AK Parti, genelde demokratikleşmede, özelde Kürt Sorunu çerçevesinde son 10 yılda radikal adımlar atmakla, reformlar gerçekleştirmekle ve toplumsal entegrasyona hizmet etmek ile övündü. Doğrudur, haklı bir övgüdür bu ve bunun karşılığını girdiği tüm seçimleri büyük bir başarı ile taçlandırmıştır. Bunun yanında uluslararası ilişkilerde de özellikle 'komşularla sıfır sorun politikası'yla ve geliştirdiği dostane ilişkilerle Türkiye'nin dünya kamuoyundaki görünürlülüğü ve etkinliği artmıştır. Son birkaç yıla kadar bir başarı öyküsü, imrenilen ve örnek gösterilen bir parti ve ülke görüntüsü vermiştir. Amma ve lakin, Gezi ile başlayan, 17-25 Aralık süreciyle yoğunlaşan ve 2015 seçim dönemiyle zirve yapan güvenlikçi, devletçi, milliyetçi, militarist ve otoriter eğilimler son 10 yılda elde ettiği kazanımları tek tek yok etmiş, hatta önceki dönemleri aratır hale gelmiştir. Türkiye'nin halihazırda dünyadaki görünümüne gelince, uluslararası ilişkilerde değersiz bir yalnızlığa itilmiş, eskinin aksine otoriterlik ve baskı ile anılan, yolsuzluk ve çürümüşlükle özdeşleşen, Filistin ve Suriye görüntüleri veren bir ülke haline gelmiştir. Demokratik ve gelişmiş ülke yönetimleri devlet yetkililerine randevu verme konusunda bile isteksiz olmakta ve onlarla aynı fotoğraf karesinde görünmekten çekinmektedirler. Neden?
Nedenlerin başında AK Parti'nin demokratik, kapsayıcı ve reformcu yapısından uzaklaşması gelmektedir. AK Parti'yi buna zorlayan bir takım unsurlar mutlaka vardır, fakat yeterli sebepler oldukları konusunda dünya kamuoyunu henüz inandıramamıştır ve bu gidişle inandıracak gibi de görünmemektedir. Zira geldiği nokta ve uyguladığı politikalar demokratik bir toplumda kabul edilemez bir noktaya gelmiştir de ondan.
Gündemin en sıcak konusu şüphesiz ki Kürt sorunudur ve AK Parti'nin son iki yılda elinde kalan tek reformcu politikası çözüm ya da barış süreci idi. Seçim döneminde onu da buzdolabına koyarak Ankaralılaşma sürecini tamamladığı görülmektedir. Ankaralılaşma güvenlikçi, devletçi ve militarist devlet geleneği demektir. AK Parti yöneticilerinden mahalle teşkilatlarına, akademideki yandaşından medyadaki dalkavuklarına kadar bütün yelpazede bugün görülen şey Kürt sorunu çerçevesinde radikal bir militarizme ve devletçiliğe kayıştır. Seçim sürecinde AK Partiye yüklenen program 2002 ruhu değil, 1920'lerin sürümüdür. Bunun farkına varan bazı AK Parti yöneticileri fabrika ayarlarına geri dönmekten bahsetmektedir, fakat taban ve diğer bir kısım yöneticiler, bu fabrika ayarlarını 2002 yerine 1920'lerin Kemalist ayarları olarak algılamaktadır. Kürt sorunu ile ilgili AK Parti'nin fabrika ayarları parti programında ifade edilmiştir aslında. Program güvenlikçi perspektifi reddetmekte, demokratik ve kapsayıcı bir çözüm önermektedir: 'Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik kalkınma politikaları ile tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği yanında bütün bunların üstünde kültürel farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği anlayışına ulaşılması sorunun çözümünde önemli bir adımdır.'
Bu alıntıya bakılırsa, AK Parti halihazırda sadece çözüm sürecini değil aynı zamanda parti programını da buzdolabına koymuş demektir. Seçimlerde erimesi, demokrasiden uzaklaşması, uluslararası arenada sıfırlanması ve sıradanlaşmasının altında bu gerçek yatmaktadır. Başkasına küfür edeceğine biraz da programını okuması ve fabrika ayarlarına geri dönmesi gerekir. Bugün AK Parti'nin ve Türkiye'nin ihtiyacı olan da budur.