Türkiyede ve bölgemizde son yıllarda meydana gelen değişim ve dönüşüm bize bir kez daha demokrasiyi konuşmayı ve demokrasi için yeni bir tanım yapmayı gerekli kılıyor. Bugün artık demokrasi kavramı ne Antik Yunanda sahip olduğu yerde, ne de Ortaçağ ile 18. 19. ve 20. yüzyıldaki tanımına sahip.
Türkiye özelinde yeni bir tartışma başlatmak zorundayız. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne ama tek parti ve darbe dönemlerini de özellikle ele alarak demokrasideki gelişmeleri ve değişimleri değerlendirmek artık bugün için bir şart olmuştur. Ayrıca AK Parti iktidarı ile bambaşka bir pozitif değişim yaşayan fakat son 1-2 yıldır kırılmalara maruz kalan demokrasiyi yeniden şekillendirmemiz gerekiyor.
Demokrasinin gelişmiş olduğunun kanıtı sadece seçimlerde seçmenin katılım oranı mı? Seçime katılım oranı yüksek ise demokrasi gelişmiş, ama katılım az ise demokrasi gelişmemiş mi diyeceğiz? Doğrusu biz bununla övünüyoruz. On yıllardır Türkiyede demokrasi ne durumda sorusuna, son seçimlerdeki katılım oranını gösterip müthiş bir demokrasimiz ve demokrasi kültürümüz var diyoruz. Mesela demokrasinin beşiği dediğimiz ABDde son seçimlere katılım oranı % 50-60 bandında. 1 Kasım seçimlerinde bizde seçime katılım oranı %87 olarak belirtilmişti. Biz, ABDden daha mı demokratik bir ülkeyiz? Şayet öyleysek ne mutlu bize! Ama salt katılım oranı da demokrasinin varlığına ancak bir işaret olur. Mısırda darbeci Sisinin yaptığı referanduma katılım oranı çok yüksekti ve evet oranı da %90dı. Birkaç yıl önce Suriyede yapılan ve Esedin tekrar başkan seçildiği seçimde katılım oranı tüm savaş şartlarına rağmen yüksekti ve Esed % 100 yakın oy ile tekrar başkan seçilmişti. Herhalde katılım oranına ve sonuçlara bakacak olursak buralar bizden daha demokratik ülkeler. Ama bizden ve bizim demokrasi kültürümüzden çok gerilerde oldukları da ortada. Tekrar Türkiyeye dönecek olursak; galiba şu değerlendirmeyi yapmak yerinde olacaktır. Bizde seçimlere hazırlık ve vatandaşın seçimlere katılımı ve ilgisi bir demokrasi kültüründen çok, önceki seçim(ler)in intikamı ve rövanşı anlamı taşır. Aynı şekilde içinde bulunulan sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel şartlar da seçmenin sandığa ilgisini artırıcı-azaltıcı ama özellikle artırıcı etki yaptığını da görüyoruz.
Yine, parlamenter sistemin bir zaafı olarak da yorumlayabileceğimiz başka bir husus da siyasi partilerin tek parti iktidarını elde etmek adına halkı sandığa gitmeleri konusunda ısrarla uyarmaları da yine bizim demokrasi anlayışımızın ne yönde geliştiğinin başka bir göstergesi. 7 Haziran seçimlerinden 1-2 gün önce eski başbakan yardımcısı Bülent Arınç yaptığı bir konuşmada seçime katılım oranı %90 olması halinde AK Parti tek başına iktidar olur demişti. Yani şunu anlıyoruz ki, demokrasinin gelişmişliği ya da geri kalmışlığı seçimlere katılım oranı kadar oluşan-oluşacak olan hükumetin tek parti mi yoksa koalisyon mu olduğuna da bağlı.
Fakat bizim ülke olarak ihmal ettiğimiz, göz ardı ettiğimiz bir şey var ki, demokrasinin varlığının belki de asıl kanıtlarından biri de o olsa gerek. O da, bir ülkede seçime katılmak isteyenler ve sandığa ilgi gösterenler kadar özgür bir şekilde oy kullanmak istemeyenlerin, siyasetten beri olmak ve herhangi bir siyasi partiye dâhil olmaktan kaçınanların varlığıdır. Mesela ABDde demokrasi kültürü daha çok oturduğu için seçime katılım oranı bizde olduğu kadar yüksek değil. Aynı şey AB için de geçerli. Yine, ABDde son seçimlerdeki katılım oranını %60 olarak ele alırsak ve Barack Obama da %50+1 ile başkan seçilmişse Obama, ABD halkının sadece %30unu mu temsil ediyor? Elbette hayır. İşte orada demokrasi kültürü kendi içlerinde iyi oturduğu için %60 katılım ile ama bunun da yarısından 1 fazla oy alıp ülkenin tamamını temsil edebiliyor. Yani sandığa gidenlerin amacı demokratik haklarını kullanmak olduğu gibi, oy kullanmayanlar da demokratik haklarını kullanıyorlar. Çünkü böyle bir ortamda intikam ve rövanş duygusu yok denecek kadar az ve sandığa gitmek demokrasinin olmazsa olmazı olarak da görünmüyor. İşte buna aynı zamanda ileri demokrasi diyoruz.
Türkiyede de demokrasi için yeni anayasa ile Kürt meselesinin insani ve doğal haklar çerçevesinde çözülmesi ile yeni bir tanım yapmak ve yeni bir şekil bulmak zorundayız. Artık, demokrasinin ilerisine ulaşmamız için sadece seçimlere katılım oranı ile değil aynı zamanda hangi amaç ile sandığa gidildiğini(demokratik görev mi, intikam mı) veya hangi amaç ile gidilmediğini( demokratik hak mı, boykot mu) göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Yine, demokrasinin amaç mı yoksa araç mı olduğuna da artık bir karar vermeliyiz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan demokrasi amaç değil araçtır sözüyle uzun yıllar gündemde kaldı. Kendisi 1993te verdiği bir mülakatta Bize göre demokrasi araçtır. Seçeceğiniz yeni düzen için kullanacağınız bir araç. Yani demokrasi ile düzenler gelir ve gider. Ama bugün Türkiyede demokrasi bir amaç olarak kullanılıyor. Ve bu amaç Türkiyede totaliter bir rejimi gündemde tutuyor. Bugün T.Cde demokrasi adına bir dikta rejimi var. Ne yazık ki demokrasi kavramı bizde tam olarak yerine oturmamıştır diyor. (1993- Kimlikler Siyaseti, Haldun Gülalp)
Türkiyede değişmekte olan bir siyasi düzen var ve başkanlık tartışmalarının merkezinde olamazsak da içindeyiz. Demokrasi bu siyasi düzenin değişmesi için araç mı olacak? Yoksa AK Partiye ve Tayyip Erdoğana çok zarar veren hükumet medyasının öncülüğünde oluşturulan totaliter görünümlü bir yönetim anlayışı için amaç mı olacak?
Öyle tahmin ediyorum ki, bizi yeni anayasa, Kürt meselesinin çözümü ve toplumsal birlik ve beraberliğin sağlanması ile beraber uzun zaman sürecek olan demokrasinin ne ve nasıl olduğu gibi önemli bir tartışma konusu daha bekliyor. Bunun için de hamaset değil siyasi feraset ve basiret lazım.