Sayfa Yükleniyor...
Dünya nüfusunun 1/4'nü oluşturan İslam dünyası yayıldığı coğrafya, sahip olduğu kaynaklar, tarih, kültür ve medeniyetiyle hep insanlığın dikkatini çekmiş ve her zaman küresel politikaların bir parçası olmuştur. Bugün de baktığımızda küresel düzenin ve küresel tartışmaların ortasında yer almasına rağmen, aktif ve etkin bir aktör olmaktan oldukça uzaktır.
Bu kadar büyük ve birçok yönden zengin olan İslam dünyasının bu kadar etkisiz olmasının tarihi, siyasi ve yapısal bir takım nedenleri var, fakat en önemlilerinden birisi aslında değer üretememesi, kapsayıcı ve adil olamaması, demokratik bir düzen kuramaması ve örgütlü olamamasıdır. Adalet, hukuk, ahlak, insan hakları ve demokrasi gibi ahlaki, insani ve İslami değerleri üretmekten uzak, aksine kendisi de bu değerlerden uzak bir yapı sergilemesidir.
Her çağın bir ruhu var fakat ahlak ve adalet her çağın ruhunda vardır. İslam dünyası son iki yüzyıldır teknoloji ve ticarette, siyaset ve kültürde geriden geliyor, olabilir, ve bu geri kalmışlıkta yalnız da değildir. Yine önemli bir kısmı sömürgeleştirilmiş, ezilmiş ve parçalanmıştır, fakat yine bu alanda da yalnız değildir. BM güvenlik konseyinde bir temsilcisi yoktur, bu da kabul. Fakat son bir asırda Avrupa iki dünya savaşı yaşadı, yerle bir oldu. Toplumlararası düşmanlık ve nefret tahminlerin ötesindeydi. Faşizm, Nazizm ve Komünizm gibi kolektif ve baskıcı rejimler üretti. Milyonlarca insan öldürüldü, bir o kadar da zulüm ve baskı gördü. Fakat son 50-60 yılda bütün bu olumsuz gelişmeleri tersine çevirerek Avrupa bir savaş bölgesinden bir barış bölgesine dönüştürüldü. Sadece Avrupa değil, Amerika ve Asya da kısmen öyle.
İslam dünyası ise, ya yerinde saydı ya da daha da geri gitti. Ne demokratikleşebildi, ne de ilerleyebildi. Ne barış kurabildi, ne de bir düzen. Kendi aralarında bunu yapamadığı gibi, toplumlar kendi içinde de bunu başaramadılar. Batılıların bedel ödeyerek ve iğrenerek bıraktıkları etnik ve mezhepsel bölünmeler ve çatışmalar İslam dünyasındaki yönetimlerin ve toplulukların afyonu haline getirildi. Adil ve demokratik sistemler olmayınca, ötekileştirmeler üzerine ve korku politikalarıyla yönetme sonucu radikalleşme, nefret ve çatışma kültürü yayıldı. DAEŞ, El-Kaide ve Boko Haram gibi küresel ve neredeyse her ülkede var olan yerel şiddet ve nefret örgütlerinin ortaya çıkması bir tesadüfle açıklanamaz herhalde.
Bugün yoğun şiddet içeren dünya çatışmalarının neredeyse %60ı Müslüman topraklarında meydana geliyor. En demokrat sayılan Müslüman toplumlar, uluslararası endekslerde ancak yarı-demokrasi düzeyine ulaşabiliyor. Kuran Biz insanları onurlu, haysiyetli kıldık derken İslam dünyası insanlık onurunu ayaklar altına alıyor, insan haklarını ihlalde hep başa oynuyor. Petrolden dolayı zenginleşebilenler var, fakat gelir dağılımı, yolsuzluk ve rüşvette sınıfta kalınıyor.
Oysa İslam, öncelediği ahlak ve adalet ile, eşitlik ve kardeşlik ile, hakkaniyet ve adından da anlaşıldığı gibi barış ile dünyaları bir darül-selam yani barış, kardeşlik ve cennet yapmanın derdinde. Peki Müslümanlar niye dünyayı cehenneme dönüştürmenin gayretinde? Belki de İslam'ın mesajını anlayamadıkları için. İslamın gerçek mesajından uzaklaştıkları için. Ümmet kardeşliği ve insan kardeşliğini kavrayamadıkları için. Onlara kardeşliği ve barışı tavsiye eden İslamı bir çatışma kimliğine dönüştürdükleri için. İslamı bir yaşam dini olmaktan ziyade bir kimlik olarak ele aldıkları için... İslamlaşmak yerine, İslamı kendi kişisel, etnik ve mezhepsel çıkarlarına alet ettikleri için. İslam kalplerine inmediği ve dillerinde kaldığı için. Daha benzer pek çok neden sayılabilir şüphesiz.
Belki de bu nedenle, Nisa 136. ayet Ey İman edenler! iman ediniz demiştir. Müminleri imana davet ediyor.
Ve bütün bunların ötesinde bir özeleştiri yapamadığı için. Nefsi muhasebe diye bir kavram var fakat her sorununda ötekini, dış güçleri ve küresel aktörleri suçlamaktan geri durmaz. Özeleştiri yapamayan kişi, toplum ve ümmetler gelişemez, dönüşemez, ilerleyemez, demokratikleşmez ve refahı yakalayamaz.
Bugün İslam dünyası Kuranın ahlak, adalet ve barış mesajlarına dönmediği sürece, dünya politikasına pozitif bir katkı yapamaz, iyi bir güç olamaz, dünyaya değer katamaz ve ancak dünya politikasında bir sorun olarak var olmaya devam eder.