Bundan sonra darbe kalkışması olur mu sorusu 15 Temmuzdan beri en çok sorulan soru oldu. Unutmayalım ki, 15 Temmuz Türkiyede ilk olmadığı gibi son da olmayacak. Çünkü ordunun bu şekilde ön planda olması veya ön planda tutulması asırlık devlet geleneği olmakla beraber modern Türkiyenin kodlarının ve oturtulduğu zeminin de ordu ile şekillendiğinin göstergesidir.
Bu sebeple Türkiyede reformcu olmak, yenilik yapmak aynı zamanda orduya karşı cesaretli olmayı da gerektiriyor. Çünkü kendisini kurucu ideolojinin ve ilkelerin bekçisi olarak addeden bir ordu yapılan her reformun kurucu ilke ve ideolojilerle ne kadar örtüştüğünü kendi içinde sorgulayacak ve onlara göre aksi bir durum varsa bazen ihtar ile bazen muhtıra ile bazen direkt kalkışma ile müdahale edecektir, geçmişte olduğu gibi. Dikkat edilirse Türkiyedeki birçok reformcu hükumet ordunun bu şekilde doğrudan müdahalesine maruz kalmıştır.
27 Mayıs 1960 darbesinden bir örnek verecek olursak; bu darbe için birçok gerekçe sayılır. Ekonominin bozulması, siyasal ve sosyal problemlerin çıkması, hükümetin otoriterleşmesi, tek adamlık sevgisi vs. Fakat aslında 27 Mayısın özetini bir cümlede bulmak öyle sanıyorum ki hata olmayacağı gibi asıl tespit olacaktır. 27 Mayıs sonrası Milli Birlik Komitesi üyesi Orhan Erkanlı şöyle diyordu. Adnan Menderes ezanı Türkçeden Arapça ya çevirdiği gün biz onu zaten kafamızda asmıştık.
Evet, ezanın Türkçeye çevrilmesi yine modern Türkiyenin kurucu kodları ve ideolojisiyle ilgili bir durumdur. Bu bir reform değildir. Fakat asıl reform kurucu kadronun aslından alıp Türkçeye çevirdiği ezanı tekrar aslı olan Arapçaya çevirmektir. Bunu yaptığınız zaman orduyu karşınıza almış olursunuz. Nitekim en çok da AK Parti döneminde bizler bunlara şahitlik ettik.
Muhafazakâr bir partinin tek başına iktidara gelmiş olması bile orduyu ürkütmüş ve çoğu kez Genelkurmay ışıklarının sabahlara kadar açık kalmasına sebep olmaya yetmişti. İlk dönemde halk iradesidir deyip sessiz kalan ordu AK Partinin 2007 seçimlerini de kazanmasıyla artık kılıcını çekmişti. 27 Nisan ile başlayan süreç günümüze kadar devam etti ve ediyor.
15 Temmuz da sadece FETÖ darbe teşebbüsü değildi. FETÖ kontrolünde olmakla beraber kurucu ilke ve ideolojilerin bekçisi konumunda olan askerlerin de iştahını arttırmış fakat FETÖ merkezli olması sebebiyle belki de uzak kalmışlardı.
Ama bundan sonra 15 Temmuzun ikinci hatta üçüncü dalgası da gelebilir. Fakat şunu söylemekte fayda var; kısa vadede hiçbir kalkışma başarılı olmayacaktır. Çünkü bu kez halk faktörü var. Yani hem bedenen hem de aklen uyanık olan bir halk var. İkincisi devletin bu konuda çok daha tedbirli ve hassas olduğu açık ama aynı şekilde darbecilere karşı artık acımayacak bir devlet profili de mevcut. Yine kısa vadede yapılması planlanan bir darbe teşebbüsünün emir komuta zinciri içinde olmayacağı da kesin. Bunların hepsini bir araya getirdiğimizde kalkışması olsa bile sadece kalkışma olarak kalacak hadiseler yaşanacaktır. Ama FETÖnün yabancı istihbarat ve güçlerle bir kalkışmaya da ayrıca hazır olmak lazım.
Vatan Partisi başkan yardımcısı ve emekli asker Hasan Atilla Uğurun verdiği bilgiler ise son günlerin en çok konuşulan haberi. Aslında Devletin bu ismi alıp sorgulaması lazım. Bu bilgilerin kendisine nerden ve kimden geldiğine dair bilgileri devletle paylaşması lazım.
Kürt aşiretleri ile ilgili yaptığı yorumlar tamamen ithamdır. Çünkü aşiret ismi vermediği gibi tüm Kürtleri hedef haline getirdi. Kürtleri işbirlikçi göstermekle beraber nerdeyse devlete hedef yaptı. Doğuda aşiretlerin çoğunluğu ve güçlü olanları devletle birlikte hareket ediyorken Atilla Uğurun böyle bir ithamı yapması acaba hangi projenin ürünü sorusunu sorduruyor!