Bazı kareler çok önemlidir. Aradan yüzlerce hatta binlerce yıl geçmesine rağmen bu kareler değişmez fasiküller halinde yaşanabilir. Örneğin başarılı savaşlar yapmış, Haçlı seferlerini göğüslemiş ve günümüz dünya sinemalarında renkli bir sima olarak hayatı konu edilen ünlü Selahattin Eyyubi, son nefesini verirken mütevazı bir kıl çadırda bulunuyordu. Acaba bu sade ve mütevazı görüntü sadece bir rastlantı mıydı, yoksa anlamlı bir realite mi? Bu konuda derin düşündürücü örnekler vermeye devam edelim.
Kendi adıyla anılan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey de son nefesini verirken aradan geçen onca yüzyıllara rağmen yine aynı şekilde mütevazı bir kıl çadırda bulunuyordu.
Vereceğimiz son örnek ise bir fermanla kıta Avrupası’nda yakın temas dansı yasaklayan Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman’dır. İki saat içinde Mohaç Meydan Savaşını kazanarak Avrupa’nın en büyük kara devleti Macaristan’ı haritadan sildiğinde gurura kapılmayı engellemek için geceyi boş bir mezarda geçirmişti. O da son nefesini verirken yetmiş yaşın üzerinde olarak savaş alanında ve otağında mütevazı bir kıl çadırda bulunuyordu. Bu kareler, zamandan ve mekândan amadeydi. Sanki zaman ve mekân birlikte bu realiteye karşı derin bir saygı duruşunda bulunuyorlardı. Sanki “zamanın ne önemi var”dı.
Son bir tarihi hatıra ile meseleyi noktalayalım. Kanuni kara savaşlarını muzaffer bir şekilde tamamlayarak İstanbul’a dönmüş ve beklediği sevgili Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa da Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmiş, muzaffer bir komutan olarak İstanbul’a gelmişti. Bu büyük başarı ve debdebe karşısında Kanuni, sonuçta bir insan olduğunu düşünerek, gurura kapılmasına izin vermemesi için Allah’a dua etti. O mütevazı Yavuz Sultan Selim’in oğluydu. Gerçekten muhteşemdi.
Araştırmacı-yazar