1980’li yılların başlarına kadar geçen süreçte ‘Çoklu Zekâ Teorisi’ne kadar dünya eğitim tarihinde insan zekâsı üzerine binlerce görüş ortaya atıldı. Yıllarca insanların doğuştan geldiğine inanılan belli bir zekâya sahip olduğu ve yaşamını onunla sürdürdüğü görüşü hâkimken, daha sonraki dönemlerde insan zekâsının sınırları, yapılan araştırmalarla birlikte yeniden çizilmeye başlandı.
1900’lü yılların başlarından 1980’li yıllara kadar, dünya eğitimcileri çoğunlukla, insanlarda IQ denilen yalnızca Matematiksel-Mantıksal ve Sözel-Dilsel becerilerin işlendiği zekâ kavramı üzerinde çalıştılar. 1980’lere kadar bir insanın zeki olduğunun başlıca kriteri, onun normalin üzerinde bir IQ puanı almasına bağlıydı. Daha sonra IQ nun hayattaki başarı konusunda zayıf bir gösterge olduğuna dair pek çok bulgu ortaya çıkarılmıştır. “IQ nun doğru bir yöntem olduğu kabullenilip, yıllarca hâkimiyetini sürdürmesi sonucu toplumlar, zekânın sınırlı olarak ele alınması sebebiyle; belirlenen kalıba uymayan pek çok akıl faktöründen mahrum kalmışlardır” denilebilir.
Bu bağlamda yıllarca eğitimciler ve veliler çocuklarını zeki kategorisine dâhil edebilmek için sayısal ve sözel bilgiler yüklemeye büyük çaba harcadılar. Dersane ve özel eğitimlerle çocukların okul başarılarının yükselmesi zeki olmanın en önemli kriteri ve göstergesi kabul edilerek, aslında tamamen ezbere dayalı bir eğitim metodu uygulandı. Fakat sonuç aileler ve eğitimciler açısından hiç de rantabl, ümit verici değildi. Okul yıllarında zeki ve çalışkan sayılan öğrenciler, anti sosyal davranışlarla çevrelerini şaşırtıyor ve iş hayatına atıldıklarında da ciddi anlamda bocalıyorlardı. 1980’li yılların başından itibaren eğitim ve öğretim konusunda ciddi hayal kırıklıkları yaşandı. Fakat ilginçtir, eğitim ve öğretimde yaşanan sıkıntıların yanı sıra, 1990’lı yıllar, insan beyni üzerinde en yoğun çalışmaların yapıldığı yıllar olmuştur. İnsan beyni ve düşünme sistemi ile ilgili edinilen bilgilere bu dönemdeki beş yıllık bir çalışma süresi içinde ulaşılmıştır.
Bir öğrenme psikoloğu olan Prof.Dr. Howard Gardner zekâ kavramına farklı bir boyut getirdi. İnsan zekâsının tek bir boyutta değil, birçok farklı boyutlarda değerlendirilmesi gerektiği fikrini ortaya attı. Gardner, insan zekâsının geniş yelpazesi görmezden gelindiği ve çocukların farklı yeteneklerinin fark edilmediği bir sistemde yetiştirildikleri için onlara büyük haksızlık yapıldığını, belirtti. Kaza ya da hastalık görmüş beyinleri inceleyen Nöro-psikolog Prof.Dr. Gardner, bir bölümü hasar gördüğünde çoğu kez tümüyle sağlıklı kalacak şekilde birbirinden bağımsız gibi çalışan ayrı ayrı yetenekler gözlemlemiştir.
Çoklu Zekâ Kuramı, eğitim-öğretim hayatımızda yeni bir döneme damgasını vurmuştur. Fakat kısa bir süre içinde bu derece heyecan verici ve popüler olmasına rağmen Çoklu Zekâ Kuramı, pek çok tartışmayı ve pedagojik sorunları da beraberinde getirmiştir.