Türkiye’de Demokrasiyi Tartışma Zamanı- 2


  • Oluşturulma Tarihi : 23.01.2016 08:48
  • Güncelleme Tarihi :
Türkiye’de Demokrasiyi Tartışma Zamanı- 2 yazının resmi

    Geçen haftaki yazımda Türkiye’de demokrasinin yeniden, farklı ve tüm boyutlarıyla tartışılması gerektiğini yazmıştım. ( http://www.ilksesgazetesi.com/yazar/turkiyede-demokrasiyi-tartisma-zamani-1-2658.html ) Şu an içinde bulunduğumuz atmosfer ve siyasal, sosyal tablo bize bunu zorunlu kılıyor. Demokrasiyi yeniden konuşmazsak ve yeniden tanımlamazsak sağlıklı bir geleceğe yönelemeyecek ve geçmişin kâbuslarını hatırlamaktan hiç kurtulamayacağız.

    Yukarıda linkini verdiğim ilk yazıda genel bir değerlendirmeyi yaptıktan sonra şu soruyu soralım: “Demokrasi sadece sandık mıdır?” Aslında Abraham Lincoln tarafından yapılan “demokrasi halkın halk tarafından halk için yönetilmesidir’’ tanımına baktığımızda demokrasi=sandık sonucu çıkıyor. Ama burada şu tehlike doğuyor maalesef ve galiba buna da “modern demokrasi diyoruz, ya da neo-demokrasi.’’  “Yönetilenlerin değil sadece yönetenlerin demokrasisi’’ Zaten başına modern, neo sıfatının geldiği tüm kavramlar maalesef her zaman büyük bir erozyona uğramış ve tüm gerçekliğini, önemini kaybetmiştir. Demokrasi de modernin, neo-nun pençesinde şu an.

     Çünkü şu an teorideki demokrasi ile pratikteki demokrasi kavramları çok farklı. Teoride gördüğümüz demokrasi “halkın halk tarafından halk için’’ yönetilmesiyken pratikte seçilmiş poliarşi, yani seçilmiş seçkinler olarak karşımıza çıkmakta. Bunu Cumhuriyet sonrası Türkiye için ve günümüz AK Parti Türkiye’si için de birtakım argümanlara dayandırarak savunmak mümkün.

      AK Parti öncesi Türkiye’de zaten yarım yamalak, aksak işleyen ve aynı zamanda belli seçkin zümrelerin vesayetinde olan demokrasi 2002 sonrasında 2014 yılına kadar AK Parti ile beraber büyük sıçramalar yaşamış ve gerçek manada halkın hem yönetmesi hem de yönetilmesi şeklinde yeniden zuhur etmiştir. Çünkü demokrasi halkın tüm ihtiyaçlarına cevap verebildiği ölçüde ve sorunları, problemleri de yine halkı tatmin edecek yol ve yöntemlerle çözdüğü sürece demokrasi olur. Aynı zamanda halkın da tüm süreçlere dahil olmasıyla; yani sadece seçim günü sandıkta oy kullanmakla sınırlandırılmayan bir halk anlayışı ile demokrasi kavramı yerine oturmuş olur.

     Fakat geldiğimiz nokta itibariyle bunun pek de böyle olmadığı gerçeğiyle de yüzleşmek zorundayız. Şu an Türkiye’de demokrasinin karşı karşıya kaldığı en büyük risk, bu kavramın devlet kontrolünde belli bir güce sahip medyanın eline rehin bırakılmış olmasıdır. Bir ülke gündemini medya ve medya dili belirliyorsa, bu medya ile insanlar hedef gösteriliyor ve toplum içinde ayrılıklar çıkıyorsa işte orada seçimlere yüzde 85-90 halk katılımının pek bir önemi kalmıyor. Mahkemeler medyanın yaptığı haberleri bir şikâyet ve soruşturma kaynağı olarak görüyorsa demokrasi ciddi sarsıntılar geçiriyor demektir.

     Mesela geçtiğimiz haftalarda bir TV kanalında program yapan ünlü şovmen Beyazıt Öztürk belki de sanat hayatı boyunca yaşamadığı talihsizliği, sorunu ve mağduriyetini yaşadı. Üstelik medyanın kullanmış olduğu dil ve hâkim haber mantığı sebebiyle. Şundan eminiz ki, Beyazıt Öztürk ve yaşanan Ayşe öğretmen olayı günlerce konuşulduysa bunun sebebi, olayın vahametinin çok büyük olması ve büyük bir suç işlenmiş olmasından değil, medyanın demokrasilerde ve demokratik ülkelerde ol(a)mayacak bir üslup ile hedef göstererek haber yapmış olmasından kaynaklandı. Yukarıda sözünü ettiğimiz seçilmiş poliarşi, seçilmiş seçkinler zümresine bugün bu medya grupları dâhil olmuş durumda. Mesela sormak lazım: Demokrasinin tam hâkim olduğu bir ortamda bir kitleye göre yanlış olan bir düşüncenin suç teşkil eden bir düşüncenin yerine ikame edilmesi mümkün mü? Bu sayede insanların hedef gösterilerek sizinle aynı düşünceyi benimseyeme mecbur bırakılması ve kendi fikirlerini savundukları ya da kendileri ile ilgisi olmadığı halde bir ‘’yanlış bir fikirden’’ dolayı suç işlemişçesine özür dilemek zorunda kalmaları, soruşturmalara maruz kalmaları hani demokrasi ilkesi ile bağdaşabilir.

    Şu an Türkiye’de hükumet mi medyayı hâkimiyeti altına almış ve kendi düzeni için medyayı ve medya eliyle yeni bir yüze bürüdüğü demokrasiyi araç olarak kullanıyor? Yoksa medya mı kendi istediği seçkin olabilme konumuna erişebilmek için hükumete vekâleten ama aynı hükumeti kendi hâkimiyetine almış henüz bundan emin değiliz. Fakat emin olduğumuz bir şey var; bu durum öncelikle demokratik bir yönetime en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde ama demokrasinin yön verdiği bir medyanın değil, medyanın etkisi altına aldığı bir dönemde en çok Türkiye’ye, halka ve devlete zarar verdi-veriyor.

     Yine her açıdan çok temiz bir karneye sahip olan AK Parti’ye ama özellikle milletin nazarında bambaşka bir konumda olan Recep Tayyip Erdoğan’ın makamına ve şahsına zarar veriyor. Dolayısıyla tüm bu yaşanan olumsuz olayların bir türbülans ya da mini bir fetret olarak kabul edip yeniden adaletin, hürriyetin, samimiyetin, eşitliğin ve ferasetin olduğu bir siyasal, sosyal ortamın inşa edilmesi gerekiyor. Evet, duble yollar, köprüler, havalimanları önemli ama demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik daha önemli. Aksi takdirde son yılların tüm emekleri birtakım seçkinlerin rantına ve seçilmişlerin inadına feda edilmiş olur ki, bu da hiçbirimizin istemeyeceği bir şeydir. 

Türkiye’de Demokrasiyi Tartışma Zamanı- 2
İsimsiz Köşe
Yazarımız Kim ?

İsimsiz Köşe