Türkiye'de iki buçuk yıldır devam eden, sorunları olsa bile dünyanın en barışçıl süreçlerinden biri olan barış süreci, birkaç aydır seçimler nedeniyle akıbeti sorgulanır oldu. Barış süreçleri genel olarak düz bir çizgi gibi sürekli devam eden ya da gelişen süreçler değil, inişli çıkışlı bir grafik izlerler. Seçimler de süreçte inişli bir dönemi teşkil ediyor maalesef. Türkiye'de genel olarak, demokratik teamülleri ve hoşgörüyü zorlayan bir seçim rekabeti olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun temel nedeni, ekonomi dahil devletin çok güçlü olması ve büyük rant oluşturmasıdır. Maalesef herkes o ranta konmak istediğinden, rekabet çatışmaya, sözler hakarete, eylemler şiddete dönüşebiliyor. Böyle bir siyaset tarzı, toplumsal barış ve istikrara hep zarar vermiştir. Bu sefer olan da, bundan azade değil muhakkak.
Barış sürecinde müzakerelerin tarafı olan AK Parti ve HDP'li siyasetçilerin seçim sürecinde rekabeti fazla abarttıkları ve barış süreci için büyük bir tehdit olan çatışma diline sarıldıkları görülmektedir. Bu dilin zaman zaman nefret diline dönüştüğü ve hakaretin sıradanlaştığı da müşahede edilmektedir. Bir tarafta Akdoğan, 'HDP meclise girerse çok tehlikeli olur'. 'Meclise girmezse bir şey olmaz, hatta süper olacak' derken, öbür taraf 'Akdoğan çenesini kaparsa daha süper olacak' diyor. Birisi diğerini diktatörlükle, öbürü de diğerini terörizmle suçluyor. Şartlar oluşsa bile siyasi ittifak kurmayacaklarını açıkça deklare ediyorlar. İki parti de 'biz olmazsak barış süreci bir şey olmaz' diyor. Yani 'bu ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da ancak biz getiririz' demek istiyorlar. Fakat bunun bir eski Türkiye alışkanlığı olduğunu unutuyorlar. Çoğullaşmış bir toplumda hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Bu iki partinin seçim sürecinde karşılıklı ötekileştirmeleri ve birbirini dışlamaları barış sürecini nasıl etkileyebilir?
Normal Şartlar Altında bu çatışma dili süreci ciddi anlamda yaralar ve hatta bitirebilir. Fakat ne yazık ki seçim sürecinde partiler ve insanlar bunu normal karşılamasa bile çok olumsuz bir şey olarak görmüyor.
Barış süreci toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş ve yerleşmiş bir politika halini almıştır. Bu saatten sonra hiçbir siyasi oluşum bundan vazgeçemez. Hele bu işi başlatan partiler, asla... Yani seçimlerden sonra, seçim sonuçlarından bağımsız olarak, barış sürecinin kaldığı yerden devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. Sonuçlar muhakkak süreci etkileyecektir, fakat bu etkileme, daha çok sürece ivme kazandırma ya da yavaşlatma şeklinde olabilir. Yani, sürecin son bulması imkansız değildir belki, fakat en zor ihtimaldir. Buna kimse onay vermez. Zira süreç bugün itibariyle, AK Parti'nin hem içeride hem de dışarıda destek gören ve AK Parti'nin reformcu yönünü hatta bir şekilde meşruiyetini teşkil eden tek politikasıdır. Süreç aynı şekilde, HDP'nin de Türkiyelileşmesinin ve meşruiyetinin de ana kaynağıdır. Özetle, sürecin partilere değil, partilerin sürece ihtiyacı vardır. Zira, kişi başı gelirin 10 bin doları aştığı, demokratikleşmenin bir noktaya geldiği, küreselleşmenin görece yerleştiği, dünya ile entegre olmuş bir Türkiye'de hiç kimse savaş istemez, çatışmayı kaldıramaz. Yeni bir şiddet dalgasının toplumdan çok şey götüreceği, son 15 yıllık ekonomi ve demokratik kazanımların uçacağını herkes görmektedir. Bu nedenle, insanlar barış sürecini destekliyor ve bu nedenledir ki iki parti de süreci bitirme tehdidinde bulunarak oy kazanmaya çalışıyor.
Özetle, dünyadaki benzer süreçler incelendiğinde, barış sürecinin seçim sürecinden yaralı çıkacağı, fakat seçimlerden sonra kaldığı yerden devam edeceğini söylemek mümkün. Gerçi 'burası Türkiye, her şey olabilir' diyenler de vardır, fakat barış süreci de zaten geleneksel Türkiye'yi aşan bir Yeni Türkiye politikadır. Bu konuda, eski politikalara dönmek isteyen varsa, öncelikle kendisi kaybedecektir.