15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde, cemaatler ve tarikatlarla ilgili Türkiyede ciddi bir algı değişikliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu algı değişikliğinin sadece dine soğuk kesimlerde değil, dindar camiada da önemli bir karşılık bulduğu söylenebilir. Siyasetçisinden akademisyenine, Diyanetinden bakkalına kadar birçok kişi cemaat ve tarikatların kontrol altına alınması, şeffaflaşması ve denetlenmesini talep ediyor. Tabi her zaman olduğu gibi, darbe fırsatçıları burada da kendilerine iş çıkarmıyor değil. Bir kesim bütün İslamı hedefe koyarak ona saldırıp militan laikçiliği kutsamaya başladı. Bütün cemaat ve tarikatların yasaklanması, kapatılması, hatta dinin 28 Şubatvari bir kumpasla toplumdan atılması gerektiğini savunuyor. Bu darbe menfaatçisi kesimin ciddi bir yol aldığı söylenebilir. En azından medyada böyle bir algı oluşturduğunu ve bu algıyı giderek bir paradigmaya dönüştürme gayretinde olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Benim bakışım ise, ne cemaat ve tarikatları dokunulmaz tabulara dönüştüren bağnaz bir anlayış, ne de hepsini tümden kapatalım türünden dogmatik bir laikçiliktir. İki bakış açısından uzak durulmalıdır. Kısacası, İslam anlayışına uygun ve demokratik bir çözüm bulunmalıdır.
Nasıl mı?
Bu konuya iki açıdan bakmakta fayda var. Birincisi, İslami anlayış ve düşünce bakımından bakmak gerekir. İslam dini özü itibariyle putperestliğe yani şirke (Allaha ortak koşmaya) karşı olup tevhide dayalı bir inançtır. İslam Mekkeye gönderildiğinde Mekkeliler Allaha inanıyordu. Sadece putlarının kendilerini Allaha yaklaştırdıklarını söylüyorlardı. Bugün cemaat ya da tarikatlar şeyhlerini ve liderlerini İslam'a hizmet eden, toplulukların din ve ahlak anlayışını pekiştiren, oluşturdukları cemaatlerde İslami şuur geliştiren sıradan insanlar olarak algılar, Cemaatte rahmet var şiariyle hareket ederlerse hem topluma faydalı olurlar hem de İslam akidesini sağlamlaştırırlar. Yok liderlerini ve şeyhlerini putlaştırıp uçurur, peygamber seviyesine hatta Allah (haşa) Onun da önüne geçirir ( Hadisten ve Kurandan çok şeyhlerinin ve liderlerinin söylemlerine ve emirlerine kulak asarak), onlara her türlü iradelerini teslim eder, onları putlaştırır ve onların esiri haline gelirlerse sadece modern bir kölelik sistemi kurmuş olurlar. Allah'ın kendilerine bahşettiği iradelerini ve akıllarını kullanmamış olurlar ki bu durumda ayetin ifadesiyle üzerlerine pislik yağdırılır. Akıl ve irade dünyada imtihanın asıl unsurlarıdır. Hiç bir şekilde Müslüman bu iki cevherden vazgeçemez. Vazgeçerse, ortaya sorgulamayan, robotlaşan ve komutla çalışan bir haşhaşiye dönüşür ki maalesef bugün her cemaat ve tarikatta (buna seküler hatta liberal olduğunu iddia eden cemaatler de dahil) bu haşhaşilerden çok vardır. Bir kişinin ya da bir grubun, yapının ve kliğin söylediğini sorgulamadan, akıl terazisinden geçirmeden doğru kabul eden ve ona göre davranan kişi haşhaşidir. Ele geçirilen bilgisayar gibi zombileştirilmiştir. Bu anlayış İslam ile bağdaşmaz. İslam kişinin aklını kullanmasını, özgür iradesiyle hareket etmesini ve tarafgirlik değil, hakikatin yanında yer almasını, ahlakı ve iyi bir insan olmayı emrediyor.
İkincisi, toplumsal düzen ve demokratikleşme açısından bu konuya bakmakta fayda var. Demokrasilerde devletle toplum arasında bir aracı gibi görev gören ve demokratik katılım ve denetimi güçlendiren sivil toplum kuruluşları (STK) var. Cemaat ve tarikatlar bir tür STK'lar olarak kabul edilebilirler. Fakat STK'lar şeffaf olmak ve gerektiğinde denetlenmek durumundadır. STKlara giriş ve çıkışlar gönüllülük esasına dayanır ve orada STK liderleri üyelerini zombileştiremezler (İstisnaları vardır, demokrasinin yerleşmediği toplumlarda maalesef buralar birer güç devşirme merkezlerine, küçük çöplüklere ve diktatörcükler oluşturma mekanizmalarına dönüşürler). Katı hiyerarşik bir yapıyı engellemek için dernek ve vakıflar resmi olarak kayıtlı ve gerektiğinden etkinlik ve finansal hareketleri denetlenebilirler.
Sonuç olarak, cemaat ve tarikatların tümden kapanması veya yasaklanması (Ki 1925 yılında çıkarılan Tekke, Zaviye Türbelerin Kapanmasına ve Türbedarlıklar ile bir takım Unvanların yasaklanması ve kaldırılmasına dair Kanununa göre aslında hala yasaklıdırlar) bir çözüm değildir. Doğru değildir ve demokrasi açısından da sakıncalıdır.
Çözüm olarak, ya bu kanun kaldırılacak ve bu yapılar yasalaştırılacaktır. Böylece, yasal denetime tabi tutulacaktır. Ya da cemaat ve tarikatların bir dernek veya vakıf adı altında örgütlenmeleri ve o yolla denetilmeleri sağlanmalıdır. Sadece dini cemaat ve tarikatlara değil, seküler olduğunu iddia eden yapılara da şeffaflık ve demokratik bir yapı için daha sıkı fakat şeffaf ve adil bir denetim geliştirilmelidir. Demokrasilerde hak ve özgürlüklere yönelik en büyük tehditler denetlenmeyen örgütlü yapılardan gelir. Fertleri zombileştirmekten ve haşhaşileştirmekten korunmak için şeffaf ve demokratik bir denetim sadece caiz değil, aynı zamanda şarttır ve gereklidir.