Son yıllarda iklim değişikliği, küresel ısınma, çölleşme, kuraklık, kutup buzullarının erimesi gibi bazı küresel çevre sorunları insanları hem korkutuyor hem de bazı çözüm yolları aramasına neden oluyor. Dünya toplumunda çevrenin korunması ve temel bir insan hakkı olan sağlıklı ve temiz bir çevrenin sağlanması için bir takım adımlar atılmakta, bilinçlenme kampanyaları düzenlenmekte, yerel ve küresel çapta işbirliği anlaşmaları yapılmaktadır. Fakat hala çevrenin korunması konusunda etkin bir mekanizma kurulamamış, hatta sorunlar hususunda bile bir konsensüse varılamamıştır.
Kalkınma için çevreye verilen tahribatlar, diğer insanları ve gelecek nesilleri düşünmeden doğanın sınırsızca sömürülmesi, doğaya bırakılan zararlı gazlar, denizlerin ve balıkçılığın hoyratça kullanılması, daha çok kazanç ve paraya olan tapınmacılık maalesef insanı temel ahlaki ve insani melekelerinden uzaklaştırabiliyor. Ve bugün insanların karşı karşıya kaldığı çevre sorunları maalesef bu doyumsuz ve çevreye saygısız ahlaki zaafiyetin bir sonucudur. Fakat bunun sonuçlarına ve zararlarına katlanmak durumunda kalacağız. Rum Süresi 41. Ayet bu konuda şöyle bir uyarı yapmaktadır: İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.
Peki çözüm nedir?
Şüphesiz herkesin kendine has bir takım çözüm yolları var. Farklı toplumlar, kültürler, dinler ve ideolojiler farklı farklı çözümler üzerinde durmaktadır. Kimisi çevrenin özel mülkiyetle, kimisi kamu mülkiyetiyle ve kimisi de bilinçle ve tarihsel güzel örneklerle korunacağına inanıyor.
Katılmış olduğum uluslararası bir çevre seminerinde dünyanın değişik bölgelerinden gelen insanlarla hem teorik hem de pratikte çevrenin korunması hususunda oldukça verimli çalışmalar yapıldı. Küresel tecrübe ve örnekler üzerinden, var olan literatür ve bakış açıları çerçevesinde yoğun ve verimli çalışma atölyeleri ve tartışmalar yapıldı. Bu konuda liberalizmin bakış açısı başta olmak üzere farklı felsefi, kültürel ve dini bakış açıları irdelendi.
Çalışmalar sonucunda dört farklı bakış açısı ve çözüm yolları üzerinde duruldu. Bunlardan birincisi, çevre-merkezci ve ya insan-merkezci bakış açısı. Çevre merkezci bakış açısı, çevrede bulunan bütün varlıkları insanlar da dahil- aynı ekosistemin eşit parçaları sayıyor ve çevrenin de hakları olduğunu ileri sürüyor. Çevrenin özünde değerli olduğunu ve korunması gerektiğini ileri sürüyor. İnsan-merkezci bakış açısı ise, çevrenin insanın iyiliği için korunması gerektiğini ileri sürüyor. Bu iki farklı bakış açısı, farklı sonuçlar ve farklı çözümler öneriyor.
Diğer bir bakış açısı ise, doğanın ve çevrenin geleceği konusunda kötümser olan Malthusian ve iyimser olan Cornucopian görüşlerdir. Kötümserlere göre, bugün önlem alınmazsa gelecekte bizi felaketler bekliyor, iyimserlere göre ise, insan mutlaka bu sorunlara da çözüm bulacaktır. Bugüne kadar bütün benzer sorunların üstesinden gelen insan aklının çevre sorunlarının da üstesinden geleceğine inanıyor.
Üçüncü nokta ise çevrenin özel mülkiyetle ve serbest piyasa ile mi yoksa merkezden kontrole dayalı bir modelle mi korunacağı hususudur. Kimisine göre, merkezi bir model kontrol ve emirlerle çevreyi koruyabilir. Kimisine göre özel mülkiyet ve serbest piyasa olursa insanlar kendi özel mülkünü koruyacak, böylece çevre de korunmuş olacak. Fakat bu durumda doğası gereği özel mülkiyet olamayan bazı varlıkların korunması sorunu ortaya çıkacak. Ortak kullanıma açık alanlar ise genellikle insanların faydalandığı ve fakat korumayı öncelemediği alanlardır. Örneğin balıkçılık, ortak meralar, ormanlar vs. buralar bakımsız ve ilgisizlikten çölleşme, kuraklaşma ve tahribatlarla yüz yüze kalmaktadır. Buna literatürde ortak alanların trajedisi denmektedir. Bunun önüne geçmek için karma modeller sunanlar da vardır.
Son olarak çevrenin merkezi bir idari yapılanmayla mı yoksa ademi-merkeziyetçi, çok merkezli ve farklı uygulamalarla mı korunacağı hususudur. Farklı pratikler, çevrenin ve kültürlerin kendi özellik ve deneyimleri, tarihsel güzel örnekler ve farklı tecrübeler göstermiştir ki çok merkezli ve olabildiğine yerel olan uygulamalar yani ademi-merkeziyetçi bir çözümün çevreyi daha iyi koruyacağı yönündedir.
Özetle, çevre sorunları canlı ve gerçek sorunlar. Bu konuda sorumlu davranmak ahlaki, insani, tarihi, toplumsal ve hatta dini bir görevdir. Bu konuda bir bilincin oluşması hususunda çabalar vardır, fakat yeterli değildir. Her birimiz üzerimize düşeni yaparsak, hem kendimiz rahat edeceğiz hem de atalarımızdan ödünç aldığımız bu emaneti gelecek nesillere temiz ve sağlıklı bir şekilde bırakmış olacağız.