2

Demokratik Olmayan Toplumların Barış Kapasitesi Sorunu


  • Oluşturulma Tarihi : 10.06.2019 06:52
  • Güncelleme Tarihi :

Toplumsal ilişkiler, farklı girdilerin etkisiyle ya barışçıl ya da çatışmalı olabilir. Çatışmacı bir kültüre sahip toplumlarda ilişkiler daha fazla çatışmacı bir eğilim izlerken, barışçıl kültürlerde barışçıl ilişkilerin daha fazla olduğu görülmektedir. Türkiye toplumuna bakıldığında tarihsel ve siyasal kültür hatta sivil kültür bile çatışma temelli bir anlayışa dayanıyor. Bu nedenle, sorunlarını barışçıl yollarla çözmek yerine çatışma ile çözmeyi yeğlemektedir. Hatta çatışma gerektirmeyen rekabeti bile çatışma zeminine çekerek onunla baş etmeyi tercih etmektedir. Bu çatışmacı kültür belki tarihin belli dönemlerinde fayda sağlamış gibi görünse bile, günümüzde artık miadını doldurmuştur. Fakat çatışmacı toplumlarda aktörler bunun farkında değiller gibi.
Çatışmacı kültürün etkisinde olan toplumlarda da doğal olarak barışçıl ilişkilerin gelişmesine katkı yapan aktörler vardır. Bu aktörler belki çatışmayı engelleme kapasitesine sahip değiller fakat barışçıl ilişkilerin gelişmesine kendi güçleri mesabesinde katkı yapabilirler. Gruplar arası barışın inşasında önemli rol alan bu aktörler bireyler olabileceği gibi kurumlar da olabilirler. Bunların başında evrensel ilkeler ve hakkaniyet ölçüsünde işleyen bir adalet sistemi, tarafsız kolluk ve polis teşkilatı, öğretmenler, akademisyenler, din görevlileri, sanatçılar, yaşlılar ve sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu aktörlerin barış temelli söylem ve eylemleri bir toplumun barış kapasitesini ve sürdürülebilir bir barış inşa etme iradelerini belirler.
Demokrasinin konsolide olmadığı toplumların barış kapasitesini belirleyen aktörler incelendiğinde, örneğin adalet sistemine bakıldığında, devletin üç temel erkinden biri olmasına rağmen, önemli oranda ve tarih boyunca siyasetin ve belli güç odaklarının etkisinde ve hatta güdümünde olduğu görülmektedir. Bu toplumlarda özellikle siyasi davalarda karar önceden büyük oranda tahmin edildiği gibi güç temelli bir yönde çıkmaktadır. Devlet odaklı ve güç temelli bir anlayış adalet sistemini ve yargıçları teslim almış durumdadır. Yargıçların ilkokuldan üniversiteye aldıkları eğitimin bunda önemli bir rol oynadığını hatırda tutmakta fayda var. Böyle toplumlarda sürdürülebilir bir barış inşası ve toplumsal barış kapasitesinin arttırılması için adaletin evrensel ölçeklerde işleyebilen bir yapıya kavuşturulması esastır.
İkincisi, polis ve jandarma gibi kolluk kuvvetleridir. Bunların da toplumsal olaylarda çoğu zaman taraflı ve ideolojik davrandıkları görülmektedir. Yine bunların önemli bir kısmı toplumsal kesimlere davranış konusunda ayrımcılık yaparken, toplumsal kesimleri algılamaları yönüyle de ayrımcı davranabiliyorlar. Eğiticiler aslında barışçıl ilişkilerin gelişmesinde önemli rol almaları gereken kişilerken, askeriye ve kolluk eğitiminde görev alanların önemli bir kısmı daha ziyade ideolojik bir dayatma içine girmektedir. Polislerin hakkaniyetli davranamamasının diğer önemli bir sebebi, üstten aldıkları “bu işi halledin” şeklindeki emirlerdir. Belki daha barışçıl ve hakkaniyetli olan kişiler bile, böyle bir emir karşısında farklı davranış biçimleri geliştirebilmektedir.
Diğer aktörler olan öğretmenler, akademisyenler ve din görevlilerinin de demokratik olmayan toplumlarda büyük oranda bu işlevlerini yerine getiremedikleri söylenebilir. Bir kısmı, temel görevlerini resmi ideolojinin bekçiliğini yapmak olarak algılarken, bir kısmı yetersiz eğitimden ileri gelen bir inisiyatif alamama ve bir kısmı da ideolojik sınırlarını aşamadığından barış inşa fonksiyonlarını icra edememektedirler. Üniversitede bile bilimsel ve evrensel eğitim yerine, resmi ideoloji ve lise tipi eğitimi sürdüren tonla akademisyen bulunmaktadır. Kısacası, öğretmenler, akademisyenler ve din görevlilerinin de barışçıl ilişkileri inşa etme konusunda görevlerini hakkıyla yapabilmeleri için devlet ideolojik eğitimden vazgeçmeli, akademisyenler akademik özgürlüğünü kullanmaktan kaçınmamalı ve din görevlileri de sadece dini saf bir şekilde anlatacak özgürlüğe ve serbestliğe kavuşturulmalıdır.
Son olarak sivil aktörler olan sanatçılar, yaşlılar ve sivil toplum kuruluşlarına bakıldığında ise, diğer aktörlere kıyasla dünya genelinde bunların görevlerini çok daha iyi yaptıkları söylenebilir. Fakat yine de demokratik olmayan toplumlarda bu kesimlerin de bu sorumluluklarını yerine getirdiğini söylemek zordur.
Özetle, demokratik olmayan toplumların barış kapasitesi maalesef bu kapasiteyi oluşturan aktörlerin zayıflığı ve isteksizliği nedeniyle oldukça düşüktür. Bu nedenledir ki bu toplumlar, sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözme iradesini geliştirememektedir. Bu nedenledir ki bu toplumların savaş, ötekileştirme ve düşmanlaştırma edebiyatı oldukça güçlüdür. Bu nedenledir ki, toplumun ahlaki ve mantıki tutarlılığı zayıftır.
Çözüm, yukarıda sözü edilen aktörlerin asli sorumluluklarını evrensel ölçeklerde yerine getirecek kapasiteye ulaşmalarındadır.
 

Demokratik Olmayan Toplumların Barış Kapasitesi Sorunu
Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen
Yazarımız Kim ?

Prof.Dr. Nezir Akyeşilmen