7 Haziran sonrası Kürt meselesinin çözümünde ileriye gitmemiz gerekirken maalesef en başa döndük. Yani tekrar silahların durmadan konuştuğu ve her göz açıp kapayışımızda ölümlerin geldiği, masum ve mazlum insanların yok edildiği, katledildiği; ana yüreğine ve baba ocağına ateşlerin düştüğü ilk noktaya geldik.
Şehit haberleri ile birlikte, gerçekten sahici bir şekilde ekmek almaya giderken kurulan bomba tuzağının kurbanı olan 13 yaşındaki Fırat Simpilin acısı, annesinin çocuğum paramparça olmuştu ve onu terliklerinden tanıdım haykırışı karşısında sözlerimizin kifayetsiz kalması. Yine Diyarbakırda AK Parti Gençlik Kolları eski başkanı Yunus Kocanın işyerinde silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmesi.. Yunus Kocadan geriye kalan son birkaç cümle Ne güzel bahar gelecekti memleketime. Karadeniz Dağları'nda Horon tepecek; Cudi'de halaylar çekecektik beraber..! ve bunlar gibi daha nice ölümler ve geriye kalan sözcükler, cümleler...
İşte bu mesele, tarihçi ve yazar Mehmet Bayrakın da ifadesiyle zoraki düğüm, başka bir deyişle zorla yaratılmış sorun; bugün tüm can yakıcılığıyla çözülmeyi bekliyor. Öyle sanıyorum ki, yukarıda da belirttiğim bu acı gerçekler meselenin hiçbir şekilde ve hiçbir zaman silah ile şiddet ve askeri önlemler ile çözülemeyeceğinin de bir göstergesi.
Çözüm süreci dediğimiz ve çok hayati bulduğumuz bu sürecin kendisi de zaten AK Parti hükumeti ile birlikte devletin de bu gerçeği gördüğü ve PKKya da kısmen kabul ettirdiğini gösteriyor bize. Yani çözümün tamamen insan hakları, halkların eşitliği, demokrasi ve adalet ilkeleri çevresinde ama bilhassa mensubu olduğumuz İslam dininin bize sunduğu kardeşlik ve ümmet bilinci ile şekillenebileceğinin belki de ilk adımıydı.
PKK ateşkesi sonlandırarak ve yeniden eylemlere başlayarak belki de Kürtlerin intiharına bu şekilde zemin hazırladı. PKK ve HDPnin göremediği ve anlayamadığı bir şey vardı. O da, AK Parti ama özellikle Tayyip Erdoğan faktörüydü. Nasıl mı? Şöyle ki; Cumhuriyet sonrası Türkiye Kürtlerinin tarihi bir gün yeniden yazılırsa, bu tarih AK Parti öncesi Kürtler ve AK Parti sonrası Kürtler şeklinde iki ana döneme ayrılmak zorundadır. Her tarihçinin, siyaset bilimcinin ve dahi vatandaşın da bunun bilincinde olduğu-olacağı kanaatindeyim. Bu ayrım yapılmadığı takdirde gerek AK Partiye gerek Tayyip Erdoğana haksızlık olacağını düşünürüm. Çünkü AK Parti ile birlikte Kürtler kendi hak ve taleplerini en meşru şekilde isteme ve alabilme imkânlarına kavuştular. Devletin, Kürtlere karşı işlemiş olduğu tüm suçlarla yüzleşmesine ve hatalarının telafisine zemin hazırlandı. Hatalar, eksikler, ihmaller yok mu? Elbette hala devam ediyor. Ama geldiğimiz vakit itibariyle eskiye dönülemeyeceğinin ve dönülmemesi gerektiğinin şuurunda olan bir siyasi fırsata sahip olan Kürtler bunu nasıl kendi elleriyle tepecekler?
AK Parti hükumeti ve Tayyip Erdoğan Türkiyede başta Türkler, milliyetçi ve laik-Kemalist kesim olmak üzere halkların kahir ekseriyetine çözüm sürecini zaman içinde kabul ettirebilen ve bunun yanı sıra %70- 80lere varan halk desteği ile süreci başlatabilen tek siyasi güç ve iradeydi. Çözümün şiddet ve silah yolu ile değil, diyalog ve müzakere ile gerektiğinde Kandil ve İmralı ile görüşülebileceğini halka en iyi anlatan AK Parti ve Tayyip Erdoğan oldu. Dağda ölenler ile askerde ölenlerin anneleri arasında fark olmadığını ve ayrım yapılamayacağını toplumun tüm katmanlarına inandırıcı ve samimi bir şekilde anlatabilen ve buna karşılık destek de kazanan siyasi iradenin, bugün AK Parti ve Tayyip Erdoğan dışında hiç kimsede olmadığı aşikârdır.
Devlet, halkı ile barışma ve halk da devleti ile birleşme aşamasına gelmişken, PKKnın bir çuval inciri berbat edercesine tekrar devlet ile halkı ve buna ilaveten halk ile halkı (Türkler ile Kürtleri) birbirine düşman ederek neyi elde etmeye çalıştığını inanın insanın havsalası almıyor. Bunu kabullenebilmek ise hiç kolay bir şey değil. Barış için tüm siyasi, hukuki ve demokratik yollar açıkken tekrar silaha ve şiddete başvurmak ve daha da önemlisi en çok temsilcisi ve savunucusu olduğunu iddia ettiğiniz halka zarar vermek Kürt meselesi gerçeğine ve içinde bulunduğumuz yenidünya, yeni Ortadoğu ve Türkiye düzenine aykırı, birebir zıttır.
Devlet ilk defa kendi yarattığı bu meseleyi çözmek için bu kadar iştahlı ve çözümü vazgeçilmez bir değer olarak görüyorken; PKK ve HDPnin, devletin bu ahlak ve ilkeden vazgeçmesine sebep olmasını tarih unutmayacak, Hak ve halklar da affetmeyecektir.
Şunu artık çok net görüyoruz ki; bu saatten sonra şiddetin durması, silahların susması ve ölümlerin olmaması ilk olarak PKKnın atacağı adımlara bağlıdır. Yani ölüm de yaşam da; savaş da barış da artık PKKnın takdir ve inisiyatifindedir. PKK istediği müddetçe karşılıklı ölümler devam edecektir. PKK istedikçe devlet başta siviller olmak üzere tüm Kürtlere şiddet uygulayacaktır. Aynı zamanda PKK istedikçe devleti çözüme ve barışa ikna edebilecek ve PKK istemedikçe de devlet iknaya yanaşmayacaktır. Şimdi sormak lazım. PKKnın Kürtleri böyle bir çıkmaza sokma hakkı var mı? Kürtleri bu tarihi fırsat ve eşikten alıkoymanın bedelini nasıl ödeyecekler. Kürtler yeniden öz yurtlarında garip öz vatanlarında parya olduğunda PKKyı affede-bilecekler mi? Ya da PKK ve HDP iki gün önce öldürülen AK Parti Diyarbakır Gençlik Kolları eksi başkanı Yunus Kocanın bu son haykırışına cevap verebilecek mi? Bu şehirde çocukların umudu yok. Annelerin yüreği ağzında. Babalar kara kara düşünüyor. Gençler yine anlamsız şekilde ölüyor. Mutlu musunuz?!