Bilimsel gerçeklerden yola çıkarak, akıl-duygu sentezine endeksli bir şekilde kendimizi ve dünyamızı realist bir şekilde irdeleyen moral (manevi), sosyal, sayısal ve hatta sanatsal içerikli bilimsel öz eleştiriler yapmamızda yarar vardır.
Örneğin bizler kâinat oluşurken, ilk atom ve moleküllerin “sevgi sevgi” diye dönerek hareket ettiklerini varsaymak ve bu zerrelerden sevgi çağlayanları oluşturma görevini üstlendiğimizi kabul etmek durumundayız. Sebebi sevgi boyutunda bir isteğe dayanmadan hiçbir şeyin oluşmadığını da fark etmemiz, hareket alanımızı, yöntem ve metodlarımızı iyi belirlememiz gerekir. Varsaydığımız en büyük mucize kavram sevgidir.
Üzerinde çalımlarla yürüdüğümüz o devasa dünya kıtalarının oluşturduğu yeryüzü (arz); aslında oldukça zor bir zeminde sörf yapan adacıklara benzer. Şöyle ki, sadece dünyanın dörtte biri oranında olan kara kürenin tamamı yaklaşık olarak sadece Büyük okyanus büyüklüğündedir. Magma tabakası, dünyamızın iç kısımları 6.000 derece sıcaklığa ulaştığından, bu kısımlarda metaller bile erimiş sıvı halinde bulunurlar. İşte devasa dünya kıtaları olarak nitelendirdiğimiz kara parçaları aslında oldukça az ve küçük adacıklar olarak, böyle bir ateşin etkisiyle erimiş cılk ve tehlikeli zeminde adeta sörf yapmaktadırlar.
Dış içe, iç dışa döndürüldüğü bir durumda bizlerin dehşet verici bir ortam içinde kalabileceğimiz görülmektedir. Bilimsel ve en azından daha akılcı bir şekilde düşünmemiz gerekmektedir. Üstelik bütün bunlara suyu oluşturan yanıcı ve yakıcı özellikteki hidrojen ve oksijenin de ateş muhtevasında yapılarıyla eklenmeleri halinde durum çok daha düşündürücü ve vahim görünmektedir.
Dünyamızın bir gün öleceği bilimsel anlamda zaten bilinmektedir. Madde-atom-hücre özelliği taşıyan dünya, içindeki manadan yoksun kaldığında tıpkı canlı bir organizma gibi ölecektir. Hatta literatüre göre sekerata girip ölüm hırıltıları çıkaracaktır.
Dünyamız bilindiği gibi şekli küreye benzemekle birlikte geoit şekildedir. Kutuplar basık, ekvator ise şişkindir. Bu noktada bazı ilginç saptamalar yapabiliriz.
Realist bir bakış açısıyla hareket eden, kendini hak ve sorumluluklar çerçevesinde var kabul eden bir birey bu keyfiyeti kendi iradesiyle kabul etmelidir. Örneğin bir eğitimcinin bu inanca muhtaç olduğu gibi toplum da, eğitimcinin bu inancına muhtaçtır. Buna inanmak ve güven duymak zorundayız. Vicdan mekanizması bu inançta saklıdır.
Bir mahkeme ve yargılama olayı başlamadan önce mahkeme salonu dizayn edilir. Hâkim de karar verirken illiyet bağını (sebep-sonuç ilişkisini) kriter alır. Bilindiği gibi sebep-sonuç ilişkisi bilimsel olmanın da kriterlerindendir. Kâinat bir kitap sayfası gibi kapanırken ve nihai mahkeme kurulurken; maddi-manevi anlamda ceza ve ödül olayını oluşturan unsurlar; tıpkı bir ceninin hemen organlaşmaya başlaması gibi şekillenecektir. Bir trafik kuralı olarak belirtildiği gibi, hangi vitesle çıkılmışsa o vitesle inileceğini anlamamız gerekir.