Sayfa Yükleniyor...
İnsan hakları, insanın onurlu, haysiyetli ve insana yakışır bir hayat yaşaması için geliştirilmiş bir takım ilkelerdir. Bu ilkelerin tarihi, sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve hukuki boyutları vardır. Fakat insan haklarının en temel özelliği ahlaki ilkeler olmasıdır. Faziletli ve adaletli bir toplumu hedefleyen insan hakları, tüm bireylerin onurlu ve özgür yaşamasını amaçlamaktadır. Bugün insan haklarının geldiği nokta, teoride bile olsa büyük bir başarıdır. Bu teori zamanla pratiğe daha iyi dökülecektir. Fakat bunun için tüm bireylere, kurumlara ve karar alıcılara görevler düşmektedir.
Uluslararası insan hakları hukukuna göre, insan haklarını koruyan ve ihlal eden tek aktör devlettir. Fakat devletle sınırlı bu anlayışın insan haklarını koruyamadığı küreselleşme ve dijitalleşme ile daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bir takım siyasi ve ekonomik ihlallerin yanında, kadın hakları, çocuk hakları, göçmen işçi hakları ve engelli hakları gibi tematik hak konularında ihlali yapanların büyük oranda bireyler ya da özel yapılar olduğu görülmektedir.
İnsan hakları ihlallerini bir tek faktörle açıklamak oldukça zordur. Bu kadar çok boyutlu olan hakların ihlal nedenleri de o kadar çoktur. Fakat bazı faktörler öne çıkabilmektedir. Buna örnek olarak aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet vakalarında medyanın körükleyici rolü verilebilir. Derste öğrencilerle, insan hakları çerçevesinde kadın haklarını tartışırken, kadına yönelik ayrımcılıklarla mücadele anlaşması, kadınların siyaset ve iş hayatında temsili, okuma-yazma oranları, kadınlara yönelik şiddet ve diğer benzer hususlarda dünyadan ve Türkiye’den istatistikler ve bunların yansımaları tartışıldı. Son yıllarda, dünya genelinde ve Türkiye’de bu konularda artan hukuki düzenleme ve yaptırımlar, mor çatı ve 183 hattı gibi koruma uygulamaları ve toplumsal düzeyde yükselen bilinçlenmeye rağmen, genelde şiddet ve özelde kadın ölümlerinin azalmaması tam tersine artmasının nedenleri değerlendirildi.
Varılan sonuçlardan birisi ki çok önemli bir husus, bir takım olumlu gelişmelere rağmen, ihlallerin ve şiddetin artmasının ana nedenlerinden birisi, medyada yoğun bir şekilde işlenen şiddet olgusudur. Görsel medya başta olmak üzere, yazılı ve sosyal medyada ve bilgisayar oyunlarında akıl almaz düzeyde bir şiddet reklamı var. Şiddet adeta teşvik edilmekte, hatta kutsanmaktadır. Haftada pozitif anlamda bilinçlendirmeye yönelik bir program varsa, şiddeti sunan 50 program olabilmektedir. Şiddet ve şiddet reklamı adeta bir gelir kapısı, bir aidiyet göstergesi ve bir kimlik unsuru haline getirilmektedir. Prime-time’da şiddeti en yoğun bir şekilde içeren diziler kitlesel bir coşku ile izlenmektedir. Bu tür dizi ve filimler adeta birer öfke seanslarına dönüşmekte ve başta çocuklar olmak üzere tüm toplumu ve geleceği zehirlemektedir. Şiddet ikonları ve sembolleri çocuklara rol model olarak sunulmaktadır. Bilgisayar oyunları, adeta şiddet çukurlarını andırmaktadır.
Bütün bunlar şiddeti özellikle aile içi ve kadına yönelik şiddeti körüklemektedir. Toplumun geleceğini çalmaktadır. Şiddet muhipleri cemiyetlerine davetiye çıkarmaktadır.
Konuyu çarpıcı ve dehşet verici bir gerçek örnekle kapatmak istiyorum. Ankara’nın bir semtinde uğradığım bir telefon dükkanında, 12-13 yaşlarında bir çocuğa annesi ve dükkan sahibi iki genç nasihatler vermekteydi. Okulunu ihmal ettiğini, kitap okumadığını ve oyun peşinde olduğunu söyleyerek, bunun zararlarını anlatmaktaydılar. Özgüven patlaması yaşayan çocuk onlara oldukça lakayt bir şekilde cevaplar veriyordu. Fakat en dehşet verici yanı ise, hedef mesleğini ve nihai hedefini açıklayınca yukarıda yaşanılanların kaynağını önemli ölçüde açıklıyordu. Bu 12-13 yaşlarındaki çocuğun olmak istediği, hayalini kurduğu meslek mi? Kamuoyunda sıkça ismi duyulan bir mafya babasının kameramanı olmak! Niye mi? Çünkü o, insanları parçalarken videoyu çekmek çok hoşuna gidiyormuş. Müthiş zevk alıyormuş. Bunu söyleyen, söyleyebilen, açıkça deklare eden 12-13 yaşlarında bir çocuk! Gerçekten dehşet verici ve toplumun geleceği adına çok korkunç bir gösterge.
Medya toplumun en önemli bilgi kaynağı, okulu ve öğretmenidir. Her yaş insanı etkileyen bu aracın ahlak, adalet, vicdan, kültür ve medeniyet gibi erdemleri öğretmesi gerekirken, muhteris tüccarların elinde adeta bir toplumsal katliam enstrümanına dönüşebilmektedir. Başta aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet olmak üzere, her türlü toplumsal şiddeti azaltmak ve toplumun vicdanlı ve ahlaklı olmasını sağlamak için öncelikle medya, ahlaklı, adaletli ve sosyal sorumluluklarının farkında olmalıdır. İnsan hak ve özgürlüklerini içselleştirmiş ve her koşulda onlardan yana medya mensupları olmalıdır. Tabi ki medya tek değil, fakat her türlü toplumsal ve kadına yönelik şiddetin en önemli kaynağı olduğu gerçeği göz ardı edilemez.