4 Nisan 1949 tarihimde kurulan NATO North Atlantik Treaty Organizeaton şeklinde dört kelimenin baş harflerinden oluşmuştur.
Dünya insanlık tarihi boyunca pek aksamadan sanki kalp atışı gibi bugüne kadar gelen harmonik bir süreç cardır. Mıknatısın bölündükten sonra birbirini şiddetle itme eğilimi göstermesi gibi insanlık kaderini arzuladığı menfaat ekseninde kümeleşerek kutuplaşmaktadır. Tarih ilminde insanların böyle çekme ve itme alanları oluşturdukları görülür.
Doğrusu yaratılmışlar bölünerek çoğalırlar, bütünleşerek güçlenirler. Dünya insanlığının çoğunluğu da NATO ve Varşova diye iki pakta bölünüp, daha sonra Varşova Paktı’nın kendi kendini dağıtarak muhtevasının NATO’da toplanması ilginç görünmektedir.
reaksiyonda Türkiye’nin yeri ambargo ve hibe karışımı sadık dost statüsüdür. Bu statünün muğlak olduğu bellidir. NATO içinde tek Müslüman ülke olan Türkiye ciddi bir şok yaşamadan, gelişmeleri dikkatli ve bilinçli bir şekilde takip etmelidir.
Fikirler de bölünerek çoğalır, bütünleşerek güçlenirler. Demokrasi ve siyaset ilminin sırrı bunlarda aranmalıdır.
Okul ve ders kitaplarında ve harika kutu olarak tanımladığımız televizyonlarda, çoğu kez boş, malayani ve oyalayıcı şeylere ağırlık verirken fikir jimnastiği; geçmişi ve geleceği doğru tahlil etme yeteneğinden ve asli kimliğimizden oldukça uzaklaştırıldık. Fakat İlahi bir lütuf olarak Türk dünyası, Müslüman bir kimlikle geniş satıhta üstelik coğrafi bir bütünlük arzederek ortaya çıkınca karşıtlarının sun’i yapılanmaları ve uygulamayı terkesip aslına yönelmeleri tabiidir. Bugün Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında askeri kanat da eklenen AB ve aktif bir şekilde asli görevine başlayan NATO vardır. Bu batılı örgütler nüans farkları olmakla birlikte bir noktada odaklanmışlardır. Varşova Paktı bunların içinde eriniş absorblanmışım. Veto hakkı bulunan Birleşmiş Milletler üyeleri bu düzende söz sahibidirler. “Yeni bir dünya düzeni” safsatası, reddedilneye, yozlaşmaya başlayan düzenin yeniden sağlamlaştırılması gayretinden başka bir şey değildir. Hatırlayın Birleşmiş Milletler’in seyirci kaldığı Bosna Hersek’teki katliamlar hafızalardadır. AVD eski başkanlarından Bush ile yıkılan Sovyetler Birliği‘nin son devlet başkanı Gorbaçov’un Malta’da yaptıkları NATO zirvesinden sonra Gorbaçov Azerbaycan’a saldırmış Türk ve Müslüman kanı akıtıp akabinde Nobel Barış Ödülü almıştır. ABD’de maaşlı gazetecilik yapan Gorbaçov ilginçtir, Batı menfaat ve standartlarında konferanslar vermiştir. Özetle sözleşmeli memurdur. Yine Brüksel’de eski ABD Başkanı Clinton ile Rusya Federasyonu eski Devlet Başkanı Boris Yeltsim’in yaptıkları NATO zirvesinden sonra Rusya Çeçenistan’a saldırmıştır.
Anlaşıldığına göre NAYO ve Birleşmiş Milletler aynı işlevleri yapan benzer kuruluşlar haline gelmişlerdir. AET, AB konusunda ise eski bir film adıyla “Batı cephesinde henüz değişen bir şey yok” demekle iktifa edeceğim. Fakat farklı bir Almanya faktörü söz konusudur.
Birleşmiş Milletler’in tarihte Şark meselesini çağrıştıran tarafına temas etmek istiyorum. Eski Birleşmiş Milletler Sekreteri Butros Gali ve ailesi, üç kuşaktan beri Türk ve Müslümanların aleyhine istihdam edilmişlerdir. Gali ailesi, İngilizler tarafından Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Mısır’a sistemli olarak yerleştirilen Kıptilerdendir. Butros Gali’nin dedesi Mısır Hidivi Gali Paşa, Mısır’da İngiliz hâkimiyetini tesis için çalışmıştır. Daha sonra Butros Gali’nin amcasının Hariciye Nazırlığı (Dışişleri Bakanlığı) zamanında ise Mısır Osmanlı hakimiyetinden. Çıkmıştır.
İnsanlığın tarih boyunca iki kutuplu olduğu gözlendiği gibi, doğrusu insan hiçbir ücret istemeden sadece inancı ve inadı için çalışır. Anlaşıldığı gibi tarihte ağırlıklı olarak Müslümanlar ila karşıtlarının çatışması görülür. Sebepler dairesinde menfaat eksenleri olmakla birlikte hep iki kutuplu olmanın kalıcı ve fıtri (doğuştan gelen) olduğu anlaşılmaktadır.
Birleşmiş Milletler ve NATO’nun kendi asıl bünyelerinde bütünleşmeleri, süratle hareket etme eğilimi göstermeleri; yine iki pakta bölünmenin başı ve sebebi olduğu kanaatindeyim. Nitekim ABD,, Rusya Federasyonu, İngiltere ve Fransa yeni bir paktın çatısını oluşturmaktadırlar. Bunların karşısında bir ölçüde kader otaklığı olanlar vardır. Türk dünyası toparlanma sürecine geçmektedir. Avrupa birliğini tek başına kurmayı başaramayan ama birleşerek güçlenen Almanya ABD ile kısmen rekabet halindedir. Japonya ise Pasifikteki büyük gücünü, işgal ettiği Çin le Asya kıtasındaki hâkimiyetini kaybetmiştir. Bu tahmini model siyasal açıdan bir bakış açısı olup, farklı ve daha kapsamlı şeyler düşünebiliriz.
Sarı ırkın mensupları hiçbir semavi dine dahil olmayıp, Doğu’nun mistik, felsefi ve tamamen kendine özgü tarzına sahiptirler. Bumlar çoğunlukla Budist’tir.
Bu varsayım Ku’ran’da zikredilen Yecüc ile Mecüc gerçeğince, Çin-Japonya veya Çin-Hindistan ikilileriyle yaşanabileceğini ima etmektedir.
Dünyanın bir bölümü kendi meseleleriyle iç içe kaynaşmış iken, em az onlar kadar olan kalanı, tehlikeli bir sessizliktedir. Türkiye’deki Alman Dış Politikası (1941-1943) adlı eserde “Sarı afet”ten (1) bahsedilmektedir. Nitekim tarihin akışına yön verem fırtınalar hep Doğu’dan esmiştir. Büyük göçler, Cengiz istilası ve Timur gibi…
Japonya’nın teknolojisi Çin’in nüfusuyla birleşip buna bir de Hindistan eklenirse, Dünyanın en azından diğer yarısı edebilir. Hatalı nüfus planlaması ve Alexis Carrel’in görüşleri ve de bazı tarihi tavafukla; beyaz ırkın, Türk dünyasına duyulacak ihtiyaç çerçevesinde belki de İslamiyet çatısı altında hareket emek zorunda kalabileceğini göstermektedir.
NATO’nun kuruluş yıldönümünde bayağı geniş bir perspektifte fikir jimnastiği yaptık. Geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize sahip çıkalım, akıllı ve bilinçli olalım, kendimize acıyalım, diyorum.
Araştırmacı-yazar
(1).SSCB Dışiş. Bak. Böl. Alman Dişişleri Dairesi Belgeleri Türkiye’deki Alman Politikası (1941-1943) Havass