Bu hafta basında yer alan bir haber; 'Kaymakam konuştu: Devletin elini uzattım, 'namahrem' dedi. İstanbul Büyükçekmecedeki 29 Ekim kutlamalarında, Kaymakama elini uzatmayan başörtülü öğrencisinindavranışı eleştirilere neden olurken, eli havada kalan Kaymakam Uzanan el aslında benim değil devletin elidir... Kızımıza ters bir cevap verip rencide etmek istemedim... Evladımızın hem ailesi, hem de öğretmenleriyle bir araya gelmek istiyorum dedi (01.11.2014).
Bu demecin her kelimesi insan hakları, eşit yurttaşlık ve özgürlükler adına ayrı bir facia. Dünyada hiçbir demokratik ülkede benzeri, fonksiyonu ve bir anlamı da olmayan kaymakamlık gibi bir kurumun başında bir memur ( Arapça memurun anlamı, emir alan kişi - fakat bizde daha çok emir veren kişi gibi duruyor-; İngilizce de ise 'civil servant' yani sivil hizmetçi anlamında) olan Kaymakam, Fransa Krallarından 14. Louis gibi 'Ben Devletim' diyor. Kaymakamlık ( memur valilik de öyledir) bilindiği gibi, Anayasanın 127. maddesinde mahalli idareler üzerinde bir vesayet kurumudur. Yani demokrasilerde asla ve asla kabul edilmeyecek olan bir yapı. Doğru ya, seçilmemiş, halkın yetki vermediği bir memur, nasıl oluyor da yerine göre yüzbinlerce hatta milyonlarca oy almış bir belediye başkanına amirlik yapabiliyor. Bazılarının 'O da nedir! Bir bekçi, bir nüfus memuru veya bir zabıtanın bile kendisini devlet olarak gördüğü bir ülkede kaymakam görmüş çok mu' dediğini duyar gibiyim. Haklısınız, Seksenler dizisindeki bekçi Bekir'in bile kendisine itiraz edenlere 'devlete karşı mı gelisen?' diyor. Dizi bu mantığı iyi vermiş doğrusu.
Memur Kaymakam ne diyor: 'Uzanan el aslında benim değil devletin elidir. Bu cümleyi, bu mantığı ve bu anlayışı toplumsal değerlerle, insani ve ahlaki değerlerle ve özgürlükçü siyaset teorisiyle izah etmek mümkün değil. Bu olsa olsa, siyasi bir dalalet olabilir. Bu kadar devletleşme ve nesneleşme nasıl bir psikolojinin ürünü acaba? Bir nesneyi insan yerine ikame etmeye, insan hakları lüteratüründe insandışılaştırma deniyor. İnsandışılaştırma kötü, zararlı ve hak ihlallerine neden olan bir şeydir. Ötekinin toplumda hoş karşılanmayan ya da aşağılık olarak kabul edilen bir hayvanla özdeşleştirilmesi. Örneğin, 1994 Rwanda soykırımını anlatan Hotel Rwanda filminde Hutular Tutsilere 'hamam böceği' diyerek insandışılaştırıyor. Bu örnekte ise, tam tersi bir vazife görüyor insandışılaştırma. Kişi kendisini güçlü ve bir ölçüde kutsallaştırılan devletle özdeşleştirerek aslında başkasının haklarını ihlal etmenin kapısını aralıyor. Kendisine güç ve yetki devşiriyor. Bu anlayış, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve insanlık onurunun bakımından en az diğeri kadar tehlikeli bir yaklaşım.
Bu ülkede siyasi sorunların temel kaynaklarından birisi kutsal devlet ve devlete ait her şeyin bu anlayışla kutsanmasıdır. Oysa devlet denen nesne basit bir hizmet aracından öte bir şey değildir. Ne herhangi bir dine ait kutsal kitapta ( kutsal kitaplarda devlet diye bir şey de yok, toplum var, insan var), ne de insani, ahlaki ve özgürlükçü olan herhangi bir siyaset bilimi ya da uluslararası ilişkiler teorisinde devlet kutsal bir yapı olarak değerlendirilmez. Peki bizde bir kesimde var olan bu kutsallığın kaynağı nedir acaba? Bunun iyi araştırılmasında yarar var. Bu anlayışın insanlar için ne kadar tehlikeli olduğunu binlerce kez görüldü. Fakat maalesef devletçi, milliyetçi ve militarist kültürün ürünü olan bu anlayış eğitimle, basınla ve diğer araçlarla sürekli işlenmektedir.
Daha ne diyor kaymakam: ' Kızımıza ters bir cevap verip rencide etmek istemedim...' Ona göre, o kızcağızı tersleyip rencide etme hakkı da var. Oysa İnsan haklarında ve doğal olarak kanunlarda kimsenin bir diğerini rencide etme, aşağılama, onurunu kırma hakkı olamaz. Peki bu memur bey (Ayrıca memur dediğim için bu takımdan olanlar rahatsız oluyor, çünkü onlar kendilerini memur değil, amir olarak görüyor) bu hakkı nereden alıyor?
Son olarak memur kaymakam diyor ki ' Evladımızın hem ailesi, hem de öğretmenleriyle bir araya gelmek istiyorum. Çocukla oturup konuşmak, onu anlamaya çalışmak, onun da haklarının olduğunu kabullenmek, çocuğun da bir inanç ve felsefesinin olabileceğini ve ona saygı gösterilmesi gerektiğini anlamak yerine, çocuğun velisi ve öğretmenleriyle görüşmek istiyor. Ne için görüşmek istediğini anlatmamış, dolayısıyla ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Mevcut anlayışla kimin için iyi olursa olsun, fakat çocuk için iyi bir şey olmayacağı açıktır.
Bu anlayış sadece bu memur kaymakama mahsus bir durum değil maalesef. Devlet memurlarının büyük bir kısmında bu zihniyet var, rütbeler ve makamlar yükseldikçe bu anlayış daha da güçleniyor. Oysa hepsi sadece insan olduğunu, sadece bir vatandaş olduğunu ve EŞİT olduğunu olması gerektiğini anlasa, kendileri de daha mutlu olacak.