Bizim en büyük yaramız nedir sorusunu sorduğumuzda muhtemelen büyük bir çoğunluk eğitim diyecektir. Her problemin ve aksaklığın ve dahi tefrikaların başı eğitim zafiyeti. On yıllardır bu böyle ve bir türlü sistemimizi oturtamadık, daha doğrusu oturtacak ve bizim diyebilecek bir sistem bile oluşturamadık. AK Parti ile beraber her alanda müthiş yatırım ve reformlar yapıldığı gibi elbette eğitim alanında da yapıldı. Gerek fiziki altyapı ve görüntü gerekse içerik ve kalite anlamında çok adımlar atıldı. Fakat binaları iyileştirdiğimiz veya yeni lüks binalar yapabildiğimiz gibi kaliteyi artırma noktasında tüm çabalara rağmen başarılı olamadık ve olamıyoruz.
Bunun sebebi MEBin Cumhuriyetin en köklü ve eski bakanlıklarından biri olmasının büyük etkisi var. Çünkü sözünü ettiğimiz sistem MEB içerisinde çok derinlere kök salmış ve yapılan reformların sağlıklı işlemesine müsaade etmediği gibi kalitenin artmasına veya sistemin tamamen değişmesine de alan ve imkân tanımıyor. Sistemi eleştirmek ve tüm günahı sisteme ya da sistem sahiplerine yüklemek doğru ve yeterli mi? Elbette değil. Sorun sistemde olduğu kadar sistemin mevcut haline alışan ve kabul eden biz vatandaşta ve devlette.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütünün üç yılda bir hazırladığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015 açıklandı. OECD okul sonrası beceri araştırmasında en çarpıcı sonuç sorun çözmede. Ortalama puan 32, Türkiye 8. ve PISA'ya göre bilimsel bilginin önemi ve bilgiyi öğrenmekten keyif almada 70 ülke içinde 65. sıradayız, buna rağmen kariyer beklentisi olansa yüzde 30. 2015'te bilim ve matematikte 2006'nın gerisine, okumada ise 2006 seviyesinin de altına düşmüşüz. 72 ülke içinde ilk 50nin altındayız. Bu alıntıdan sonra şunu demek zorundayız. Eğitim noktasında çok kötü durumdayız.
Bunu anlamamız için PISA raporuna ihtiyacımız var mıydı? Ya da uluslararası bir rapor gelmeden kendi yaramızın farkına varamayacak mıyız? Çoğu kişi bu sorunun sadece ilk-ortaokul ve liselerde olduğunu üniversitelerde her şeyin harika olduğunu düşünüyordur. Ama asıl sorun üniversitelerde. İlkokul, ortaokul ve liseler için MEB suçlanabilir, MEB sorumlu ve sorunlu kabul edilebilir. Ama üniversitelerdeki sorunların, kalitesizliğin, niteliksizliğin sorumlusu başta isminin önünde doktor, doçent, profesör yazan hocaların, yönetimin ve öğrencilerindir. Hocaların buyurduğunu yapan veya onların buyurduğuyla mükellef olan öğrenci tablosundan hayırlı bir sonuç beklemek abesle iştigaldir.
Öğrenciye soru sormaktan korkan ve çekinen aynı şekilde öğrencinin soru sormasından korkan ve çekinen bir hoca profili sisteme yerleşmiş ve sistemi şekillendirmiş durumda. Öğrenciyle ders içerisinde konuşamayan, öğrenci ile tartışmayan, münazara edemeyen bir hoca yığını ve tehlikesi ile karşı karşıyayız. Kendini tamamen ben dersi anlatacağım, öğrenci dinleyecek duygusuyla motive eden sınıfa bu duyguyla derse de bu duyguyu zikrederek giriş yapan ve bunu dedikten sonra kitabını açıp dakikalarca okuyan bir hoca tipi var karşımızda. Öğrenciye yorum yaptırmayan, değerlendirme ve analiz yaptırmayan ve öğrenicinin hazıra, ezbere alışmasına sebep olan ve her geçen gün çoğalan bir hoca şekli var karşımızda.
Kendisi hazıra alışmış, sınav kâğıtlarını bile optik okuyuculara okutacak ve öğrencinin neyi işaretlediğini önemsemeyecek kadar hocalıktan uzak doçentlerimiz var. Kitap alıp okutan ama kitabı anlayacak değil, ezberleyecek ve ezberlediğini sınav kâğıdına aktaracak öğrenci yetiştiren profesörlerimiz var. Kendisi kitabı anlamayıp ezberlediği için öğrencinin yapacağı yorum, analiz, değerlendirme veya eleştiriyi görmek istemeyen sadece kendi ezberlediğini görmek, okumak isteyen akademisyenlerimiz var.
Matematik bilmeyiz, sadece formül ezberleriz ya da ezberletirler. Sonra bir bilge kalkıp şöyle der: Matematik bilmeyen bir toplumun adalet duygusu zayıf olur. Düşünmeye, sorgulamaya, eleştirmeye yönelik özgür bir ortam sunulmadığında işin neticesi ile ilgili otoriter bir şekilde hiddetle hesap soran ve öğrenciyi notla korkutan ve ideolojisinin kurbanı olan hocaların eli altında yok olup giden bir genç nesil var.
Bunların hepsi olurken bir de kendini yetiştirmeyeni okumayan, sınav endeksli çalışan, sabah okul akşam eğlence diye evden çıkan öğrenci tiplemesini eklediğimiz ortaya PISA raporu çıkıyor. Diplomasını üniversiteye başlarken sahip olduğu 300 kelimelik dağarcığına bir kelime bile eklemeden alan bir yığın diplomalı işsizimiz var.
Meselemiz ağır ve yaramız derin. Her geçen gün ilaç niyetine tuz basarak iyileştirmeye çalışıyoruz. Farkında değiliz ama bu yara bir gün bizi öldürecek!