TBMM Başkanı İsmail Kahramanın, Yeni anayasada laiklik olmamalı çıkışı Türkiyede yepyeni bir gündem oluşturdu. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki bu; AK Parti iktidarlarının ve İslami çevrenin son yıllardaki devrim niteliğindeki çıkışıdır. Türkiyede askeri vesayet ve küresel çetelerle savaşmakla birlikte bu halkaya eklenen üçüncü bir haklı başkaldırıdır.
Laiklik tartışmasına girmeden evvel şunu da belirtelim. İsmail Kahramanın bu kanaati Türkiyenin cumhuriyetle yaşıt ve kanayan yaralarından biri olan laiklik yeniden tartışılmak üzere masaya gelmiştir. Her ne kadar mecrasından saptırılmış olsa da bugün laikliği tartışmaya açmak ve varlığını-yokluğunu konuşmak elbette yaşanan değişim açısından son derece önemlidir.
Peki, laiklik neden tartışma konusu oldu ve olmaya devam edecektir? Laikliğin kavram olarak doğruluğu veya yanlışlığından ziyade nasıl ve hangi amaçla uygulandığı önemlidir. Türkiyede bunun sorun olmasının yegâne sebebi, laikliğin art niyetli bir şekilde toplum hayatına sokulmasıydı. Yani laikliğin Türkiyedeki işlevi din, vicdan ve inanç hürriyetini sağlamak bu değerleri devlete karşı güvence altına almak değil, İslamı ve Müslümanları ablukaya almak, her türlü İslamı duygu ve düşünceyi sansürlemekti. Bunu yapabilmenin tek yolu da laikliği bu kılıfa uydurmaktı. Herhangi bir talep veya eleştiri karşısında Türkiye laiktir, laik bir devlette din ve inanç görüntüsü (İslam) olmaz diyerek işin içinden çıkarlardı. Söz konusu sadece İslam olduğunda laiklik devreye girer ama başka inanç, düşünce ve sistemleri ise laikliğe kesinlikle zarar vermezdi.
Devletin gözünde bir Hristiyanın kendi inancını yaşama ve yaşatma hakkı varken, bir Müslüman kamu kurumunda mescit talep ettiğinde bu laikliğe aykırı denilip yapılmazdı. Ya da başka bir inanç ve düşünce kendine yer bulurken Müslüman kadınlar inançlarının gereği olan başörtüyü takıp okullara ve kamu kurumlarına girmek istediklerinde devlet bunu laikliğe aykırı ve bir tehdit olarak algılar buna karşı çıkardı. Ama yine devlet eliyle bir paradoks da mevcuttu. Bunu da yıllarca kimse açıklamadı. Devlet laiklik kılıfıyla Türkiyede yıllarca fertlerin İslami yaşantısını ve Müslüman olabilme haklarını gasp ederken aynı zamanda Müslümanlardan başka inanç ve düşünceler saygıyı da bekledi.
Okul sıralarında eğitim müfredatlarında laikliği din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması şeklinde yıllarca papağan misali tekrar ettirdiler. Bunu tekrar ettiren devlet aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığını da kurarak Türkiyede dini ve din hayatını kendi tekeline aldı. Halkın mescit veya başörtüsü taleplerini laikliğe aykırı ve tehdit diye yıllarca şiddetle bastıran devlet öbür tarafta Cuma hutbelerini hazırlatmayı, okutmayı da ihmal etmiyordu.
Şimdi bunlarla yüzleşme zamanı. Evet, bu yüzleşmeyi yaparken bazı önemli hususları da göz önünde bulundurmakta fayda var. Devletin dini olmaz ama devlette dine müdahale etme hak ve yetkisini kendinde görmemeli. Yüzde 99u Müslüman dediğimiz bir ülkede, devleti tamamen dinden, dini de tamamen devletten ayırmak gibi bir ütopyaya da kalkışmamak lazım. Kabul edelim veya etmeyelim, din ve devlet aynı bütünün parçalarıdır. Sizin nasıl baktığınız ve teoriden pratiğe nasıl uyguladığınızdır asıl ve önemli olan. Yanlış uyguladığınız takdirde Türkiye örneğinde olduğu gibi dinden (İslam) kaçayım derken laiklik diye yeni bir devlet dini yaratırsınız. Bu birilerinin çıkarına olsa da realite ile uyuşmadığı için uzun vadede ayakta kalamaz bu tür tartışmalarla ya ortadan kaldırılır, en kötüsü reforma uğrar.
Olması gereken laikliği hali hazırdaki görünümüyle korumak olmadığı gibi İslami bir vurgu yapmak da değil. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da böyle dile getirdi. Ama yeni anayasada yapılacak olan laiklik tanımı veya vurgusu %99unun Müslümanlardan oluşan toplum gerçeğine de uygun olmak zorundadır. Bu da Müslüman ahlak ve adaleti şeklinde tecelli edebilir ancak.
Ayrıca laiklik zaten özünde İslam'ın da bizlere söylediği 'her inanca saygı' ilkesini taşıyorken Türkiyedeki uygulaması problemli olmuştur. Yani, ya laikliğin bir Türkiye problemi var, ya da Türkiyenin laiklik gibi bir derdi mevcut. Bunu çözmenin yolu da belli, tartışmak ve konuşmak. Ama maalesef bu da başkanlık tartışmasına döndü. Nasıl ki başkanlık tartışması başladığında konu asıl mecrasından alınıp rejim karşıtlığı- savunuculuğuna getirildiyse; aynısı laiklik için de oldu. Laiklik olmamalı denildiğinde olay hemen şeriat ve irticaya çevrildi. Hatta kelle alacak kadar büyük tehditler edildi.
Evet, nasıl ki başkanlık saltanatı getirmeyecekse, laikliğin anayasada olmaması veya tanımının düzenlenmesi de irticayı getirmez.