Demokrasinin Türkiye Serencamı ve Asker ile İmtihanı


  • Oluşturulma Tarihi : 04.11.2016 08:50
  • Güncelleme Tarihi :
Demokrasinin Türkiye Serencamı ve Asker ile İmtihanı yazının resmi

Modern Türkiye tarihi geniş çaplı bir incelemeye tabi olduğunda karşımıza modernliğin, çağdaşlığın, demokrasinin, hürriyetin ve içinde bulunduğumuz 21.yüzyılın makbul ölçülerine uyan veya uyması gereken her şeyin çok ciddi yaralar aldığı görülecektir. Buna sebep olarak da modern Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği dinamiklerin ve kurucu ilkeler olarak kabul edilen ilke ve inkılapların gerçekte var olan toplumun birçok dinamiği ile uyuşmaması ve teori ile pratikler arasındaki paradokslar gösterilebilir.

1. Dünya harbinden sonra hukuken ve fiilen yok olmaya yüz tutmuş olan Osmanlı Devleti yerini Anadolu coğrafyasında modern Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. Kurucu kadronun içinden çıkamadığı bazı durumlar vardı. Yeni ülkede yaşayacak olan tüm insanların; düşünce, kültür, sanat, inanç hatta giyim-kuşam gibi özel yaşam konularında Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları gerekiyordu. Onlara göre bu, çağdaş muasır medeniyetler seviyesine çıkmanın tek yoluydu. Bu şekilde yeni bir insan profili inşa edilecek ve yeni ülke de bu profil üzerinden şekil kazanacaktı. Fakat aynı kurucu kadro tarafından bu yapılırken siyasal kültür ve askeri gelenek açısından Osmanlı Devleti’ne bağlı kalındı. Osmanlı’dan birden çok gelenek devralındı. Özellikle askeri yapı modern Cumhuriyet’in Osmanlı ve önceki Türk siyasal dönemlerinden devraldığı ve en sadık kaldığı kurumdur. Kurucu kadronun bizatihi kendisinin de asker ve asker kökenli isimlerden oluşmuş olması Türkiye’de orduyu çok daha farklı bir konuma taşıdı. 1924 Anayasası ile yönetimde hükmü ve etkisi bilfiil ortadan kaldırılmış olan ilim müesseselerinin yarattığı boşluğu da askerler doldurdu. Artık ülke yönetiminin tek şeriki asker olmuştu. Hatta 27 yıllık tek parti döneminde ülkenin tek sahibi olarak yerini almıştı.

Modern Türkiye’de de askerin bu kadar çok ön planda olması, toplumsal, siyasal ve ekonomik hayata gereğinden fazla karışması özlem duyulan, hatta uğruna bedeller ödenen demokrasiye ve demokratik hayata gölge düşürmüştü. Ama buna rağmen demokrasi daha ilk yıllardan itibaren Türkiye’de bir ‘mit’ halini de almıştı. Türkiye’nin oluşan yeni dünya düzenine ve devletler sistemine entegre olması için demokrasi hayatiydi. Bundan dolayı yöneticiler tüm ülke ve toplum sathında demokrasinin inşa edilmesi için var güçleriyle çalıştıklarını iddia ediyorlardı. Fakat bunu yaparken hep aynı kalıplar etrafında dönmeleri, salt kurucu ilke ve inkılapları referans göstermeleri ve en önemlisi toplumun dinamiklerini, mevcut ve tarihsel gerçeklerini göz ardı etmeleri hayal edilen demokrasiyi bir türlü gerçeğe dönüştürememişti.

Evet, 1950’den sonraki yıllarda temsili demokrasinin gereği olan seçimler sürekli yapılmış olmasına rağmen on yılda bir yapıldığına alışık olduğumuz askeri darbe ve muhtıralar ve darbelerin yaratmış olduğu kasvetli hava her geçen gün demokrasiyi Modern Cumhuriyet’ten uzaklaştırıyordu.

Tüm bunlar yaşanırken aynı zamanda demokrasi kavramını ülke içinde yanlış anlamış olmamız ve pratiğe dönüştürme biçimimizin sorunlu olması Türkiye için önemli olan demokrasiye başka darbeler vurdu. Demokrasi nasıl ki; tek parti döneminde şahit olduğumuz “Azınlığın çoğunluğa tahakkümü değilse, aynı şekilde çoğunluğun azınlık üzerindeki sınırsız bir egemenliği” de değildir. Türkiye’de on yıllarca azınlığın, çoğunluğu baskı ve yıldırmalarla demokrasi adı altında yönetmesi söz konusuydu. Hâkim ideolojinin siyasal ve askeri bekçisi konumunda olanlar toplum içinde “Çoğunluğun yetkisi ve gücü, azınlığın korunması ve eşitlenmesi” olarak adlandırabileceğimiz demokrasiyi pratiğe dönüştürmedikleri için ülkemizin rejimi tabelalarda Cumhuriyet iken, yaşantıda hala eski rejim olarak devam ediyordu. Bir çeşit otokratik yönetimin mevcudu demokrasiyi yok etmiş ve buna bağlı olarak Modern Türkiye ve toplum, içinden yıllarca çıkılmaz sorunlarla karşılaşmıştır.

Bugün başta 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü olmak üzere temeli geçmişe dayanan tüm köklü meselelerimizin kaynağı 21. yy için çok önemli olan demokrasinin dürüst ve aslına uygun şekilde uygulan(a)mamış olmasıdır. Bir eşitler rejimi olan demokrasinin siyasal ve toplumsal hayata yansımaları kırılınca ortaya adaletsizlik, eşitsizlik, ekonomik problemeler, başta Kürt meselesi olmak üzere etnik kökenli meseleler ve elbette kangrene dönüşen din temelli ayrışmalar çıkmaktadır. 93 yıllık Cumhuriyet’te bugün hala bu sorunlar konuşuluyorsa demek ki bizim en başa dönmemiz gerekir. En başa dönmeden sorunun kaynağına ulaşmamız mümkün değil. Sorunun kaynağına ulaşamadığımız için de asırlık meselelerimizi çözemiyor ve özlem duyduğumuz demokrasiye kavuşamıyoruz.

Demokrasinin Türkiye Serencamı ve Asker ile İmtihanı
İsimsiz Köşe
Yazarımız Kim ?

İsimsiz Köşe