Daha önce de belirttiğimiz gibi dünyamız içindeki çekirdeğiyle atoma, seçici geçirgen hücre zarı gibi atmosferiyle de bir hücreye benzemektedir. Güneş de kendi sistemi içinde bir atom çekirdeğine benzemektedir. Özetle atom, hücre, dünya, güneş sistemi ve hatta uzay şekil ve işlev olarak birbirlerini oldukça andırmaktadırlar. Elimize bir kâğıt kalem alarak atomun, hücrenin, dünyanın ve güneş sisteminin maket şekillerini çizdiğimizde hepsinin birbirine benzediğini hayretle fark ederiz. İlginçtir, fakat gerçektir. Bir erik ağacının çekirdeğinde o ağacın nüvesi ve hayat tarihi saklı olduğu gibi, yaşadığımız gezegenin çekirdeğinde de dünyamızın nüvesi, hayat tarihi saklıdır. Dünyamızın çekirdeğinin (yoğun tabakanın) çekim gücü ise dünyanın ağırlığına eşittir.
Dış dünyamızdaki sonlu sonsuz bir genişliğe karşılık kendi iç derinliğimizde de enfes bir sonlu sonsuzluk saklıdır. İç dünyamızda saklı duran potansiyel kazanımlar yoluyla dışımızdaki dünya ile ilişki kurar, kinetik enerjiyi yakalar ve böylece kendimizi başarıyla lanse edebiliriz.
Uzakdoğu’da yetişen bir tür bambu ağacının yaşam öyküsü konumuza iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu ağaç, 20–25 yıl boyunca toprak altında 4–5 metre kadar nüfuz eder, köklenir, daha sonra ise birkaç hafta içinde birdenbire 25 metre uzunluğa kavuşur.
İnsanlar sonlu sonsuz bulgusunun anlamını merak edip araştırırken, noktanın derinliğindeki gizemli sonlu sonsuzu incelemekten de kendilerini alamamışlardır. Ne kadar büyük ve ne kadar küçük; soruları artı ve eksi yönde sonlu sonsuzu; matematikteki cebir konusu şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Nitekim insanlık çok küçük ve yoğun atom çekirdeğini de incelemiş ve sonunda onu da parçalamayı başarmıştır. Big Bang (Büyük Patlama) Teorisi’ne göre kâinat bir noktadan teşekkül etmiştir. Kimyasal reaksiyonların özünde de aynı olay görülmekte, olayın başladığı nokta ile çevresinde kapladığı alan ile bir eşitlik ve denge yaşanmaktadır.
İnsanın değişkenlikler içeren ve farklı unsurlardan oluşan karmaşık içsel yapısı, eğitim olgusu için ciddi anlamda bir avantaj ve zenginlik teşkil etmektedir.
Eğitimci madde ve mana arasındaki ortak dil ve mesajları fark etmelidir.
Maddeyi, sonlu sonsuzu keşfetmek için atom çekirdeğini parçalayarak inceleme ihtiyacı duyan insanın dış dünya ile ilişki kurabilmesi için sosyolojik açıdan da gerek ve yeter şartı; içsel yapısını tanıyıp iç dünyasında kendisiyle barışmasıdır. Bu bağlamda ve birçok açıdan Fen Bilimleri ile Sosyal Bilimler arasında ilginç benzerlikler, bağlantılar ve paralellikler olduğu anlaşılmaktadır. Şimdi artık bu aşamada yaklaşımımızı, zekâ olgusu ile ilişkilendirebiliriz Şöyle ki: İç dünyamızda kendimizle barışmak ve dış çevre ile uyum sağlayabilme olayında zekâ ve tanımı saklıdır. Yukarıda verilen bilgilerden iki önemli sonuç çıkarabiliriz:
i) Eğitim olgusu açısından değişik Zekâ tanımlamaları yapmak gerekirse;
a) “Zekâ, çevreye uyum sağlama gücüdür.”
b) “Zekâ, zihinsel olarak kendi kendini yönetme yeteneğidir.
ii) Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı biz zekâ türlerini ve çeşitliliğini konumuz içindeki ve manalı bütünlüğü; ilmin yorumu şeklinde, farklı bir düşünsel boyutta ele almaktayız. Evet, gerçekten de Fen Bilimleri-Sosyal Bilimler-sanat; enfes bir bütünlük oluştururlar. Aslında hepsi aynı orijinden kaynaklanmışlardır, aralarında şaşırtıcı benzerlikler ve paralellikler vardır. Olayı eğitim-öğretim müfredatı açısından da incelemekte ayrıca yarar vardır.