Demokrasi kelime anlamı itibariyle halkın gücü ya da halkın yönetimi anlamına gelse bile özünde halkın kendisini ilgilendiren konularda katılım sağlamasıdır. Bu nedenle, demokrasi katılımdır. Halkın halk için yönetim süreçlerine demokratik katılımıdır.
İlk önceleri küçük topluluklarda doğrudan herkesin (hep ayrımcılıklar olmuştur) katılımı öngörülürken, coğrafya ve nüfusun artmasıyla temsili demokrasi uygulanmaya başlandı. Temsili demokrasinin en büyük eksiği katılımı sağlayamamasıdır. Son bir asırdır temsili demokrasilerde halkın katılımının arttırılması için çeşitli yöntemler geliştirildi. Genel oy ilkesi, sivil toplum, yerel demokrasi, müzakereci demokrasi ya da radikal demokrasi gibi formüller. Fakat hiçbiri istenilen sonucu vermedi. Şimdi umutlar siber ya da e-demokraside. Onu da zaman gösterecektir.
Demokrasi özünde katılım ve eşitlik prensibi üzerine kuruludur. Herkesin bir oyu var. Manken ile çobanın oyu bir. Köylü ile şehirlinin, erkek ile kadının, yaşlı ile gencin. Fakat demokrasi sadece oya indirgenince ortaya bu defa çoğunluğun diktası denen olay ortaya çıkıyor. Yani çoğunluğu elde eden grup, parti, hizip, ideoloji, etnik ya da dini grup diğerleri üzerinde tahakküm kurmaya, baskı yapmaya ve zulüm yapmaya başlar. Buna literatürde çoğunluğun diktası denmiştir. Oysa demokrasi eşitlik, adalet ve birlikte barış içinde yaşamaktı.
Çoğunluğun diktasını ortadan kaldırmak için çoğulcu bir anlayış geliştirildi. Çoğulcu anlayışta herkesin hakları korunur. Çoğunluğu elde eden yapılar hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, insan hakları ve yüksek mahkemelerle sınırlandırıldı. Keyfi hareket etme ve keyfi davranma ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu nedenle, bugün demokrasileri değerlendiren endeks, barometre ve haritalar gibi tüm mekanizmalar katılım ile birlikte insan haklarına, temel özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne ve güçler ayrılığına dayanır. Demokrasiyi sadece sandıktan zanneden anlayış 100 yıl önceki ilkel ve çoğunluğun diktasına dayalı demokrasi anlayışıdır.
Demokrasiye halkın yönetimi deniyor da halk nasıl yönetecek? Yani Zeki Müren de bizi görecek mi? :)) Bunun için de formüller geliştirilmiştir. Başkanlık, yarı başkanlık, parlamenter sistem. Yine bunlara bağlı olarak gücü bir yerde toplayan merkeziyetçi ve güç paylaşımını öngören ademi merkeziyetçi yapılar geliştirildi.
Peki çağdaş demokratik ilkelere göre yukarıdakilerden hangi sistem daha demokratik diye sorulursa bunun net bir cevabı yok. ABD başkanlık sistemi ile yönetiliyor Kongo, Kazakistan ve Tacikistan da. Öbür tarafta, çoğu Batı Avrupa demokrasileri parlamenter sistemle yönetiliyor fakat Andora, Bangladeş ve Kuveyt de aynı sistemle yönetiliyor.
Bu örneklerden de anlaşıldığına göre, demokrasi salt mekanizmalara dayalı bir yönetimle gerçekleştirilemez. Bazı düşünürlere göre, demokrasi kültüre dayalıdır. Demokratik olmayan bir kültürde en demokratik sistemi kurun elde edeceğiniz şey maksimum yarı demokratik bir rejim olur. Fakat demokratik ve barışçıl bir kültürde en berbat sistemde bile kaliteli bir demokratik rejim kurulabilir. Örneğin, İsveç ya da İsviçre sistemini getirip Türkiye'de uygulayalım bugünkünden çok da demokratik olmaz diyorlar.
O zaman önemli olan sistemi değiştirmek değil, Kafayı değiştirmektir: Eşitlikçi, adaletçi, ahlaki ve insani bir zihniyet geliştirilmedikçe hangi sistem gelirse gelsin, bugünkünden daha demokratik olamaz. 67 yıldır parlamenter sistemle yönetiliyoruz, fakat uluslararası istatistiklere göre, yarı demokratik olabilmişiz. Aynı zihniyetle, bir o kadar da başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı sistemini deneyelim geleceğimiz yer daha farklı olmaz. Onun için önce, insanlar kendisini herkesle eşit görecek. Adalete inanacak. Sadece kendisinin değil, herkesin hakkına sahip çıkacak. Herkesi kendi küçük kopyaları haline getirmek yerine, farklılıkları zenginlik görecek ve onlara saygı gösterecek. İnsanları kimliklerine göre değil, onur sahibi bir varlık olarak değerlendirecek. Ayrımcılık ve ötekileştirmeden kaçınacak. O zaman demokrasiye uygun bir zemin oluşacaktır. Yoksa evet ile hayırla ne sistem değişir, ne de demokrasi gelir. Bu anlayışla 17 Nisan, 16 Nisandan farklı olmayacaktır.
Adil, ahlaki, insani ve demokratik bir zihniyet öncelikli ihtiyacımız ve sorunumuzdur. Bu olmadan, siyasetle yatar siyasetle kalkarız. Dostluklar siyasi münakaşalarla biter. Toplum ayrışır, fakat barış gelmez, demokrasi gelmek, özgürlük gelmez.