Abdülhamit, devletin başında kaldığı müddetçe Osmanlı Devleti’ni parçalayamayacaklarını anlayan başta Theodore (Teodor) Herzl olmak üzere azılı düşmanları, Sultan’a defalarca suikast teşebbüsünde bulundular ve ona “Kızıl Sultan” adını taktılar.
Eğer dikkat edilirse yukarıda sözü edilen olaylar günümüzde de devam etmekte, ve bizi tehdit eden bu misyon yine stratejik şekilde arazi satın almaktadır. Bu tehlike halen ciddiyetini korumaktadır.
Bu anlamlı rötardan sonra kaldığımız yerden konumuza devam edebiliriz.
Bu arada Rus ittifakı ile Balkanlarda çeteler kuruldu. Bu çetelerle mücadele eden asker ve subaylarımız, İttihat Terakki mensupları ve Yahudiler tarafından arkadan vuruldular. Sonunda azınlıklar güdümlü İttihat Terakki mensupları isyan ederek Abdülhamit’i İkinci Meşrutiyete zorladılar. Aslında Abdülhamit, milletin menfaatine daha uygun ve daha demokratik bir Kanun-i Esasi (esas kanun, anayasa) hazırlamayı düşünüyordu. Fakat bunu uygulama fırsatı bulamadı. Eski Kanun-i Esasi’yi geri getirmek zorunda kaldı.
İttihat Terakki kısa sürede halkın nefretini kazandı. İttihat Terakki iktidarı tam anlamıyla bir istibdatla devleti yönetti. Muhaliflerini, gazeteci ve fikir adamı demeden suikastlarla yok ediyordu. Günümüzdeki “faili meçhuller” olayı o dönemde başladı. Sonunda halkın nefretinden korkmaya başlayan İttihat Terakki, Avcı taburları getirip Rumeli’ye yerleştirdi.
Fakat bunların subayları, Beyoğlu âlemleriyle gece hayatına başlayıp, askerlerle ilgilerini kestiler. Ama bu arada enteresan bir gelişme oldu. Bu subaylar halkla görüşme imkânı bulunca, İttihat Terakki’nin zülüm ve hıyanetlerini öğrendiler. Böylece korumaya memur edildikleri İttihat Terakki’ye karşı ayaklandılar. İstanbul’da birkaç gün terör hüküm sürdü. İttihat Terakki milletvekilleri sokak ortasında öldürüldüler. Bu olay tarihimizde “31 Mart Vakası” diye anılmaktadır.
Bu ayaklanma üzerine kendini tehlikede gören İttihat Terakki İktidarı, Rumeli’den 15 bin kişilik bir Hareket Ordusu’nu İstanbul’a sevk etti. Kan dökülmesini istemeyen Padişah bu olaylara seyirci kaldı. Hâlbuki sarayın etrafında iyi talim görmüş 30 bin askeri vardı. Abdülhamit’in takıp ettiği yol ve çizgi belli idi. Tahtı için kan dökülmesini istemedi.
Abdülhamit, Hareket Ordusunu arkasına alan İttihat Terakki tarafından tahttan indirildi. Yerine İttihat Terakki’ye kukla olabilecek özellikte biri olan 33. rütbeden Mason Sultan V. Reşat Getirildi. Sultan’a usulen atfedilen suç ise, muteber dini kitapları toplatıp, yaktırma, şeklinde uyduruldu. Olayın aslı ise şöyledir. O dönemde Kur’an’ın satılması ve basımı yasaktı.
Tahrifatları önlemek için devlet tarafından basımı yapılır. Ve parasız dağıtılırdı. Herhangi bir sebeple bir basım olayı yapılmışsa bunlar toplatılır. İtina ile yakılır ve İslamiyetin esas esprisine uygun olarak toprağa gömülürdü.
Düzmece hareketler vicdanları rahatsız ettiğinden hal fetvası bir türlü çıkarılamıyordu. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi dürüst bir din görevlisiydi. Yapılan hareketin uygun olmadığını belirtti.
Fetva Emini, Padişahın hali için hukuki bir sebep olmadığını açıkça belirtti. Ayrıca halin uğursuz olduğunu da söyledi. Sultan Abdülaziz’in hal edilmesinden sonra Rumeli’nin elden gittiği, şeklinde hatırlatmalarda bulundu. Rumeli elden gittiğinde birçok göçmenin İstanbul’a geldiğini, kendisinin o sıralar bir medrese öğrencisi olduğunu ve yetim çocukları taşımaktan omuzlarının çürüdüğünü anlattı. İhtilalcilere, Padişahın halini mutlaka istiyorlarsa, durumu kendisine arz etmelerini söyledi. İpin ucunun elinden kaçmaya başladığını hisseden Talat Paşa, bunun üzerine ulemadan bazı milletvekillerine baskı yapmaya başladı ve bu baskı sonucunda söz konusu hal fetvası ortaya çıktı.