Sayfa Yükleniyor...
İki yıldır Türkiye'de devam eden çözüm süreci ya da barış süreci yeni ve kritik bir aşamaya evrildi. Barış fırsatı maalesef ıskalanmak üzere ve bunun hem iç hem de uluslararası nedenleri var.
Barış süreçleri Çatışma Yönetimi ve Barış Çalışmaları literatüründe iç ve özellikle uluslararası konjonktürün sunduğu bir fırsat olarak tanımlanmaktadır. Başka bir ifade ile, Kürt sorunu gibi yoğun şiddet içeren şiddetli kriz ve savaş olarak kabul edilen çatışmalarda, taraflar istese bile bazen barışamazlar. Çünkü onları aşan ulusal ve uluslararası dinamikler, aktörler ve durumlar var. Çözüm süreçleri, tarafları aşan bu dinamik, aktör ve durumların da barışa razı olmasıyla mümkün olabilmektedir. Türkiye bu fırsatı son 30 yılda zor yakalamış ve maalesef kolayca harcamıştır. Son çözüm süreci ise, baştan beri teorik olarak bir takım eksikliklerine rağmen, fırsatı değerlendirme konusunda taraflar kararlı davrandı ve iki yıldır da bazı aksaklık ve şiddet eylemlerine karşılık devam etti. Literatürde vazedilen katılım, arabulucu ve sürece bağlı olarak da şeffaflaşma gibi eksiklikler maalesef çözülmüş değil. Fakat bu konularda da girişimler var ve bazı adımlar atılma aşamasına gelinmiş durumda. Atılmazsa süreç belki de kendisini bittirebilecek daha da büyük yaralar alabilir.
Peki bugün, süreci doğuran iç ve dış dinamikler, aktörler ve durumlar yani fırsatlar ne alemde? Aslında süreci kritik aşamaya taşıyan nokta tam da burası.
İçerde hem devlet içinde hem de Kürt hareketi içinde değişik saiklerle barış istemeyen gruplar baştan beri var oldu ve bu doğaldır. Çünkü dünyadaki tüm benzer süreçlerde taraflar içinde farklı eğilimler olmuştur ve olacaktır. Fakat Türkiye'de iki tarafın içindeki muhalif aktörler zamanla büyüyüp güçlendiler. Geçen yaz cereyan eden Lice olayları, son zamanlarda bölgede şiddet üreten gençlik yapılanması ve Şırnak'ta olduğu gibi olayları körüklemek isteyen başta polis olmak üzere bazı kamu görevlileri süreç karşıtı iç dinamiklerin hareketliliğini açıkça göstermektedir. Aynı şekilde süreci destekleyen kimi sol entelektüel kesimin bir kısmı anti-AKP zehirlenmesi sonucu, bazıları çözüm olursa devrim biter anlayışıyla ve bazıları da sürecin içeriğinden, şeklinden ve aktörlerin söyleminden memnun olmaması nedeniyle süreci kısmen veya tamamen dışlamış durumda. Diğer önemli bir husus, çözüm süreçleri zamanla şeffaflaşırlar ve takvim halkla paylaşılır. Fakat iki yıldır oldukça şeffaf başlayan süreç bu alanda bir mesafe alamadı. Belki henüz olgunlaşmamış bir takvim var. Bu nedenle, hepsi olmasa bile en azından bir kısmı halkla paylaşılırsa giderek artan muhalefet tersine desteğe dönüşecektir.
Bütün bu iç dinamiklerin muhalifliğine karşın süreç içinde anadilde eğitim gibi atılması gereken bazı adımların zamanında atılmaması süreci zora sokan ve sürece muhalefet blokunu genişleten bir girdi olmuştur. Anadilde eğitim ile ilgili bu yıl içinde bir takım adımlar atılmazsa, artık bundan sonra atılacak adımlar da anlamsızlaşacaktır. Zira bu haklı ve geniş tabanlı insan hakkının karşılanmasına yönelik karşı tepkiler de minimum düzeye çekilmiş durumdadır. Yani anadilde eğitim eksik olarak tanıtılmasına rağmen, toplumda artık kabul görmüş bir taleptir. Anadilde eğitimin tek değil, çift dilli eğitim anlamına geldiği gerçeği topluma anlatılırsa, destek daha da artacaktır. Toplumsal gerginliğin ana damarını oluşturan bu haklı talebin hala neden karşılanmadığını anlamak zor. Zira bu talebin karşılanmaması durumu, çatışma yönetimi teknikleri açısından da bir sorundur.
Uluslararası dinamik ve aktörler dikkate alındığında maalesef benzer olumsuz bir durum söz konusudur. Türkiye'nin demokratikleşmesi süreci ile ekonomik olarak büyümesi ve bunların kalkınmaya etkisi barış sürecini destekleyen uluslararası aktörler, son zamanlarda meydana gelen gelişmelerden dolayı farklı nedenlerle süreçten desteğini çekmiş hatta bazıları süreci akamete uğratmak için somut adımlar bile atabilmektedir. Gezi ile başlayan ve Cemaat ile devam eden iç çatışmanın dünya kamuoyunda AKP'nin demokrasiden uzaklaşması ve otoriterleşmesi olarak yansıması, bu nedenlerin başında gelir. Bunun yanında Hükümetin giderek büyük güçlerden bağımsız ve yeri geldiğinde - örneğin İsrail, Kürdistan bölgesiyle stratejik ilişki geliştirme ve DAİŞ konusunda - muhalif bir dış politika izlemesi dış aktörleri daha da kızdırmıştır. Aynı zamanda, yeni Ortadoğu denkleminde Kürtlerin ve özellikle PKK (PYD)'nin yükselen yıldızı, Kürt hareketinin beklenti ve talep çıtasını yükseltmiştir. Bütün bunlara ek olarak Kobané saldırısında Hükümetin Kürt güçlerine kerhen ve sınırlı desteği daha çok DAİŞ yanlısı gibi yorumlanmış ve hem içerde hem de dışarıda büyük bir tepki görmüştür. Türkiye'nin Suriye olaylarında muhalefeti desteklemesi İran gibi bölgesel, Çin ve Rusya gibi büyük güçlerin hoşuna gitmemiş ve bu güçlerin zaman zaman hedef aldığı şey çözüm süreci olmuştur.
Bu koşullarda çözüm sürecini yürütmek ciddi bir irade ve radikal adımların atılmasıyla mümkün olabilir. Zira artık hem içte hem de uluslararası ortam açısından koşullar tarafları zorluyor. Çözüm hala aktörlerin denetiminde fakat böyle devam ederse tarafları aşabilir. Ve tarafları aştığı anda yeniden şiddet ortamına dönmek büyük bir olasılıktır. Hala geç kalınmış değil. Bu sürecin siyasi faturası yüksek, fakat hamama giren terler demişler. Gerçek bir barış radikal adımların atılması, bütün hak ve özgürlüklerin karşılanması ve Cumhuriyetin başından beri var olan kurumsal ayrımcılığın ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bu da ancak güç paylaşımına dayalı demokratik yeni bir devlet yapılanması ve özgürlükçü bir anayasa ile mümkün olabilir. Bu kritik aşama seçimlere kadar nereye evrilir, sorunsuz giderse seçimler çözüm olur mu bilinmez, fakat bir gerçek var ki her koşulda hükümetin ve Kürt hareketinin işi zor. Zoru kolaylaştırmak hala onların inisiyatifinde. Yarın çok geç olabilir.
Yeni aşama için yeni stratejiler gerek. Eski metotlarla yeni süreç sürdürülemez. Görünen bu, fakat hakikati ancak Yüce Yaradan bilebilir.