Çoklu Zeka Kuramı Konusunda Çözüm İçin Teklifler ve Öneriler
Gardner’ın kuramıyla ilgili pedagojik sorunlar yaşanmış olsa da, kuramın, en azından eğitimde yeni bir çığır açılmasına vesile olduğunu (daha da olacağını) söyleyebiliriz. Modelimiz, Gardner’ın heyecan uyandıran bu açılımını ideal anlamda değerlendirmek amacındadır.
Modelimiz, Çoklu Zekâ Kuramı hakkında fasit dairede, yıkıcı eleştirel boyutlara karşı bir alternatif olarak Çoklu zekânın kullanılabilirliğinin desteklenmesi için 3S Bağlantısı Kuramını (teoremini) önermektedir. Esasen Çoklu Zekâ Kuramı’nı zaten eğitimciler için hazırlanmadığı ve kuramın bir öğrenme teorisi olmadığı da bir vakıa (realite) ise: Modelimizin önerdiği teorem (kuram), çoklu zekâyı daha kullanılabilir hale getirebileceği gibi, Çoklu Zekâ Kuramı’nın yanlış kullanıldığını belirterek, biz eğitimcilere ipotek koyanlara karşı bir alternatif bir kuram olarak pekâlâ kullanılabilir. En azından model buna izin vermektedir ve sunulan yeni kuramın eğitim olgusu için hazırlandığı özellikle belirtilmektedir. Önermiş olduğumuz 3S Bağlantısı Kuramının yapıcı, onarıcı, olumlu etkileri devreye girdiği takdirde, çoklu zeka konusunda daha rantabl olarak ve gönül rahatlığıyla uygulamalar yapılabilmesi mümkün görünmemektedir.
İlginçtir, fakat gerçektir. Soyut ile somut birbirinin simetrisi olup, birbirlerini gerektirirler. Bu konuda analitik sentezler yapabiliriz. Madde, manayı anlamamız için bize sunulmuş enfes materyaller olup, eğitim olgusunun vazgeçilmezidir. Ve kesinlikle unutmamamız, yinelememiz gerekir ki eğitim olgusu insan unsuru üzerine inşa edilmelidir. Fakat maalesef uygulamada eğitim olgusunun bu olmazsa olmaz, gerek ve yeter şartının çoğu kere ihlal edildiği görülmektedir. Bu hatanın olumsuz yansımaları da eğitim öğretim hayatımızda ve hatta bütün bir dünya sathında yaşanmaktadır.
Özellikle bir ressam gözüyle soyut ve somutun birbirinin simetrisi olduğu ve birbirini gerektirdiği gerçeğiyle ilgili basit fakat oldukça geçerli bir örnek vermek istiyorum. Örneğin aranan bir faili gören kişi failin yüz hatlarını tanımlayarak anlatmış ve ressam da bu tanıma göre çizim yapmış olsun; burada tanımsal ifadeler soyutu, çizim de somutu ifade etmektedir. Dolayısıyla soyut ve somut birbirinin simetrisi olup, birbirini gerektirmektedirler.
İnsanın fıtri (doğuştan gelen) özelliklerinin, eğitim olgusuyla kazanımlarının ve daha sonrasının; gerçeğin bölümleri olduğunu varsaymamız, bazı gereksiz, kısırdöngü ve çekişmelere set çekmemiz gerekmektedir. Fakat bu arada belirtmemiz gerekir ki gerçeği arama adına yapıla gelen bilimsel ihtilafların ileriye (geleceğe) yönelik, vazgeçilmez yönünü, değerini, bize kazandırdığı bilimsel bulguları ve öngörüyü yadsımamamız, bilimsel refleks gücümüzü ciddi anlamda arttırdığını ya da en azından ayakta tuttuğu gerçeğini kabul etmemiz gerekir.
Çoklu Zeka Kuramı’nın eğitimde öğrenme amaçlı kullanmasının zorlukları, pedagojik sorunları yukarıda değişik örneklerle yeterince dile getirildi. Burada bizim esas vurgulamak istediğimiz diğer bir husus da genel anlamda ve bu konuda eğitimcilerin durumudur. Adeta ipotek konarak kendilerine ait olmadığı, belirtilen kurama bile büyük bir açlık duygusu içinde sarılmak ihtiyacı duymaları düşündürücüdür. Eğitimcilerin, Çoklu Zekâ Kuramı’nın eğitimciler için hazırlanmadığı ve öğrenme teorisi olmadığı; kuramı ortaya atan Gardner tarafından belirtildiği halde, eğitimcilerin daha da ileri giderek Çoklu Zekâ Kuramı’ndan, Düşünmeyi Öğrenme Sanatı şeklinde yararlanmak istemeleri; eğitimcilerin bir anlamda ne derece çaresiz ve alternatifsiz olduklarını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Modelimizin ne kadar önemli bir konuyu kapsam alanına aldığı açıkça görülmektedir.
Modelimizde ısrarla vurgulamaya çalıştığımız gibi, gerçekten de “kalp içeriye girince akıl daha iyi görmektedir.” Şaşırtıcıdır, fakat hayatın gerçeğidir. Şöyle ki: En büyük önemli addettiğimiz, etkisinin büyük olacağını varsaydığımız konular, en azından kalp veya duygu ile daha sonraki aşamalarda ise ruh ve şuur (ana bellek) ile desteklenmezse o önemli addedilen konunun etkisi, gücü ve önemi az olmaktadır. Fakat daha önemsiz küçük addedilen bir konu, duygu ve kuvvetli hislerle desteklendiğinde ise o küçük kıvılcım önem kazanmakta devasa bir yangına dönüşebilmektedir. Hatta öyle ki tarihte büyük ihtilallerde, devrimlerde, tarih devirlerinin, çağların değişmesinde bile bu realite etkili olmuştur. Türk tarihine göz attığımızda da Selçuklu İmparatorluğu’nun ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin ve ekâbir gruplarca değil; kızılelma, strateji, kuvvetli inançlar ile garipler ve mütevazı kişilerce kurulduğu bir realitedir.
Buraya kadar verilen bilgilerin ışığında, eğitim olgusunun ana unsuru olarak kabul ettiğimiz insanı, özellikle çoklu zeka açısından tanıma ve tanımlamamızda yarar vardır.
Araştırmacı-yazar