Sayfa Yükleniyor...
İslam’da eğitim birinci sıradadır. Bunun en açık delili ise Hz. Muhammet’e inen ilk ayet-i kerime olan Alak suresidir. Bu süre “ikra” ile başlar. Yani “oku” dur. Bu ayet-i kerime bile İslam’da okumanın ve eğitimin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. İslamiyet’ten önceki dönemde -ki bu döneme cahiliye dönemi denir- kız çocukları diri diri gömülürken Müslümanlıkla beraber bu kabul edilmez durum ortadan kalkmış ve kadınlar toplumsal hayatta yavaş yavaş bir yer edinmeye başlamıştır. Mirastan dahi pay alamayan kadınlar İslamiyet ile birlikte miras hakkı dahi kazanmıştır. O dönemlerde kadınlara önemli statüler verilirken Avrupa’da kadınlar köle pazarlarında satılmayı bir yana bırakın renkli gözlü kadınlar cadı olarak addedilir ve diri diri yakılırdı. Avrupa’nın en soylularında bile kadınlara zerre miskal değer verilmezdi. İslam bir güneş gibi doğarken kadınlar üzerine ayrı bir sıcaklıkta ve parlaklıkta doğuyordu.
Kadının yaratılışı için “Hz. Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratıldığı” rivayeti vardır. (Hatırlayın dünya tarihinde ilk klonlanan koyun olan “Dolly” başka bir koyunun sol kaburga kemiğinden alının parçayla klonlanmıştı.) Bu şekilde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması demek kadınlarımıza kol kanat gerelim ve onları koruyalım diye. İslam bu şekilde kadına önem verirken onu eğitim yönünden hiç geri bırakır mı?
İslamiyet’le birlikte
Her anne ve baba çocuğunun iyi bir eğitim alması için elinden geleni yapar. İyi bir okul, iyi bir öğretmen ve iyi bir gelecek vermek için anne ve babalar hep çabalar. Bunun içinde doğal olarak anne ve baba daha çok çalışır ve zamanın çoğunu iş yerinde geçirir. Hatta bununla da kalmayıp işi eve dahi getirir. Böylelikle çok iyi para kazanarak çocuklarına daha iyi bir gelecek sağladığını düşünür.
Türkiye’de eğitim sistemi değişkenlik gösteren bir yapıya sahiptir. Değişkenlik derken Mili Eğitim Bakanı her değiştiğinde muhakkak ki eğitim sisteminde de bir değişiklik olur. Bunun aksini kimse iddia edemez. Bu değişkenlik yalnız öğrencileri değil öğretmenleri de olumsuz şekilde etkilemektedir. Öğretmen ve öğrenci yeni sisteme tam alıştı derken değişen Milli Eğitim Bakanı kendine göre bir anlayışı sisteme adapte etmeye çalışmakta ve bu şekilde kafaları karıştırmaktadır. Bu değişkenlikle mücadele eden eğitimci yani öğretmen için bu mücadele ilk değil tabii ki de. Öğretmenlerin atanabilmek için geçmişte girmiş olduğu sınavlar yetmiyor bir de kesinlikle objektif ve bilimselliği tartışılan mülakat engeli karşılarına çıkıyor. Mülakat nedir? İlk önce bunun tanımını yapmakta fayda vardır. “Mülakat, herhangi bir sosyal konu ya da sorunun üzerinde, uzman kişi ya da kişilerle yapılmış konuşmaları yansıtan yazı türüdür. Toplumun tamamını ya da bir kısmını ilgilendiren her alanda "mülakat" yapılabilir. Gazete ve dergilerde yayımlamak üzere yapılan mülakatlar için daha çok röportaj sözcüğü kullanılır.” Bu birinci tanımıdır. İkinci tanımı ise -ki bizi en çok ilgilendiren- “İşe almak için kişi veya kişilerin adaylara karşılıklı soru-cevap yöntemiyle yüz yüze yapılan bir nevi sınav yöntemidir.”
Salgın sürecinde vaka sayısındaki artış nedeniyle okullarda yüz yüze eğiteme ara verilmek zorunda kalınmıştı. Bu süreci uzaktan eğitimle ve EBA desteğiyle sürdüren öğretmen ve öğrenciler artık yüz yüze eğitimin başlamasını istiyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan toplantının ardından 15 Şubat’ta köy okulları, 1 Mart’ta ise ilköğretimin tüm kademeleri ve sınav grupları yüz yüze eğitime başlayacak. Lâkin şöyle bir ibare dikkatimi çekti. “Salgının durumuna göre tekrar kapatılabilir.” Bu ibare ben de başta olma üzere herkesi tedirgin etti. Özel okullarda çalışan öğretmenlerin birçoğu işsiz veya maaş alamıyor durumdalar. Atanamayan öğretmenler özel kurslarda, özel okullarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışırken, bu kurumların aylardır kapalı olması ekonomik bakımdan herkesin dar boğaz kıskacına girmesine neden oldu. Sorun sadece öğretmenlerin işsiz kalması mı? Tabii ki değil. Sorunlar bunlarla sınırlı değil. Özel kurum sahipleri öğretmen maaşını ödeyebilmek için bu süreci kredilerle atlamaya çalışıyor. Bir yandan öğretmen maaşı, bir yandan zorunlu aylık giderler bütün kurumları zora soktu.
22 Ocak’ta diğer yıllardan farklı olarak öğrencilerimize dijital karne verildi ve tatil sürecine girildi. Başta vefakâr öğretmenlerimiz ve EBA sayesinde dersleri aksamayan öğrenciler bir yandan uzaktan eğitimle bir yandan proje ödevleriyle boğuştu. Diğer yılların aksine salgından dolayı okulların kapalı olması ve yüz yüze eğitimin yapılmaması öğrencilerimizi bir kat daha zorladı. İyisiyle kötüsüyle birinci dönem atlatıldı ve dijital ortamda karnelerini alan öğrenciler tatil sürecine girdi. Fakat velilerin aklında olan en önemli soru işareti “Tatilde çocuğum için ne yapmalıyım, Tatili nasıl geçirirsem verimli olur?” Aklında bu tür soru işareti olan veli ve öğrencilerimiz için faydalı olacağına inandığım bilgi birikimimi sizinle paylaşmak istedim. Birinci önceliğimiz karne… Karnede iyi veya kötü notlar olabilir. Unutmayın sayın velilerim bizim gibi öğrencilerimiz de sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Bu nedenle karnelerde kırık not gördüğünüzde öğrencilerimize ters tepki vermek yerine plan ve program önererek bundan sonraki sürecin daha iyi ve verimli geçmesini sağlayabiliriz. Karnesi çok iyi olan öğrencilerimizin elbette sizlerden beklentileri vardır. Siz velilerimin yapması gereken en elzem faktör öğrencilerimizin bu başarıyı kendileri ve gelecekleri için yaptıklarını onlara belletmektir. Bu düşünce ve bu düşünceyi öğrenciye kavratmak başarının daim ve payidar kalmasına vesile olacaktır. Ödül konusuna gelince sosyal ve kültürel çevre (toplum yapımız, çevre, örf, adet,
Ülkemizde Da Vinci kimdir diye sorduğumuzda hemen hemen herkes bilir tanır ve ressam olduğunu söyler. En ünlü resmi hangisidir diye sorduğumuzda ise şüphesiz “Mona Lisa” tablosu denilecektir. Peki, El Cezeri kimdir diye sorduğumda kaçımız bu üstadı biliriz? İkisinin yaptıklarını kıyasladığımızda mucitlik ve sanat yönünden kimin üstün olduğunu eserlerindeki insanlığa fayda bakımından kimin üstat olduğunu, birinin kültürümüzle hiç alakası yokken diğerinin bizim bağrımızdan çıkan bir ilim adamı iken neden hiç tanınmadığının nedenlerini ortaya koyacağım.
Müzik ve marşlar tarihte her zaman siyasi propaganda amacıyla kullanılmıştır. Gerek askerleri şevke getirmek gerekse yapılan mücadelenin sözlü bir mirasını bırakmak için hep bu şekilde süre gelmiştir. Osmanlıdan bu yana birçok önemli marş yazılmış ve halkımızın beynine kazınmıştır.
Lakin bu marşlar bazen değiştirilip başka formlara sokulmuş asılları unutturulmuştur. Bunların başında ise “İzmir Marşı” gelmektedir. Bugüne kadar bu marşın beste ve güftesinin “İzzettin Hümayi”ye ait olduğu söylendi. Yapılan araştırmalar ve belgeler bu marşın İzzettin Hümayi’ye ait olmadığını ve marşın birkaç sözcüğünün değiştirilip İzmir Marşı olarak atfedildiği anlaşılmıştır.
Peki İzmir Marşı” olarak bildiğimiz marşın aslı nedir?
Doğuşu nasıl gerçekleşmiştir.
“Kafkas İslam Ordusu” Osmanlı Devleti’nin1918 tarihleri arasında kurduğu ”Doğu Ordular Grubu”na bağlı bir askeri birimdir. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle ve tamamen Müslümanlardan oluşmuş bir birliktir. 1. Dünya Savaşında Kafkasya Cephesinde yer almıştır. Enver Paşa’nın Turancılık amacı doğrultusunda kargaşa içinde bulunan Azerbaycan ve Dağıstan’ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlıklarını ilan etmelerine yardımcı olmak amacıyla Kafkasya’da kurulacak ordunun esasını vücuda getirmek, Kafkasyalı askerlere talim vermek ve Kafkasya’da yüksek İslam menfaatlerini ve hukuku uygun
Hayatımızın en önemli parçalarından biri nedir diye soracak olursam herkesten değişik cevaplar alacağıma eminim. Lakin bir öğrenciye sorduğumda alacağım cevabı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum. Tabii ki “sınav”. Hayatımız boyunca hep sınavlara girdik. İlköğretimde sınavlarla tanışmaya başladık ve bu süreç iş hayatımızda bile davam etti. Kimi zaman sevindik kimi zaman da üzüldük. Ama şu an bulunduğumuz konuma gelmemizin en büyük sebebi ise asla pes etmememiz oldu. Peki bu sınavlara girmeden önceki süreç, yani hazırlık ve ders çalışma süreci nasıl işledi? Kimimiz için zevkli kimimiz için de çok sancılı bir zaman dilimi oldu. Sancılı ve zor geçmesinin temel sebebi günümüzdeki öğrencilerin de temel sorunu olan “odaklanma” problemidir. Derse heves ve zevkle başlayan öğrenci çok kısa sürede sıkılmaya başlar ve ister istemez başka şeylerle meşgul olmaya başlar. Saatlerce ders çalışmak için uğraşsa da hiçbir verim elde edemez. Maalesef ki bu odaklanma sorunu öğrencilerin korkulu rüyası olmuş durumdadır. Bunun için öncelikle yapılması gereken başlıca şey bir sağlık kuruluşunda uzman hekim desteğiyle vitamin eksikliği testimizi yaptırmaktır. Çünkü vücudun özellikle de beyinin çeşitli vitaminlere ihtiyacı vardır. Bu vitaminler doğal yollardan alınmazsa çeşitli sağlık sorunları da baş gösterebilir. Tıbbi yardım aldıktan sonra odaklanma probleminizi ortadan kaldıracak etkili bir metottan bahsedeceğim. On iki yıllık meslek hayatımın altı yılınıodaklanma sorunu yaşayan öğrencilere bu metodu uygulamakla geçirdim. Bu metot sayesinde ben ve öğrencilerim neredeyse tam başarı aldık.
Geçtiğimiz yıl Çin’in Wuhan kentinden yayılan ve bütün insanlığın ortak sorunu haline gelen covid-19 virüsünü duymayan kalmadı. Neredeyse bütün sektörleri yerle yeksan eden bu salgında şüphesiz ki en fazla etkilenen eğitim oldu. Milyonlarca öğrencinin yüz yüze eğitimden mahrum kalmasına neden olan bu mikroskobik canlı dünyayı hazırlıksız yakaladı. Pandeminin ilan edilmesi ve okulların uzaktan eğitime başlaması ile bir bocalama yaşayan eğitim, neyse ki toparlanma sürecine girdi. Dünya ülkelerinin birçoğu bu sorunu aşamazken birkaç ülke altyapısını hızlı bir şekilde yenileyerek öğrencilerine ulaştı. Bu ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Kısa zamanda Kurulan EBA “Eğitim Bilişim Ağı” eğitimin can suyu konumuna geçti. Bunun yanında yine interaktif sistemlerle desteklenen uzaktan eğitim, çeşitli programlarla öğrenci ve öğretmene ulaşmaya çalışıyor. Peki, bu süreçte öğrenci olarak nasıl bir yol haritası izlemelisiniz?