş insanları da anlayabilmiş değiliz. Çünkü hala onlarla konuşamadık, hala onları dinleyecek ya da kendimizi onlara dinletecek dili öğrenmedik.  Batı’daki insanımız Türk ve Kürt fark etmez Doğu’da ne yaşanıyor sorusunu hiç sormadılarSormuşsalar da ya Cihangir’de, Nişantaşı’da, Bebek’te veya başka bir yerde sıcak bir yuvada sosyal medya başında devrimci birkaç söz ve cümle ile  pahalı bir sigara varsa yanında bir kahve veya alkol ile vicdan rahatlatmanın peşindeler. Bunlara da galiba özellikle entelijans ya da münevver diyorduk. Halkın geri kalanı ise ziyadesiyle olaylardan bıkmış, bezmiş ve daha çok devletçi yaklaşımlarla “ama canım devlet de çok şey yaptı, hangi hakkınızı istediniz de vermedi?” Bak, sen de benim gibi her imkâna sahipsin.’’ deyip TV başında bir elinde kumanda bunlar hep “nankör” nakaratı ile uyuyakalır.  

    Ama kimse çıkıp da ben şu Cizre’den evini yurdunu terk eden bu insanlarla konuşayım, onların derdini dinleyeyim demez ki. Bir bavula koca yurdunu ve sırtına da ailesini alıp faşist, zalim, yalancı, riyakâr bir örgütün ve hala kutsal devlet mantığıyla şiddet estiren polis asker zulmünden kaçan babayı kim nasıl anlasın, o baba ile hemhal olunmadıkça ve o baba ile konuşulmadıkça!

    2014 yılının sonlarıydı. Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, “2015 Çözüm süreci için final yılı olacak.” demişti.  Şüphesiz bunu iyi niyet ve çözüme olan inancıyla söylemişti. Yani 2015 yılı çözüm ve barış yılı olacaktı. Ama olmadı. Hala vaktimiz ve umudumuz var. Birbirimizle konuşmayı öğrenebilirsek belki final değil ama başlangıç için 2016 yılı bir milat olabilir. Kürtçe bilmeyen insanlarımızın Türkçe bilmeyen insanlarımızla konuşmayı öğrenmesi güzel olmaz mı? Ya da tam tersi? İşte tüm mes’ele de bu ya, lâl olmuş dillerimize konuşmayı öğretebilmek..

 

Birbirimizle Konuşmayı Öğrenmeliyiz!
İsimsiz Köşe
Yazarımız Kim ?

İsimsiz Köşe