Ortadoğuda ve buna bağlı olarak Türkiyede son dönemlerde yaşanan gelişmeler ve vuku bulan olaylar Kürt meselesinin bir iç mesele olmaktan çıkıp uluslararası bir konu haline geldiğini gösteriyor. Birkaç gündür bu konu ile ilgili bir tartışma başlamış durumda. Bununla ile ilgili olarak detaylı iki yazı yazıldı. Biri Sabah Gazetesinden Hasan Bülent Kahramanın yazdığı: Kürt meselesi yeniden bizim olmalı. başlıklı yazısıydı. Diğeri de Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlunun; Kürt meselesi artık bir dış politika sorunu mu? başlıklı yazısı.
Şu bir gerçek ki; bugün tarihi tecrübeyle kanıtlanmış ifadesiyle sömürgeci dediğimiz devletler, yani Batı dünyası ve ek olarak Rusya Türkiyenin de bir Suriyeye dönüşmesinin hayali ve hedefi peşinde. Şu ana kadar verilen tüm uğraşlar bir anlamda bunun içidir.
Suriyedeki savaş başladıktan sonra ama özellikle IŞİD ile birlikte PYD- PKK; ABD, AB, Rusya ve İrandan almış oldukları destek ile Kürt meselesini bölgesel bir konu haline getirmeyi başardılar. PYD Suriyede oluşan siyasi ve coğrafi boşluğu kendi lehine çevirmek için bunu yaptı ve başarılı da oldu.
Ayrıca Kürt meselesinin bu şekilde sömürgeleştirme aracı olmasına sebep olan başka bir etken de var. Müslümanların mevcut halinin zaaflarından ve çözülme durumundan yararlanıp ve bu bölgede ulus devlet toplumlarının oluşturulmasını isteyen İslam karşıtı ve Türkiye muhaliflerinin ve içerden-dışardan birtakım batıcı aydınların her ulusa kendi devleti hedefini belirleyen modern söylemi olmuştur. Bu söylem Ortadoğu halklarını yani Müslümanları ortak payda olarak İslamdan uzaklaştırdığı gibi milli anlamda kendi ülke ve topraklarından da uzaklaştırmıştır. Kısacası, böl-parçala ve yönet ya da yut yöntemi ile yeniden bir yapılanma söz konusu.
Kürt meselesi gibi ulus-ulusal direniş hareketleri için Batı düşüncesini örnek almak en ideal olandır. Bunu da özellikle kendi aydınları ve seçkinleri eliyle ya da dışardan buldukları aracı seçkin ve entelektüellerle yapmaya bayılırlar. Batı sömürgesinin kendine has milliyetçilik ve emperyalist şartlarını içerir. Batı dünyası Türkiyede özellikle Cumhuriyet dönemi temelli Kürtlerin yaşamış olduğu tüm mağduriyetleri ve haksızlıkları, birtakım seçkin ve entelektüeller yoluyla Kürt milliyetçiliğine ve Kürt kimliğini de modern bir ulus devlet şekline kanalize ediyor. Son zamanlarda ünlü eleştirmen ve dil bilimci Noam Chomsky ile meşhur sosyolog ve filozofumuz Slavoj Zizekin de bir anlamda aracı seçkinler olarak buna hizmet ettikleri kanaatindeyim.
Peki, Türkiye bu noktada ne yapmalı? Türkiyenin önünde iki seçenek var.
Ya bölgesel bir mesele haline gelen kendi iç problemini uluslararası konjonktürün belirlediği şekliyle çözecek. Bu durumda Suriye olayı nedeniyle yeterince yalnızlaşması ve şu an Suriyeye olası bir kara harekâtı ile çıkacak olan faturaya katlanacak. Bu ayrıca PYDnin uluslararası politikada elinin güçlenmesi ve siyasi kazanımlar elde etmesi anlamına da gelebilir.
Ya da çok kısa bir zaman içinde Kürt meselesini tekrardan bir iç konu haline getirecek ve çözümünü kesinlikle iç siyaseti ile belirleyecek. Bunu yaparken güvenlik politikalarını artırarak ve eski paradigmaları yeniden canlandırarak değil, daha çok bir tarihi okuma ve tarihle yüzleşerek gerçekleştirebilecektir. Daha önce de söylemiştim, tekrar etmekte fayda görüyorum. Türkiyede devlet ve dahi siyasiler, aydınlar Kürt meselesini hakkıyla anlayabilmiş değiller ve bu anlamda gereği bir gibi tarih okuması da yapılabilmiş değil. En azından devlet tarafından masa başında anlaşılan bu mesele, sivil alanda ve halk karşısında yokmuş edasıyla durmakta.
Bugün hala Şark Islahat Planı, Kürt meselesi bağlamında ele alınmış ve bu planın bıraktığı izler silinebilmiş değil. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Kürtlerin hak ve hürriyetleri açısından yapılanlar daha çok demokratik devlet ve AB müktesebatı doğrultusunda yapılanlardı. Biliyorum, bunları AK Parti ve Erdoğan dışında yapabilecek bir siyasi irade Türkiyede olmadı ve olacak gibi de değil. Ayrıca yapılması gereken tarihi okumayı ve yüzleşmeyi da ancak AK Parti ve Erdoğan yapabilir. Yapılacak olan bu tarihi okuma ve yüzleşme salt sıradan bir demokratikleşme ve hak verme girişimi olmayacak. Aynı zamanda devletin ve hükumetin Kürtleri kazanması olacağı gibi; başta Kürtler olmak üzere tüm milletlere geleceğe dönük geçmiş acıların ve tecrübelerin yaşatılmayacağının da garantisi olacak.
Geçmişten bu yana birkaç demokratikleşme adımı veya açılımlar dışında, zora girildiğinde meseleyi süngüyle halletme girişimi çözüm yerine hadiseyi hep büyütmüş ve bugünkü gibi içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Resmi ideolojinin yaratmış olduğu Kürt meselesi yine resmi gayret ve uğraşlarıyla çözülebilecektir.
Cumhuriyet döneminin, yani resmi ideolojinin en önemli eserlerinden biri de hiç şüphe yok ki 8 Eylül 1925 tarih ve 2536 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 24 Eylül 1925 tarihinde tüm Şarkta uygulamaya konulan Şark Islahat Planıdır. 1925 hareketine karşılık devletin Şark Islahat Planını devreye sokmasının ve bir milleti buna maruz bırakmasının muhasebesi yapılmadıkça elbette bugünkü meseleden de kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Üstelik bakanlar kurulu kararının altında dönemin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk, dönemin başbakanı İsmet İnönünün imzaları vardır.
Suriye konusunda dış politikamızın başarılı olması ve çekeceğimiz kartın bizim lehimize çıkması için Kürt meselesinin iç siyaset yoluyla çözülmesine bağlıdır. Aksi takdirde masaya olası gelebilecek özerklik veya bir bağımsızlık seçeneğine de kısa vadede karşı koysak bile uzun vadede direnmemiz hiç kolay olmayacaktır. Böyle bir şey artık halklar ve devletler üstü bir faktör haline gelecek ve bölgenin yapısı gereği bu şekillenme gerçekleşecektir.
Bunun içindir ki daha zaman varken ve AK Parti ile Erdoğan hala güçlüyken Kürt meselesini yeniden sınırlarımızın içine almak mümkün.