Olaylara Bakışımızdaki Hatalar ve Çıkarmamız Gereken Dersler


  • Oluşturulma Tarihi : 04.06.2016 06:50
  • Güncelleme Tarihi :
Olaylara Bakışımızdaki Hatalar ve Çıkarmamız Gereken Dersler yazının resmi

 Almanya parlamentosunun 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımlayan tasarıyı kabul etmesi Türkiye’de yepyeni bir gündem oluşturdu. Her mecrada Almanya’ya karşı reddiyeler, kınamalar ve siz daha çok katlettiniz, daha çok öldürdünüz mealinde savunma mekanizmaları gelişti. “Biz soykırım yaptık ama siz bizden daha çok yaptınız’’ dercesine…

    Büyük sorunlarla boğuşmakla birlikte bir de bize yönelik “suç iddiaları” karşısında kendimizi savunamamak ya da yanlış savunmak gibi de bir hatamız, problemimiz var. Maalesef kimse kendi işini yapmaz ama herkes herkesin işini yapar ve herkes kendi gerçek alanı dışında her konuda kanaat sahibi olacak kadar uzman.

    Enteresan bir ülkeyiz. Sebebi de şu; her ülke gibi bizim de kuruluş sürecinde çok ciddi sorunlarımız oldu. Kimi sorunlar bu topraklarda bir şekilde bilerek ortaya çıkarıldı, kimisi tedrici olarak kendiliğinden gelişti. Ama en önemlisi de yanlış ve bilinçli yapılmış politika ve söylemlerden dolayı bugün hala kadim mes’elelerle boğuşmaktayız. Asıl olan cumhuriyetin yaşı büyüdükçe ve Türkiye ilerledikçe önemli ve büyük sorunlarda küçülme ve son bulma olmasıydı. Ama öyle olmadı. Cumhuriyetin yaşı ile paralel olarak sorunlarımız da büyüdü, işte enteresan dediğim tam da buydu.

    Kürt mes’elesi gibi Ermeni mes’elesi de bunlardan bir tanesi. Siyasi boyutları olduğu gibi toplumsal ve elbette en çok da tarihi tarafları var. Siyasetçiler işin siyaset kısmıyla ilgilense, sosyologlar toplumsal kısmıyla ve tarihçiler de işin tarihi boyutunu ele alırlarsa bu mes’elelerin uzun vadede çözülememe gibi bir rahatsızlığı olmaz. Fakat hala bizim tarihçilerimiz bir araya gelip Ermeni mes’elesini konuşabilmiş ve tartışabilmiş değiller. Ortalıkta çok ciddi bilgi kirliliği mevcut. Herkes yaşlısından gencine, öğrencisinden çiftçisine, memurundan esnafına kadar “bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi” olmuş durumda. Tarihi gerçeklerle ve realite ile bağdaşmayan açıklamalar ve araştırmadan, incelemeden yoksun fikir beyanları.

    İlber Ortaylı ülkemizin belki de en iyi tarihçilerinden biri olmasına karşın hala sağlıklı bir “soykırım” açıklaması ve çalışması olmadı. Hâlbuki ‘yersiz siyaseti’ tarihi milliyetçilikle süslemeyi ve hükumeti eleştirmeyi bir kenara bırakıp tarih ile ilgilense eminim çok daha güzel neticeler elde edilecektir. İlber Ortaylı devlete ve Türkiye’deki tüm tarihçilere yol gösterecek ve üstatlık yapacak biri olmasına rağmen hala böyle kritik zamanlarda kendisini göremiyoruz.

    Siyasetçi sorunumuz aynı şekilde mes’elenin bugüne değin çözülememesinin birinci sebebi. Tabi bunda AK Parti dönemini ayrı değerlendirmek zorundayız. AK Parti dönemi ve özellikle son yıllarda Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında Ermeni mes’elesinin anlaşılması, Ermenistan ile ikili görüşmeler ve toplumsal yüzleşme ile halledilmesi adına çok tarihi adımlar atıldı. Fakat AK Parti öncesi tarihi bir toplumsal yüzleşmekten korktuğumuz, çekindiğimiz ve her şeyin ‘fobisini’ oluşturduğumuz için maalesef 1 asır sonra bile bize ayak bağı olmaktadır. Bu tavırlarla mes’eleyi “millileştirerek” bunun sadece devletlerarası bir sorun olduğunu ileri sürerek kendimizi rahatlatıyoruz.

    Şunu unutmamak lazım; böylesi toplumsal mes’elelerin devletler eliyle çözülme ihtimali çok zayıftır. Hele ki ulus devlet sistemlerinde bu, karşılıklı restleşme ve yaptırım ile talepte bulunmaya dönüşür ki bu da çatışmalı ideolojiler yaratır. Fakat devlet ve toplum endeksli çözüm girişimlerinin olumlu sonuç verme olasılığı her zaman daha fazladır.

    Mesela Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim katliamı için devlet adına özür dilemesi nasıl ki topluma yönelik çok ciddi ve cesaretli bir adım idiyse; aynı şekilde 1915 olaylarının 1. yüzyılında bir taziye ve üzüntü mektubu yayınlaması da Ermeni toplumuna yönelik çok cesaretli bir adımdı. Bu kolay olmayan bir şey ve çoğu kez başarısız olma olasılığınız bile var. Ama önemli olan doğru yöntemi sıklıkla tekrar etmek, başarılı olana kadar.

    Tarihsel realiteleri milliyetçilik perdesiyle örtmediğimiz müddetçe, konuşmaya ve tartışmaya açarak doğruluğunu ortaya koyma çabalarımız elbette lehte sonuçlar verecektir. İnsani durumları olduğu gibi aktarmak, tarihçiysek objektif ve hakkaniyetli olarak, siyasetçiysek ahlaklı ve ilkeli olarak, sıradan bir vatandaşsak o zaman da vicdanlı ve insaflı olarak olayları değerlendirmek ve bilgilerimizi bu bağlamda sunmak gibi bir vazifemiz var.

     Ben, ‘soykırım oldu’ gibi bir tarihi cümle kurma bilgisine sahip olmadığım gibi, ‘soykırım olmadı’ ya da en azından hiç acı yaşanmadı şeklinde yakın tarihe aykırı bir ifadem de olamaz. Bende olan sadece sınırlı bilgi ile temellendirilmiş kanaattir ve bu yalnızca beni ve benim gibi düşünenleri bağlar. Ve bu bilgim-kanaatim de ‘tarihi cevaplar’ verecek donanımda değil. Zaten en baştan anlatmaya çalıştığım da bu. Bırakalım bunun bilgisini tarihçiler versin, siyasetçiler ve devletler de gereğini yapsın. Bize düşen de devlet ile toplum arasında özellikle acıyla muhatap olmuş kesimler arasında ‘vicdan sesi’ olmak. Tarih omuzlarımıza bu ağır yükü vermiş durumda. 

 

Olaylara Bakışımızdaki Hatalar ve Çıkarmamız Gereken Dersler
İsimsiz Köşe
Yazarımız Kim ?

İsimsiz Köşe