Türkiye'deki çözüm süreci teorik bir takım sorunlara rağmen iki yılı aşkın bir süre boyunca başarılı bir şekilde yoluna devam etti. Fakat bunun böyle devam edemeyeceği hep söylendi ve yazıldı. Özellikle toplumsal demokratik katılım ve şeffaflaşma konusu arabuluculuk ve geçmişle yüzleşme mekanizmasının kurulması ile temel hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılmadan düzenlenmesi hususu defalarca hatırlatıldı. Maalesef dikkate alınmadı ve bu eksiklikler zamanla sürece birer tehdit oluşturdu ve bumerang gibi süreci vurdu.
Tavukla yumurta hikayesine döndü bizim süreç. Süreç var mı? -Yok. Süreç bitti mi? -Yok. O zaman süreç ne oldu? Onun cevabı da yok. Sürecin en büyük talihsizliği Dağ ile Saray arasına sıkışmış olmasıdır. Asırlık bir sorun, milyonları ilgilendiren bir mesele fakat karar veren 3-5 kişi. Evet dünyanın her yerinde süreçler 3-5 kişi ile başlar fakat hiçbir zaman 3-5 kişi ile devam etmez. Temel sorun En iyisini ben bilirim. Hep ben bilirim. Tek ben bilirim. Bu ülkeye barış gerekiyorsa onu da ben getiririm anlayışıdır. Hükümet ve İmralı heyetleri bir Dolmabahçe mutabakatı deklare etmişler, adada masa kurulmuş, gözlemci heyet belirlenmiş. Süreç çatışma yönetiminde ateşkesten sonraki safha olan çatışmayı çözme ya da müzakere aşamasına geçecekken Saray olmaz diyor ve sıralıyor itirazlarını: Bu fotoğrafı beğenmedim. Kürt sorunu yok, müzakere yok, mutabakat yok. Hükümetten çık yok, pardon çıt var ama dün mutabakatı okuyan Başbakan yardımcısı ve süreçten sorumlu(!) kişi Akdoğan, kendisi parçası olduğu fotoğrafa sahip çıkacağına, sanki hiç orada bulunmamış gibi, hatta kraldan da kralcı bir eda ile Ne mutabakatı kardeşim?; HDP barajı geçmezse süper olacak; HDP barajı aşarsa süreç bitecek; HDP ancak çözümün filmini çeker diyerek iradesinin hiç hükmünde olduğunu açıkça deklare ediyor.
Öbür tarafta HDP, seçim kampanyasını çözüm sürecinin mimarı ve Kürt sorununda en radikal reformları yapmış olan Cumhurbaşkanı karşıtlığı üzerine kuruyor, soldan gelen 3-5 oy uğruna Kürt sorununu tanımayan hatta reddeden ulusalcı cephe ile ortak hareket edebiliyor. Seçim sonrasında CHP'nin stepnesi hatta yedeği gibi hareket etmekten geri durmuyor. PKK şiddete başvurunca cılız bir iki itiraz dışında ses çıkaramıyor, tersine 80 milletvekilli bir gruba PKK ya da KCK ayar vermeye kalkışıyor. Buna rağmen, Demokratik mücadele zemini varsa şiddet meşru değili gür bir sesle dile getiremiyor. Günlerce şiddet sürüyor, insanlar her gün ölüyor, ancak iki hafta sonra görece yerinde ve güçlü bir tepki verebiliyor. Sürecin kaderini etkileyen aktörler maalesef geniş tabanlı halk kesimlerini geçtik, geniş tabanlı bir siyasi yelpaze değil, siyasi bir heyet bile değildir. Aksine Saray ve Dağ belirleyici aktör konumundadır. Bu iki aktörün de soruna bakış açısı, sorunu tanımlama biçimi ve doğal olarak öngördükleri çözüm de birbirinden tamamen farklıdır.
Sorunu sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal olarak çok boyutlu görüp ona göre kapsamlı çözümler üretmek yerine birisinin derdi diğerini silahsızlandırmak, diğerinin derdi özerklik. Peki burada Kürtlerin temel insan hakları nerede? Onlar bu iki aktör için de ikincil planda görünüyor. Bunlar birbirinden bağımsız konular değil belki, fakat öncelik meselesi de hayati önemdedir. Temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmadan, demokratik bir zemin oluşturulmadan Kürtlerin Türk Kemalizmi tahakkümünden Kürt Kemalizminin baskısına bırakılması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Kürtler Türkçe yerine Kürtçe Kemalizmi okuyacaksa, feryadını Kürtçe yazacaksa bir fark olmayacaktır. Sürecin tek çıkışı var. O da sürecin mezkur sıkışıklıktan kurtarılmasıdır. Yani Saray ile Dağı karar alıcı tek aktör olmaktan çıkarıp, Mecliste geniş tabanlı bir Barış Komisyon ve güçlü bir uluslararası arabuluculuk mekanizmasına kavuşturulmasıdır.
Türkiye yıllardır Dışişleri kanalıyla uluslararası arabuluculuk konferansları düzenliyor ve bu sistemin savunuculuğunu yapıyor. Bu konuda Dışişlerinin iyi bir bilgi birikimi oluşmuş durumdadır (en azından öyle olduğu umulur). O zaman buyurun bu uzmanlığınızı ilk önce kendi çatışmanızda gösterin demez mi uluslararası toplum?
Yeni Meclisin ve yeni hükümetin ilk işi çözüme yeni bir yol çizmek olmalı. Aksi takdirde çözüm bir retorikten ileri gidemeyecek ve hatta sürecin filmini yapmak bile mümkün olamayacaktır.