Sayfa Yükleniyor...
Statüko genel anlamda mevcut durum, sistem ya da düzen demektir. Bazen iktidarlar daha doğrusu hükümetler değişir fakat statüko devam edebilir. Statüko bazen yeni kurulmuş bir düzen de olabilir. 20.Yüzyılın başından ve özellikle Cumhuriyet kurulduğundan beri bu ülkede hep bir iktidar yani bir statüko var oldu. Bu iktidarın temelleri 19. yy. katı pozitivizmine dayalı, kötü bir batı taklitçisi ve yine taklitçi, yerel ve kısır bir ideolojiye dayalı bir anlayış. O da dışlayıcı, militarist, devletçi, militan laikçi, etnik milliyetçi ve baskıcı olan Kemalist dikta rejimi ya da iktidarıdır. Yapılan araştırmalardan Nazi Almanyasına ve Faşist İtalya rejimlerine ilham kaynağı olan bir rejim olduğu anlaşılmaktadır.
Her iktidarı ve statükoyu ortadan kaldıran bir reformist ya da devrimci rakip bir iktidar gelir ve kendi statükosunu kurar. Bunda herhangi bir sorun yok. Sorun kurulan statükonun doğasından kaynaklanır: adil, insan merkezli, demokratik ve kapsayıcı olup olmamasıyla ilgilidir.
Ak Parti Kasım 2012'de büyük bir Parlamento çoğunluğuyla hükümet oldu, fakat iktidar olamadı. 12 yıllık hükümet döneminin yaklaşık son beş yılında, yani 2010 referandumuyla iktidar olduğu söylenebilir. Ak Parti reformcu bir parti olduğu için hükümet olmasına rağmen bu özelliğini kaybetmedi ve statüko ile mücadele etti. Yapısal demokratik reformlarla dikta rejimin militan laikçiliğini ve Ergenekon tarzı davalarla da baskıcı ve militarist özelliklerini ortadan kaldırdı. Bu radikal reformlarla rejimin doğasını değiştirmeye çalıştı.
Yeni kurduğu statüko ile devletçi ve milliyetçi özellikleri korudu. Kemalist devletçilik, değiştirilmesi en kolay özellik olarak görünüyordu, fakat maalesef Ak Parti'de devletçilik beklentinin aksine daha da kök saldı. Ak parti devletin kendisi oldu ve mevcut statükonun belki de bel kemiğini oluşturdu. Son yıllarda değişen iç ve dış dengeler de Ak Partiyi daha da merkeze çekti ve merkezci bir statükoya itti. Bu kadar reformist ve revizyonist bir siyasal organizasyonun yaptığı reformları daha güçlü sahiplenmesi gerekirdi. Son zamanlarda sapmaların olduğunu kimse inkar edemez. Ak Parti yeniden büyük bir hamle yapmak istiyorsa reformist doğasına rücu etmeli.
Rejimin bel kemiğini oluşturan militarizm ve milliyetçilikten yukarıda değinildiği gibi militarizm büyük oranda etkisiz hale getirildi. Milliyetçilik ise, farklı şekiller ve renklerde varlığını güçlü bir şekilde korudu. Fakat son iki yılı aşkındır süren barış süreciyle birlikte etnik Kemalist milliyetçilikle bir mücadele var. Ak Partinin elinde reformcu denebilecek tek mekanizma, hali hazırda barış süreci var. Ak Partinin reformcu kimliğini koruyan ve değişim için umut vadeden tek kapsamlı politikası o kaldı. Bu nedenle, barış süreci sadece Kürtler için değil, bütün vatandaşlar için, doğulu ya da batılı, kuzeyli ya da güneyliler için tek umut kaynağı. Başka bir ifade ile, herkesin barış sürecine sahip çıkması ve onun üzerinden Ak Partiyi demokratik reformlara zorlaması gerekir.
Barış sürecinin daha kapsamlı bir demokratik dönüşüm sürecine evrilmesi, yıkıcı bir muhalefetten ziyade yapıcı bir eleştirel akla bağlıdır. Siyasal sistemin parlamenter ya da başkanlık olması esas mesele olmamalı, demokratik olup olmaması sorgulanmalı. Kuralları yerleşmiş ve barışçıl siyaseti öngören fonksiyonel bir demokrasi herkesimin yararınadır.
Ak Parti kendi statükosunu kurmuş ve onu korumak için de mücadelesini sürdürmektedir. Bunu değiştirmek hamasetle olacak bir şey değildir. Siyasetin doğası gereği bu da barışçıl yöntemler ve demokratik yollarla yapılmalıdır. Bu nedenle, onu göndermek zorsa - ki kısa ve uzun vadede tünelin ucunda ışık görünmüyor - demokratik reformlara ve demokratik bir dönüşüme zorlamak lazım.
Yoksa demokrasiye güvenmiyor muyuz?