Uzun bir süredir yani PKK ve KCK tarafından devrimci halk savaşı ve öz yönetim ilanları yapıldığından beri HDP ve PKK Kürt milletinden gerekli desteği görmedi. Tabi, bu kısa bir süreliğine Kürtlerin bölgenin siyasi ve sosyal şartlarından kaynaklanan sorunlarından dolayı bir destek vermeme olayı değil.
Kürtler artık bir duruş sergileme ve kendi huzurlarına kast eden kim varsa onlara karşı çok net bir tavır koymanın gayreti içerisindeler. Bu kimi zaman devlete karşı olur, kimi zaman HDP-PKKya karşı olur. Dolayısıyla aylardır Doğu ve Güneydoğuda yaşanan olayları ve zorlukları, PKKnın bir anlamda destek vermemeleri nedeniyle Kürtlere bunun diyetini ödetme girişimi olarak da okuyorum.
Ama önce olayın neden sonuç ilişkisine bir bakmak lazım. Çözüm sürecinin özellikle PKK tarafından bozulması, yok sayılması ve mızıkçılıklarla masanın devrilmesi Suriyede işlerin çok karıştığı ve PYDnin güç kazandığı dönemlere denk geldi. ABDnin PYDye destek verdiği ve IŞİD ile mücadelesinde meşru bir güç haline getirildiği dönemlerde Türkiyede de çatışma günleri tekrar başladı.
Bu neyin göstergesi derseniz; PKK ve PYDnin aklındaki Kürdistan planının ve hayalinin gerçekleşme fırsatının bir ihtimal doğmuş olması anlamına geliyordu. Yani Irakta zayıflayan merkezi yönetime karşın, Kuzey Irak Kürt Yönetimi yani Barzani yönetiminin her geçen gün güçlenmesi ve Suriyede artık birliğin bozulması ve parça parça kantonların kurulması PKK ve PYDyi heyecanlandırmıştı. Suriyede de yeni bir Kürt yönetiminin kurulmasının onlara göre yolu açılmıştı.
Ama bu da Kürdistan için elbette yeterli değildi. Bir Kürdistan kurulacaksa bu; Iraktan bir parça, Suriyeden bir parça, Türkiyeden bir parça ve dahi İrandan bir parça alınmadan olmayacaktı. Zaten reel olanda ancak böyle gerçekleşir ve anlamlı olur. Irakta zaten bir yönetim var, Suriyede de yarım yamalak ve büyük sömürü güçlerin güdümünde olan birkaç kanton mevcutken bunu Türkiyede yapacakları bir halk savaşı ile pekiştirmek istediler.
Adına boşuna devrimci halk savaşı demediler. Halk sokağa dökülecekti. Bu şekilde halk ile devlet karşı karşıya gelecekti. Çıkacak olaylardan güvenlik güçleri belki kimi zaman bilinçli kimi zaman hatalarla veya mecburen halka zarar verecekti. Halkın içine karışan örgüt üyeleri de güvenlik güçlerine daha çok saldıracaktı. Yani asker polis ölümleri daha çok olacaktı. Buna karşın batı illerinde Türkler protesto için sokağa çıkacak ve Kürtlere karşı bir saldırıda bulunacaklardı ki oldu da ama istenilen seviyeye yaklaşmadı bile. Hatta olayların çok büyümesi ile belki Akdeniz sahillerinde özellikle Kürtler faili meçhul cinayetlere kurban gidecekti. Kürtler Doğudaki Türklere, Türkler de Batıdaki Kürtlere karşı bir nefret operasyonu yapacaklardı. Devletin de elini daha çok sertleştirmesiyle birlikte işte o zaman halk savaşı başlamış olacaktı. Sonu devrim mi olurdu, devrilme mi çok emin değiliz ama birileri istediğini elde etmiş ve bu durum karşısında ellerini ovuşturmuş olacaktı.
Ama devlet her şeye rağmen olası bir halk savaşına müsaade etmedi ve oluşacak zemini hemen yıktı. Yani devlet şunu yaptı: Olanlar bir halk savaşı değil, terörle mücadeleydi. Terörle mücadelede halka minimum zararı verme gayretinde oldu. Bu süre içinde Kürtler devlete de hem kırılmış hem kızmış olsalar da PKKnın ekmeğine yağ sürecek şekilde devletin ve güvenlik güçlerinin karşısında durmadı. Devlet de bunu dikkate alarak tam bir terörle mücadele sürecini iyi yürüttü.
Yine sözde devrimci halk savaşına bizatihi halkın kendisi katılmadı ve destek vermediği için PKK ve HDPnin oyunu bozuldu ve hatta kendi kurdukları tuzakla yenildiler, yenilmeye de mahkûm oldular. Bu arada yine masum insanlar ölmedi mi, öldü. Masum gençler elbette yine kandırıldılar, kaçtılar veya kaçırıldılar. Ama her şeye rağmen halk PKKnın kendileri aracılığıyla başlattığı acımasız ve sonu hüsranla, hezimetle bitecek oyunun farkındaydı. Yeni bir devletin mümkün olmadığını, mümkün olsa yaşanılır olmayacağını halk gördü.
Söz konusu bağımsız devlet için sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik anlamda hiçbir altyapı ve hazırlık söz konusu değilken ve halk kendini bir taraftan Rusyanın bir taraftan ABDnin ve tabiki PKK-PYDnin zalimane yönetimine terk edemezdi. Halk yeni bir maceraya sürüklenmek yerine mevcut şartların iyileştirilmesinden yana-idi. Halk PKKnın eliyle zayıflatılan ve yok edilmeye çalışılan inancını daha fazla tehlikeye atamazdı. Surdan, Cizreden göç ederken ellerinde bir bavul ve boyunlarından asılı en önde bir Kuranı Kerimin bulunması elbette bundandı.
Selahattin Demirtaş son 3 gündür ısrar ve tekrar ile halkı tekrar sokağa çağırıyor. Cuma namazını dışarda birlikte kılalım diyor. Yıllarca eleştirdiği dini siyasete alet etme eylemini bizzat kendisi gerçekleştiriyor. Dini siyasete, siyaseti dine en iyi o alet ediyor. Ama sonuç ne derseniz, hala halk desteği yok. Yine yalnız ve yine biçare.. 2 Milyonluk Diyarbakırda 6-8 Ekimde on binleri sokağa dökebilen Demirtaş bu kez aynı Diyarbakırda 200 kişi ile yürümek ve girdiği binadan dışarı çıkmamama durumunda kaldı. Hâsılı, HDP-PKK artık yalnız ve güçsüz.
Bakalım devlet bunu ne ölçüde fark edecek? Kürtlerin sunduğu bu tarihi fırsatı gerçekten değerlendirebilecek mi? Her olay gibi tarih bunu da yazacak. Bekleyip göreceğiz..