13 Mart tarihli Ankaradaki bombalı saldırı olayı, 37 kişi vefat etti ve onlarca kişi yaralı. Sadece bu mu? Elbette hayır. Gönüller yaralı, kalpler yaralı, akıl yaralı, izan yaralı, kardeşlik yaralı, feraset, basiret, vicdan hasıl-ı kelam her bir duygu ve düşüncemiz en az bedenimiz kadar ağır yaralı.
Peki, ne olacak bu halimiz? Bir mesele-sorun düşünün yıllardır çözüm bekliyor. Bu bekleyişini de her geçen gün derinleşerek ve ağır yaralar açarak sürdürüyor.
Herkes çözüm diyor, herkes barış diyor, herkes birlik-beraberlik ve kardeşlik diyor. Ama mesele-sorun hala devam ediyor tüm acımasızlığıyla. Sormak gerekir; herkes çözüme bu kadar hevesliyse neden istenilen çözüme bir türlü yakınlaş(a)mıyoruz?
Acaba, hepimiz üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler vs.. Üzerimize düşeni yapıyor olsaydık herhâlde bugün bu halde olmazdık.
Nedir üzerimize düşen görev ve sorumluluk? Öncelikle toplumun son dönemlerde içine girdiği gergin ortamın ve umutsuz havanın devlet tarafından ortadan kaldırılması lazım. Her birey hatta her etnik grup bir duygusal ve mantık terapisinden kendini geçirmeli ve şuana kadar yaşanan süreçten dolayı kendini muhasebe etmelidir. Çünkü bugüne kadar takınılan tavır ve kullanılan dil işe yaramdı, meselelerin çözümüne katkı sunmadı.
Yine güçlü olan egemen taraf yani devlet özellikle halkın selameti ve devletin asayişi için şuana kadar çözüme tanıdığı olanakları arttırmak durumundadır. Bu olay yani Kürt meselesi gelinen son nokta itibariyle sadece Türkiyenin bir iç meselesi olmadığı gibi, Kürt meselesi olduğu kadar Türk meselesi haline de gelmiştir. Türkiyeyi baştanbaşa saran bu terör belası artık herkesi doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. O halde bu mesele hepimize zarar veriyorsa çözümü de hepimizin elinde.
Farkındayım, Türkiyede bir akademisyen sorunu mevcut. Daha doğrusu bir aydın sorunu var. Dünyanın genelinde de böyle mi bilmiyorum. Ama Türkiyedeki aydın ve bilginlerin kahir ekseriyeti özellikle AK Parti dönemindeki bir hatayı, yanlışı veya doğru olmasına rağmen tüm politikaları sadece muhalif olarak egolarını tatmin etme isteklerinden dolayı büyük bir iştahla eleştirmeyi, haksız ve adil olmayan yöntemlere başvurarak hükumeti yerden yere vurmayı ilke edinmiş durumdalar.
Her şeyi acımasızca eleştirmeyi bir adet haline getirmelerine rağmen eleştirdikleri şeylere bir çözüm üret(e)miyor olmaları da ayrıca manidar. Bir alternatif sunamıyorlar ve ne istediklerini de tam olarak kendileri de bilmiyor.
Muhalif kesimin her şeyi eleştirmesinin ve olaylara yüzde yüz önyargılı bakmasının samimiyetsizlikten olduğunu anlıyoruz. Yine HDP ve türevlerinin de meseleyi çözme veya çözmeye yardımcı olmak gibi bir niyetleri yok ve kendilerine inanmış kişileri bile kandırarak davranabiliyorlar. Bu durumda meseleyi çözmek gibi bir dertleri olmadığı halde ama çözüyormuş gibi yapan taraf, samimi olan veya olacak diğer taraf sayesinde kolay bir şekilde ifşa edilebilir. Ama bu olmuyorsa demek ki, niyet ve samimiyet eksikliği her iki tarafta da vücud bulmuş demektir.
Diğer taraf dediğim AK Parti hükumeti ve devlet erkânı. Özellikle hükumete yakın medya ve aydınlara, yazar ve akademisyenlere bu anlamda çok iş düşüyor. Devletin varsa yanlışını söylemek, ortadaki yol-yöntem hatalarını masaya yatırmak ve çözüm için önerilerde bulunmak muhalif olmanın vereceği faydalardan şüphesiz ki daha fazladır. En azından sözü dinlenilen ve hükumet için danışman olan bir sivil güçten söz ediyoruz.
Peki, öyle mi gerçekten? Son dönemlerde muhafazakâr medya ve yazar, aydın, akademisyen kadrosunun yıllarca eleştirdikleri devletçi sistemi bugün çok radikal bir biçimde savunuyor olmaları, yıllarca eleştirdikleri Kemalist kutsalların bugün kendileri tarafından kutsanacak duruma gelmesi ve kimsenin buna ses etmemesi gidişatın öyle olmadığını gösteriyor.
Kürt meselesinin çözümünün aslında çok da zor olmadığı gerçeğini görememek öyle tahmin ediyorum ki o da niyet ve samimiyet eksikliğinden kaynaklanmakta. Bugün hala Kürt meselesi ile terör meselesini aynı tutmak ya da Kürt meselesi kalmamıştır demek; tüm çözümü güvenlik paradigmalarıyla halletmeye çalışmak meselenin çözümüne katkı sağlamayacaktır.
Terörle mücadeleyi yürütmeğe paralel olarak devletin Kürt vatandaşlarını resmi ve yasal olarak tanıması, dilini, kültürünü resmi ve yasal olarak yaşama ve yaşatma garantisini vermesi zaten mesleyi çözecektir. Çözümün yolu milliyetçi Türklerin söylediği vur kurtul formülünde olmadığı gibi, milliyetçi Kürtlerin ver kurtul formülünde olmadığı da ortada. O zaman tek çözüm hakları ver kurtul, tanı kurtul, resmen ve yasal olarak kabul et et kurtul şeklinde cereyan eder.
Coğrafi olarak değil ama aklen ve kalben parçalanan bir bütün söz konusu. Ve bu bütünü bütün olarak tutan tüm bağların kopması, her şeyin yok olması anlamına geliyor. Bunun yaşanmaması için son birkaç yıldır maalesef tekrar baş gösteren çözüm korkusu hastalığını bitirmemiz lazım.
Artık kardeş bile olmak zorunda değiliz. Ya da herkes kardeşini seçmekte hür olsun. Ama öyle veya böyle birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız.
Ez cümle, bu birlikteliğin sağlanması için; tek millet ama önce eşitlik, tek devlet ama önce adalet, tek vatan ama önce hürriyet, tek bayrak ama önce samimiyet ve bunların hepsinin olması için hamaseti terk edeceğiz ama önce feraset ama önce basiret..