Hoşgörü ne demek? Kimler hoşgörülü olmalı? Ya da hangi durumda hoşgörülü olmayı terk etmeliyiz? Hoşgörülü olmak öyle denildiği gibi sadece; her şeyi alttan almak ya da bizim düşünce ve duruşumuza aykırı olmasına rağmen her şeyi kabul etmek değildir. Bize, dilimize, kültürümüze, inancımıza, değer ve çıkarlarımıza zararı olmasına rağmen yapılan bir hatayı, davranışı anlayışla karşılamak da hoşgörü değildir. Bize uyanı ve bize zarar vermeyen herhangi bir şeyi ancak hoşgörebiliriz. Aksi bir şeyi hoşgörme gibi bir durumun olması ise çok da mümkün değil zaten.
Mesela Caharlie Hebdo dergisinin Hz. Peygamberin karikatürünü çizmesini hak ve özgürlükler çerçevesinde hoşgörü ile karşılamak yani alttan alıp anlayış göstermek zorunda değil kimse. Şiddete varmadan en sert tepki ve protestoyu göstermek de yine hak ve özgürlükler çerçevesinde bir yetki kullanımıdır. Yani hoşumuza gideni ve bize zararı olmayanı ancak hoşgörebiliriz, ötesini değil.
Bu konuya neden girdim? Konyada 23-27 Mart tarihleri arasında düzenlenen 14. Tarla Teknolojileri Fuarının açılışına katılan Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Ziraat Bakanı Abdussettar Mecid, fuarın açılış töreninde konuşamadı. Kürtçe konuşmak isteyen bakana, fuar yetkilileri izin vermedi. Gerekçe ise şu; ya İngilizce ya da Türkçe konuşması istenmiş. Kürdistanlı bakan da kendisinin ve ülkesinin ana ve birinci resmi dili olan Kürtçeyi konuşmak istemiş. Yetkililer de buna karşı çıkarak bakanı konuşturmamış.
Öncelikle şunu belirteyim ki, bu olayın Konyada yaşanmış olması tam bir rezalet. Yani bu olay Ankarada olsa ve buna üst düzey yetkililer sebep olsa belki diplomatik bir kriz- sorun olarak değerlendirip geçeriz. Ama söz konusu Konya ise Mevlananın şehri ise ve hoşgörünün başkentinde bu sorun yaşanıyorsa yaşanan bir diplomatik kriz değil, hoşgörü ve tahammül sorunudur.
Sormak lazım: İngilizce konuşması istenen bakan orada İngilizce konuşmuş olsaydı tüm katılımcılar ve vatandaşlar onu anlayacak mıydı? Herkese tarım fuarında dil tercüme eden kulaklık dağıtılmadığına göre salonun büyük bir çoğunluğu belki de hepsi konuşmayı anlamadan dinlemiş olacaktı. Üstelik Türkçe de bilmeyen daha doğrusu çok az ve farklı bir şive ile Türkçe konuşan bakanın kendi dilinde kendini daha rahat anlatması ve bir tercüman aracılığıyla fikirlerini aktarması varken böyle bir hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük ayıbına maruz bırakılması Konya ve Yeni Türkiye açısından tam anlamıyla bir hayal kırıklığı. Bunun dışarıya yansıması ve dışardan Türkiyeye ama özellikle Konyaya etkisi çok olumsuz olacaktır. Konyanın tamamı zan altında kalmış olacak bu sebeple.
Fakat başta Konya olmak üzere tüm Türkiyenin ama Türk halkının masum olan Kürtçeye ve Kürtlere karşı gözlerine inmiş olan bu hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük perdesini yırtıp atmaları lazım. Diller masumdur, diller gariptir ve diller değerlidir. Yeryüzünde bir dili konuşan tek bir kişi bile kalsa, o dili milyarların konuştuğu hiçbir dilden daha aşağı ve daha değersiz kılmaya bir sebep gösterilemez.
Kaldı ki, Kürtçeden söz ediyoruz. Bu coğrafyada yaklaşık 40 milyon insanın konuştuğu, Türkiyede 20 milyon insanın konuştuğu ve bu ülkenin ikinci dilinden, ikinci gerçeğinden söz ediyoruz. Kime ne zararı var? Iraklı Bakan dinleyiciler açısından ha İngilizce konuşmuş ha Kürtçe! İngilizce için tercüman bulunabilir de Kürtçe için mi bulunamayacak? Dediğim gibi sadece bir hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlüktür, başka da bir şey değil. Doğal olarak burada Kürdistanlı bakanın değerine, diline, kültürüne yanlış bir hareket olduğu için o da tepkisini göstermiş ve hoşgörü ile olaya yaklaşmamıştır, alttan almamıştır. Hakkı ve haklı.
Özel, zorunlu ve sıkı bir çaba ile önyargılarımızdan ve birtakım korku ve kaygılarımızdan ve tabi ki Kürtçe fobisinden kurtulmayı başaramazsak bu bizi kendi aramızda öteki konumuna çeker. Hepimiz birbirimizin ötekisi oluruz. Böyle bir durum öteki ile olan ilişkilerimizde gerçekliğin çarpıtılmasına, var olan huzurun kaçmasına ve geleceğe dair güzel beklentilerin karşılanamamasına katkı sağlar.
Hayali gerçeklerden vazgeçmemiz gerekiyor. Kürt ve Kürtçe realitesini tam anlamıyla tüm ihtişamıyla hoşgörüyle ve tahammül ederek kabul etmek gerekiyor. Bir insana onun anadilini yasaklamak, konuşamazsın demek ona annesini yasaklamak demektir. Hangi dil olursa olsun!
Yine PKK yüzünden Türkçe gibi bir medeniyet dili ve çok zengin bir geçmişe ve temele sahip Kürtçeyi bunun üzerinden Kürtleri böylesi bir mağduriyete ve onur kırıcı, incitici bir sıkışmışlığa zorlamak, içe kapanıklığına mecbur bırakmak ayıptır, yazıktır, zulümdür ve günahtır.
Basmakalıp yargı ve ifadelerden yani kafamızda yıllardır çizdiğimiz bu gerçek dışı resimden kurtulmamız lazım. Türklerin Kürtlere ve Kürtçeye karşı artık stereotip davranmaktan vazgeçmeleri gerekir. Buyurgan norm haline gelen eski toplumsal ve kalıp yargılardan kurtulmaları lazım. Hatta Kürtlere karşı Türklerin zihinlerinde gerçekten bir tabula rasa yani boş bir levha oluşturmaları gerekiyor. Biraz samimiyet, biraz hasbihal ve önyargısız bir sevgi ve tabi ki birlikte yaşamın vereceği tecrübe ve birikim ile aslında Kürtçenin de çok güzel ve masum bir dil olduğu kanıtlanacaktır.
Ben Türkçeyi çok seviyorum anadilim Kürtçe gibi ve anadilim Kürtçe kadar. Dilleri sevelim, en azından önce dillerle barışalım. Dil annedir, anne insanlıktır. İnsanlığımız için