Sayfa Yükleniyor...
Türkiye'de Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümü konusunda atılan adımlar, bölgesel gelişmeler ve küresel siyasette yeni tasarım girişimleri beraberinde yeni tartışmalar da getirdi. Bu yerel, bölgesel ve küresel gelişmeler Kürtleri ve Kürt siyasetini hem Türkiye'de hem de bölge genelinde çok yakından ilgilendirmektedir. Yeni şartları ve gelişmeleri doğru okuyabilme, zamanın ruhuna ayak uydurabilme ve hem Kürt toplumuna hem de bölge halklarının refah ve mutluluğuna katkı sunabilme imkânlarını aramalıdır.
Kürtler bölgede dört geleneksel ulus-devlet modellerini temsil eden, baskıcı ve dışlayıcı rejimler arasında bölüşülmüş ve en iyimser tahminle bir asırdır her türlü ahlaksız zulüm ve baskıya maruz kalmış, başta kendi kaderini tayin etme hakkı dâhil olmak üzere, tüm insan hakları gasp edilmiş dünyanın en kalabalık halklardan birisidir. Fakat küreselleşme ile birlikte dünya sahnesine çıkan (yerel) kimlik olgusu, Soğuk Savaş sonrası küresel düzen, Körfez savaşları, Arap Baharı ve Türkiye'de barış süreci ile birlikte yeni bir dönem açıldı. Bu dönem fırsatlar kadar tehditleri de içinde barındıran bir dönem aslında.
Başta Irak Kürdistanının 20 yıllık tecrübesi bölgede iyi bir örnek oldu. Türkiye'de de 2005 yılında dönemin Başbakan Erdoğanın Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur şeklindeki demeciyle başlayan süreç, daha sonra 2009 yılında demokratik açılım süreci ve nihayet 2013'te başlatılan Milli birlik ve kardeşlik süreci, çözüm ya da barış süreci ile devam etti. Buna paralel olarak DAEŞ barbarlığının ortaya çıkması ve onunla mücadelede Irak ve Rojava'da yapılan mücadeleler sonucu dünyada artan Kürt prestiji ve sempatisi büyük bir fırsat olarak ortaya çıktı.
Fakat maalesef ki maalesef bu fırsatı Kürtler değerlendirmediği gibi heba etti. Yanlış okumalar ve ideolojik değerlendirmeler sonucu söz konusu fırsatlar tehditlere dönüştürüldü. Irak Kürdistanı'nda partiler arası güç mücadelesi, Rojava'da PYD tahakkümü ve diğer Kürtleri ve yerel Arap ve Türkmenleri yönetimde dışlama girişimleri, Türkiye'de var olan barışçıl sürecin ve demokratik siyaset fırsatlarının yine ideolojik ve yanlı değerlendirmeler sonucu krize sokulması oldu. 7 Haziran seçimlerinde büyük oranda Ak Partili Kürtlerden alınan oyların sola tahvil edilmesi, HDP'nin tarih boyunca Kürtlere tek etkisi asimilasyon ve katletme olan CHP'nin kuyruğuna takılması ve buna karşılık son 10 yılda Kürt sorununu normalleştiren, barışçıl çözüm yolları arayan ve bu yolda yapısal reformlar yapan AK Partiyi ötekileştirmesi ve hala bunda ısrar etmesi 1 Kasım seçimlerinden hiçbir ders alınmadığının açık göstergesidir.
Barzani'nin son ziyaretinde tüm Kürt siyasi parti liderlerinin toplanması önemli bir gelişme ve mevcut krizleri fırsata dönüştürme imkanını doğurabilir. Fakat ne acıdır ki bu ziyaretten en az memnun olan ve en çok eleştiren medya organları yine HDP yanlısı medya oldu. Irak Kürdistanı'nda da Celal Talabani yanlısı medya ve Goran Hareketi oldu. Rojava medyası adeta bu ziyareti kendilerine karşı bir girişim ve Suudi Arabistan'da PYD'yi dışlayan muhalefet ile özdeş olarak değerlendirdi. Tabi ki bu değerlendirmelerin temelinde ideolojik bir bakış açısı olduğunu görmek lazım ve bu ideolojik zihniyetin Kürtlere ve bölge halklarına hiçbir yararının olmadığını bilmek gerekir.
İdeolojik dışlama ile varacağınız yer totaliter bir zihniyettir. Oysa Kürt siyasetinin ihtiyacı aslında çoğulcu, hoş görülü ve demokratik bir anlayıştır. Kürtler kendi aralarında hoş görülü, demokratik ve çoğulcu olmadığı sürece başkasından bu değerleri talep etmeleri en basit şekilde komikliktir. Uluslararası hukukta temel bir ilke var: Kendin bir kural ihlali yapıyorsan, başkasını aynı ihlalden dolayı şikayet etme hakkın olamaz. Aynı mantıkla kendisi kendi içinde demokratikleşemeyen ve çoğulculaşamayan ve çoğullaşmaya izin vermeyen Kürt siyaseti bölgedeki rejimleri bu hatalarından dolayı suçlayamaz.
Kürt siyasetinin hem Türkiye'de hem de bölge genelinde demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve barışçıl bir çizgiye çekilmesi için ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı var. Hep mağdur edebiyatı yaparak, rejimlerin dikta uygulamalarına referans vererek bir yere varılamaz. Kürt akademyası ve entelijansiyası artık bu iç hastalıklara yönelmeli bence. Başkasını suçlama aşaması çoktan aşılmıştır. Son karşılaştığımız hendek siyaseti de özünde hindik siyaset (az siyaset) çok şiddeti ifade ediyor. Bu dikotomi maalesef yukarıda bahsedilen fırsatları tehdide dönüştüren ve bölgeyi sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal olarak gerileten yanlış ve ideolojik kör bir stratejiden başka bir şey değildir. Çözüm demokratik, sivil ve çoğulcu bir anlayışın Kürtlerce kabul edilmesi ve uygulanmasıdır.