1
Mehmet Tayyar Tanış
İlkses Gazetesi Yazarımız

Eğitimci Yazar Mehmet Tayyar Tanış

Yazarın Köşe Yazıları

Savfeti Ziya

Servetifünun öykü yazarlarından olan Savfeti Ziya pek tanınmasa da güçlü bir öykü yazarıdır. 1892’de Galatasaray Sultanisi’nden mezun olan Safveti Ziya, Hariciye Nezareti’nde katiplik, Şüra-yı Devlet üyeliği, Anadolu Şimendiferleri neşriyat müdürlüğü yaptı. Cumhuriyet’in ilanından sonra Hariciye’de teşrifat umum müdürü olarak görev yaptı. Safveti Ziya, son olarak Prag elçiliğine atandı. Elçilik görevinin verilmesinden iki ay sonra hayatını kaybetti.


Ali Ekrem Bolayır

Ali Ekrem, Tanzimat döneminin ünlü şairi Namık Kemal’in oğludur. 2 Ağustos 1867’de doğdu. İlköğrenimini Hubyar’daki Mahalle Mektebi’nde yaptı. 9 yaşınday­ken bir yıl Fatih Askerî Rüştiyesi’ne devam etti. Namık Kemal, 1877’de Midilli’ye gönderilince, Ali Ekrem de ailesiyle birlikte oraya gitti. Midilli’de özel hocalardan Fransızca dersleri aldı. Bir süre sonra İstanbul’a döndü. Sami Efendi adlı bir hoca­dan Arapça dersleri aldı. 16 yaşındayken babası Namık Kemal’le Rodos’a gitti. Bu­rada da Abdullah Efendi’den Arapça, Naip Sıdkı Efendi’den din dersleri aldı. Bir süre Rodos’taki İdâdî Mektebi’nde dil dersleri verdi. Namık Kemal’in Sakız’a atan­ması üzerine, Ali Ekrem de Sakız’a gitti. Orada Sait Efendi’den Arap ve Fars edebi­yatı ve hadis dersleri aldı. 1888’de İstanbul’a döndü. Babası Namık Kemal, 1888’de Sakız’da vefat ettiği gün, Mabeyn-i Humâyun Kâtipliğine atandı. 18 yıl burada ça­lıştı. Zeynep Cemile Hanım’la evlendi (1894). Bu evlilikten Mehmet Kemal Cezmi adında bir oğlu ve Ayşe Masume, Hatice Selma, Fatma Beraat adlı üç kızı oldu.


HÜSEYİN SİRET ÖZSEVER

Mülkiyede öğrenci olduğu yıllarda ilgi duymuştur. O yıllarda Namık Kemal hayranıdır. Okulda dönemin genç şairleriyle tanışmış, öğretmenle­rinden Mizancı Murat Bey’in çıkardığı Mizan’ı yakından takip etmiştir. Vezinli ve kafiyeli söz söylemeyi, Rıza Tevfik’ten öğrenmiştir. Şairin o dönemde hayran ol­duğu bir başka şahsiyet Mülkiye’de hoca olan Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Şiir denemelerine 17 yaşında başlar. İlk şiirlerini 1894’ten sonra Mektep dergisinde yayımlar.


HÜSEYİN SUAT YALÇIN

1867’de İstanbul’da doğan Hüseyin Suat’ın Babası Ali Rıza Bey, annesi ise Fat­ma Neyyire Hanım’dır. Hüseyin Suat, dönemin çoğu şairi gibi, başlangıçta Divan şiiri tarzında gazeller yaz­dı. Bu dönemde etkilendiği başlıca şairler, Nedim, Fuzulî ve hikemî şiirleriyle Nabî’dir. Kimi kaynaklarda ilk şiirinin 1885 yılında Tercümân-ı Hakîkat’te yayımlandı­ğı belirtilmektedir. Dolayısıyla, o da dönemin pek çok genç şairi gibi, şiire Muallim Naci halkasında başlamıştır. Bu halkaya girişinde komşuları şair Şeyh Vasfî’nin rolü vardır. Ancak Mekteb-i Tıbbiye’de Cenap ve onun kardeşi Ali Nusret tanıştıktan sonra Hâmit’in şiirlerinden haberdar olur. 1893’te gittiği Paris’te Batı şiirini tanır. Yurda döndükten sonra, 1890’lı yıllardan itibaren şiirlerini Mektep, Malûmât, Müta­lâa gibi yenilikçi şairlerin yer aldığı dergilerde yayımlar. 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisine geçerek Edebiyat-ı Cedîde topluluğuna katılır. Edebiyat-ı Cedîde’nin anla­yışına uygun şiirlerini ilk kitabı olan Lâne-i Melâl (1910)’de toplamıştır. Hüseyin Suat, Edebiyat-ı Cedide yıllarında genellikle aşk, tabiat ve ölüm gibi bi­reysel temaları işlemiştir. Aşk onun şiirlerinde, romantik olmaktan çok cinsel yö­nüyle öne çıkar. Lâne-i Melâl in “Pont-Aven” başlıklı bölümündeki “Senden Son­ra”, “Mest ü Müstağrak”, “Ah Ey Hâb-ı Lâtîf” bu türden aşk şiirleridir.


İngiliz Aşığı Jöntürk İsmail Safa

Peyami Safa’nın babasıdır. 21 Mart 1867’de Mekke’de doğdu. Babası Trabzonlu şair Mehmed Behçet Efendi, annesi, soyu Akşemseddin’e dayandığı ileri sürülen Ayşe Samiye Hanım’dır. Çocukluk yıllarını babasının Hicaz vilâyeti mektupçusu olarak görevli bulunduğu Mekke’de geçirdi. 1873’te annesini kaybetti; 1879’da babasının ölümü üzerine İstanbul’a geldi. Kendi gibi şair olan Kardeşleri Ahmed Vefâ ve Ali Kâmi (Akyüz) ile beraber Dârüşşafaka’nın II. sınıfına kaydoldu (1880). Mezun olunca bir süre Evkaf Nezâreti Mesârifât Kalemi’nde çalıştı. Ardından İstanbul Telgrafhânesi muhabere memurluğuna tayin edildi. Mekteb-i İdâdî-i Mülkî’de ve Vefa İdâdîsi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1895’te verem hastalığına yakalanan şair hava değişimi için Midilli’ye gitti ve bir süre orada kaldı.


Ali Ekrem Bolayır

Ali Ekrem, Tanzimat döneminin ünlü şairi Namık Kemal’in oğludur. 2 Ağustos 1867’de doğdu. İlköğrenimini Hubyar’daki Mahalle Mektebi’nde yaptı. 9 yaşınday­ken bir yıl Fatih Askerî Rüştiyesi’ne devam etti. Namık Kemal, 1877’de Midilli’ye gönderilince, Ali Ekrem de ailesiyle birlikte oraya gitti. Midilli’de özel hocalardan Fransızca dersleri aldı. Bir süre sonra İstanbul’a döndü. Sami Efendi adlı bir hoca­dan Arapça dersleri aldı. 16 yaşındayken babası Namık Kemal’le Rodos’a gitti. Bu­rada da Abdullah Efendi’den Arapça, Naip Sıdkı Efendi’den din dersleri aldı. Bir süre Rodos’taki İdâdî Mektebi’nde dil dersleri verdi. Namık Kemal’in Sakız’a atan­ması üzerine, Ali Ekrem de Sakız’a gitti. Orada Sait Efendi’den Arap ve Fars edebi­yatı ve hadis dersleri aldı. 1888’de İstanbul’a döndü. Babası Namık Kemal, 1888’de Sakız’da vefat ettiği gün, Mabeyn-i Humâyun Kâtipliğine atandı. 18 yıl burada ça­lıştı. Zeynep Cemile Hanım’la evlendi (1894). Bu evlilikten Mehmet Kemal Cezmi adında bir oğlu ve Ayşe Masume, Hatice Selma, Fatma Beraat adlı üç kızı oldu.


CELAL SAHİR

Celal Sahir, 29 Eylül 1883’te İstanbul’da doğdu. Babası, Osmanlının Yemen Valisi İsmail Hakkı Paşadır. İlköğrenimine “Numune-i Terakki” ilkokulunda başlamış; Davut Paşa Rüştiyesi (ortaokulu) ile Vefa İdadisinde (lisesinde) devam etmiştir. Liseyi bitirince hukukçu olmak istemiş, ne ki hukuk öğrenimini iki yıl sürdürebilmiştir.


Faik Ali Ozansoy

1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Asıl adı Mehmet Faik’tir. Babası şair ve bilgin Mehmet Sait Paşa’dır. Aynı zamanda şair Süleyman Nazif’in kardeşidir.


Süleyman Nazif

Diyarbakır’da doğan Süleyman Nazif, Doğu ve Batı edebiyatlarına hâkimdir. Hem şiir hem de nesir alanında Namık Kemal ekolünün en önemli temsilcisidir. Servetifünun’a bağlı olduğu zamanlar, “sanat sanat içindir” görüşüne uyarak yazdığı şiirlerinde, hüzünlü duygular ve hayallerini işledi. Meşrutiyet sonrası kullandığı nesir; dil ve üslupça Servetifünun’dan gelen özelliklerin devam ettirilmesi ve geliştirilmesiyle oluşmuştur.


Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 3 Haziran 1870’te İstanbul’da dünyaya gelir. “Müftüoğlu” soyadını dedesinin müftü olmasından alır. Yedi yaşında iken babasını kaybeder. Okul hayatına Soğukçeşme Askeri Rüştiyesinde başlar. Daha sonra Galatasaray Sultanisinde öğrenimine devam eder. Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun edebiyata olan ilgisi lise yıllarında başlar. 1896’dan itibaren Servetifünun Edebiyat topluluğuna katılır.


Hüseyin Cahit Yalçın

İçimde bir ateş Güneş’e bedel
Sessizce ruhuma sızar gülistan
Seni bulacaksın gel sinemi del
Yaram aşk yarası azar gülistan.
***
Canımın yongası badem gözlerin
Parçalar beynimi süzer gülistan
Ok atmışa bedel içli sözlerin
Bütün düşlerimi bozar gülistan…


MEHMET RAUF

Mehmet Rauf, 1875 yılında İstanbul’da doğdu. Bütün öğrenimini İstanbul’da yaptı. İlk olarak Balat’taki Defterdar Mahalle Mektebi’ni bitirdi. Daha bu yaşlarda tiyatroya ve edebiyata oldukça düşkün ve hayalperestti. Bundan dolayı, babası onu daha disiplinli yetişir düşüncesi ile Soğukçeşme Askeri Rüştiyesine gönderdi. Bu okuldan sonra 1888’de girdiği Mekteb-i Bahriye’yi başarıyla bitirerek deniz subayı oldu. Bu okulda daha önce öğrendiği Fransızcanın yanı sıra İngilizce de öğrendi. 1894’te staj yapmak üzere Girit’te görevlendirildi. Girit dönüşünde Tarabya’da demirli olan bir elçilik gemisinde “irtibat zabiti” göreviyle ikinci kaptan olarak çalışmaya başladı.


CENAP ŞAHABBETTİN

“Hakiki büyük adamlar
Güzel ağaçlara benzer
Dallarında yuvalar kurulur
Gölgesinde yorgunlar dinlenir
Çiçeklerine sürünenler
Güzel koku alırlar
Meyvesiyle açlar doyar ve yaprakları arasından


Halit Ziya Uşaklıgil

Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk romanları yazan sanatçı olarak kabul edilir. Servetifünun döneminde roman ve hikâye türünün en önemli ismidir.
Eserleri realizmin tüm özelliklerini yansıtır, naturalizmden de etkilenmiştir. Roman tekniği mükemmeldir; olaylar sebep-sonuç ilişkisi içinde, sağlam bir kurgu ile verilir. Kahramanların ruh çözümlemelerini, iç dünyalarını nesnel bir şekilde ele alır. Eserleri güçlü bir gözlem gücünün ürünüdür.


Tevfik Fikret

Tevfik Fikret,1867 yılında İstanbul’da doğmuşturServetifünun Edebiyatının hem en önemli şairi hem de lideridir. Galatasaray Lisesi’nde okurken Muallim Naci’den ve Recaizade Mahmut Ekrem’den edebiyat dersleri alan böylece eski edebiyatla yeni edebiyatı karşılaştırma imkânı bulan Tevfik Fikret, Recaizade’nin de etkisiyle eski şiirin tesirinden kurtulmuş ve Batı şiirine yönelmiştir. Tevfik Fikret’in edebî hayatının şekillenmesinde büyük etkisi olan Recaizade Mahmut Ekrem, onu daha sonra eski öğrencisinin sahibi olduğu Servet-i Fünun adlı derginin başına geçirecektir. Tevfik Fikret’in edebî hayatının şekillenmesinde iki sanatçının büyük tesiri vardır. Bunlardan biri az önce de belirttiğimiz gibi Recaizade Mahmut Ekrem, diğeri ise Tanzimat edebiyatının ikinci döneminin önemli şairi olan Abdülhak Hamit’tir. Elbette ki bu iki şairin tesiri devamlı olmaz. Tevfik Fikret, 1894 yılından itibaren kendi üslubunu bulmak üzere yoğun bir çalışmaya girer ve 1896 yılında yayımladığı “Hasta Çocuk” ve onu takip eden “Seza” adlı şiirlerinde bunu gösterir. Tevfik Fikret, parnasizmin de etkisiyle şekil bakımından kusursuz eserler meydana getirirken çok titiz davranmıştır. Bu yönüyle Fransız edebiyatındaki parnasyenlere benzeyen şairin şiirleri bütün iç unsurlarıyla da Batılıdır. Fikret, anlamın beyitte tamamlanmasını ortadan kaldırarak şiiri düz yazıya yaklaştırmış, sone nazım şeklini edebiyatımızda ilk defa kullanarak bu türe büyük rağbet kazandırmış ve Divan edebiyatı nazım şekli olan müstezadı değiştirerek serbest müstezadı oluşturmuştur. Kısacası Servetifünun şiirinde yeni olan ne varsa büyük ölçüde Tevfik Fikret’in eseridir.


Serveti Fünün

İstanbul’da Nikolaidis’in çıkardığı fennî muhtevalı Servet gazetesinin ilâvesi şeklinde 27 Mart 1891’den itibaren Ahmed İhsan (Tokgöz) tarafından yayımlanmaya başlanmış, daha sonraki tarihlerde başta Edebiyât-ı Cedîde topluluğu olmak üzere Fecr-i Âtî ve Millî Edebiyat grupları ile Yedi Meşaleciler’in yayın organı olarak 25 Mayıs 1944’e kadar yayın faaliyetini sürdürmüştür. Gerek baskı tekniği gerekse muhtevası ve mizanpajı ile Türk basın tarihinde farklı bir yere sahip, edebiyat tarihine birçok yeni isim kazandırmış bir dergidir.


Nabizâde Nazım

Asıl adı Ahmed Nâzım, babasının adı Nâbî’dir. Annesini hiç tanımadı, babasını da henüz mahalle


Samipaşazâde Sezai

1860 yılında İstanbul’da doğan Samipaşazade Sezai’nin Babası dönemin bürokratlarından Abdurrahman Sami Paşadır. Babasının sayesinde bütün eğitimini özel hocalardan aldı. Babası ilim ve edebiyata düşkün bir insan olduğundan, Sezai’nin yetiştiği konak dönemin bir ilim ve kültür ocağı mahiyetinde idi. Birçok Doğulu ve Batılı aydın bu konağın müdavimlerindendi. Sami Paşazade Sezai de işte böyle bir kültür ortamında yetişerek hem Doğu hem de Batı kültürünü öğrendi.


Muallim Naci

1850 de İstanbul’da doğan Muallim Naci, Tanzimat ikinci dönem sanatçılarındandır. Sanat hayatı


Abdülhak Hamit Tarhan

Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.


Recaizade Mahmut Ekrem

Gül hazîn... sünbül perîşan... Bâğzârın şevki yok…
Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok…
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok…
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok…
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!


Mason Bir Yazar Ali Suavi

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen yazardır. Lakin edebiyatçılığından çok masonik faaliyetleri ve darbeci zihniyetiyle ön plana çıkmıştır. 1839 senesinde İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırı’nın Çay köyünden olup, İstanbul’da yerleşmiş kağıt mühreciliği (parlatmacılığı) yapan Hüseyin Ağadır. Davutpaşa İskele Rüşdiyesinde bir kaç sene okuyan Suavi, medrese tahsili görmemiş olup, cami dersleriyle kalmıştı. Bu sebeple daha sonraları cami vaizliği yaptığı dönemlerde halkın diliyle ve çok kere de mantıkiyle konuşurdu. Suavi, Sami Paşanın maarif nazırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüşdiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bir müddet Rüşdiyede baş muallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Suavi, dönüşte Sami Paşa’nın himayesiyle Filibe Rüşdiyesine hoca olarak tayin edildi. Daha sonra Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü yaptı.


Direktör Ali Bey

Asıl adı Mehmed Aliolan Ali Bey, İstanbul’da doğdu. Halep ve Şam vilâyetleri Kapı kethüdâlıklarında bulunmuş Yusuf Cemil Efendi’nin oğludur. İlköğrenimini hususî olarak tutulan hocalardan ders alarak tamamladı. Küçük yaşta Fransızca öğrendi. On dört-on beş yaşlarında girdiği Bâbıâli Tercüme Odası’nda on yıl kadar çalıştı. Yazı yazmaya da yine burada çalışırken başladı. Daha sonra Sıhhiye Meclisi âzâsı, 1873’te de Karantina başkâtibi oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan kısa bir süre önce Varna’ya mutasarrıf olarak tayin edildi; ancak savaşın Osmanlı Devleti aleyhine dönmesi üzerine Varna’dan ayrılarak İstanbul’a geldi. Bir süre sonra Düyûn-ı Umûmiye müfettişi olarak doğu vilâyetlerinde ve Irak’ta bulundu (1885). Irak’tan Hindistan’a geçti, Hindistan üzerinden İstanbul’a geri döndü. 1890-1893 yılları arasında Trabzon’da valilik yaptı. Sonra tekrar Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde çalışmaya başladı ve bu idarenin direktörü oldu (1894). Ölünceye kadar aynı görevde kaldı, bu yüzden “Direktör” lâkabıyla anılır. Mizah alanındaki muazzam kabiliyetiyle Tanzimat’tan sonraki Türk tiyatrosunda büyük gayret ve emeği geçen yazarlardan biri olan Ali Bey, başta tiyatro olmak üzere mizah ve seyahat edebiyatı alanlarında eser vermiştir.


Şemsettin Sami

Tanzimat’ın en önemli ve birçok edebiyatçının yolundan gittiği Şemsettin Sami, 1850’de Güney Arnavutluk’ta doğan, ortaöğrenimini bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya’da tamamladı. Eski ve yeni Yunanca, Fransızca ve İtalyancanın yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça öğrendi. Aile geleneği doğrultusunda Bektaşi tekkesine devam etti. 1871 ‘de İstanbul’a geldi. Matbuat Kalemi’nde memur olarak göreve başladı. Memurluk yaparken bir yandan da ilk telif eseri olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanını 1872-1873 yıllarında parça parça yayımladı.