Sayfa Yükleniyor...
Türkiye'nin son yıllarda geçirdiği demokratik değişim ve dönüşüm neticesinde iç ve dış politikasında ciddi bir paradigma değişikliğine girdiği söylenebilir. Yasal ve anayasal reformlar, uyum paketleri, demokratikleşme ve çözüm süreciyle bazı istisnalar dışında iç barışında ciddi yol alırken, komşularla sıfır sorun anlayışı ve değer yüklü dış politikasıyla hem bölgede hem de dünya politikasında görünürlüğü ve etkinliği arttı. Bu politikalarında son üç yıla kadar ciddi sorunlarla karşılaşmadı, fakat Arap baharı, Gezi protestoları ve Cemaat meselesiyle birlikte uluslararası prestij ve demokratikleşme konusunda ciddi sorunlarla karşılaştı.
AK Parti 2002 yılında iktidara geldiğinde, iç düşman edebiyatı güçlü ve "Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrili" eski Türkiye anlayışını yıkarak, yerine kapsayıcı ve katılımcı olan yeni Türkiye'yi inşa etmeye çalıştı. Siyasi, ekonomik ve kültürel alanda önemli oranda da başarılı oldu. Türkiye tarihinde bir başarı hikaye oluşturdu. Özellikle dünya politikasında görünürlülüğü yüksek bir aktör haline geldi. Henri Barkey bir konuşmasında Türkiye'nin tarihi boyunca gücünün altında bir dış politika izlediğini, fakat AK Parti ile birlikte gücünün de üzerinde bir dış politika izlediğini ileri sürdü. Fakat ardından can alıcı soruyu sorarak: "Acaba bunu sürdürebilecek mi?".
Türkiye'de en önemli paradigma değişikliğinin göstergesi değer-yüklü bir dış politikanın uygulanmaya başlanmasıdır. Değer-yüklü dış politika çok önemli ve önemli olduğu kadar insani ve ahlakidir, fakat tutarlılığı ve sürdürülebilirliği oldukça maliyetli ve zordur. Türkiye'nin uygulamasına bakıldığında Barkey'in sorusuna olumlu bir cevap vermek zor. Zira Türkiye, dış politikasında insan hakları ve demokrasi gibi değerleri hep seçici kullanageldi. örneğin, "Dünya 5'ten Büyük" kampanyasıyla BM'nin anti-demokratik yapısına haklı bir vurgu yaptı, AB'nin aday ülkeler arasında adil davranmadığı ileri sürdü. Mısır, Irak ve Suriye'de demokrasi ve insan haklarını vurgulanırken, Orta Asya dikta rejimleri ya da Qatar ve Suudi Arabistan krallıkları söz konusu olduğunda bu değerler hep göz ardı edildi. Hatta değer vurgusunun yapıldığı ülkelerde bile farklı etnik ve mezhep gruplarına karşı seçici davranmaktan geri kalınmadı.
Realist bir dış politika tutarsızlıkları, yalanları, çifte standartları ve ahlaksızlığı dahi kaldırabilir hatta kimisine göre bunlar onun özelliklerindendir. Fakat değer-yüklü bir dış politika tutarlılık ister, devamlılık ister, kapsayıcılık ve fedakarlık ister.
Dünya politikasında başat bir aktör olabilmek için ya gücünüz olacak ya da değerleriniz. Siyasi ve ekonomik güç açısından bu şansı elde etmek zor görünüyor. Türkiye ekonomisi dünyanın 17. büyük ekonomisi fakat kişi başı gelire bakıldığında 90. sırada. Buna paralel olarak siyasi gücü de sınırlı. Bu alanları kapatmanın yegane yolu yumuşak gücü devreye sokmaktır. O da içerde demokratik ve barışçıl bir düzen kurmak ve dışarıda tutarlı insani ve ahlaki değerlerle yüklü tutarlı ve kapsamlı bir anlayış benimsemekle mümkün olabilir.